TEVHİD [2];

TEVHİD [2];

Garib Bir Muvahhid

TEVHÎD; TANIMI, ÖNEMİ, FAZÎLETİ VE GEREKTİRDİKLERİ BÖLÜMÜ [2]

5- Allah Merhametlilerin En Merhametlisidir
6- İslam'a Girmek İçin Şirkten Berî Olmak Gerekir


___________________

Uluhiyet Tevhidi İle Alakalı Ek Bilgiler

Muhammed Bin Abdulvehhab’ın torunu Şeyh Abdurrahman b. Hasen (rh.a) Uluhiyet Tevhidi ile alakalı olarak şöyle demiştir:

“İşte bu Allah’ın kendisiyle resullerini gönderdiği, kitaplarını indirdiği ve resullerine kendisini ikame etmelerini emrettiği dînin ta kendisidir. Nitekim Allah (Subhanehu ve Teâlâ) şöyle buyurmuştur:

“Dini (tevhidle) ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” diye Nuh’a emrettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim, Musa ve İsa’ya emrettiğimizi sizin için dinde şeriat kıldık. Müşrikleri kendisine dâvet ettiğin şey (Tevhid) onlara ağır geldi. Allah dilediği kulunu seçer ve O’na yönelenleri hidayete erdirir.” (Şura 13)

Yine Allah, Resûlüne şöyle hitap etmiştir: “De ki: “Ben, yalnızca Allah’a ibadet/kulluk etmek ve O’na ortak koşmamakla emrolundum. Yalnızca O’na dâvet ediyorum ve dönüşüm de O’nadır.” (Rad 36)

 Görüldüğü üzere Allah O’na yalnızca kendisine ibâdet etmesini ve ümmeti de buna dâvet etmesini emretmiştir. Kur’ân’ın tamamı bu tevhidi ve beyânını içermekte, bu tevhidin mükâfatından bahsetmekte, bu tevhidi inkâr edenlere cevaplar vermektedir.”

Şeyhin sözleri sona erdi.

(Kurret’ul Uyun’il Muvahhidin s.18)

 

  Tevhîd;

  Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, tüm asılların aslı ve amellerin esâsıdır. Tüm Resuller bu amaç uğruna gönderilmiş, bunun uğruna ins ve cin; yer ve gök yaratılmış, kitaplar bu asıl için indirilmiş, kılıçlar bunun uğruna çekilmiş ve tağutlar bu kelimeyle yerle bir edilmiştir. İnsanlar bu kelime ile kâfir ve müşrik olarak ayrılmış, bu kelime sebebiyle ebedî cennet ve ebedî cehennemlik olarak belirlenmişlerdir. Sırf bu kelimeden dolayı Bedir’de baba oğluna kılıç çekmiş, kardeş kardeşin kellesini almış ve yine sırf bu kelime ile Allah muvahhidleri aziz (izzetli), müşrikleri zelil (aşağılık) kılmıştır. Peki bütün kâinattan daha ağır basan bu [Lâ İlâhe İllallah] Tevhîd kelimesini sırf söylemek kişinin cennete girmesi için yeterli midir?

      Bu kelimeyi sırf söylemek yeterli olsaydı Yahudi ve Hristiyanlara fayda sağlar, münafıkları Cennetlik yapardı. Halbuki münafıklar bu kelimeyi söylemelerine, namaz kılıp oruç tutmalarına rağmen “Cehennemin dibinde, en aşağı tabakasındadırlar.” (Nisa 145)

Yahudi ve Hristiyanlar da Tevhid kelimesini söylemelerine rağmen ebedî cehennemlik olarak sayılmış ve Allah ﷻ bunlar hakkında şöyle buyurmuştur: “De ki amelce en çok ziyâna uğrayanları size haber vereyim mi? Onlar ki dünya hayatında iyi iş yaptıklarını zannettikleri halde bütün amelleri boşa giden kimselerdir.” (Kehf 103-104)

      Ve yine Rasûlullah’ın ümmetinin adım adım kendilerini takip edeceğini (yani zamanla kendilerine benzeyeceğini) belirttiği Ehli Kitap hakkında Allah ﷻ, bu kelimeyi söylemelerine rağmen onları Kelime-i Tevhîd’e dâvet etmemizi emretmiştir:

﴿قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِهِ شَيْـٔاً وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً اَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ﴾

     “De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Gelin sizinle bizim aramızda ortak bir kelimede (Kelime-i Tevhid’de) buluşalım: (Ki bu kelimeye göre) yalnızca Allah’a ibâdet edelim, hiçbir şeyi O’na ortak\şirk koşmayalım, (Allah’ı bırakıp da) birbirimizi Allah’ın dışında rabler edinmeyelim.” Şayet (Tevhid dâvetinden) yüz çevirirlerse deyin ki: “Şahit olun ki (siz değil) bizler Müslümanlarız.” (Âli İmran 3\64)

      Yine Rasûlullah ﷺ Muaz radıyallahuanh’ı Yemen’e gönderirken “Sen Ehli Kitap olan bir kavme gidiyorsun. Onları ilk olarak Allah’ı Tevhid ile birlemeye dâvet et. Eğer bunu bilirlerse Allah’ın namazı ve zekatı farz kıldığını bildir.” demişti. Rasulullah bunu bilirlerse demiş, söylerlerse dememişti, çünkü zaten bunu söylüyorlardı. [فَإِذَا عَرَفُوا ذَلِكَ] “Eğer bunu bilirlerse” veya başka rivayetlerde kabul eder veya itaat ederlerse olarak belirtilmiştir. Şeyh Abdurrahman bin Hasen şöyle demiştir:

“Rasulullah Muaz’ı Yemen’e gönderdiği zaman ona şöyle dedi: “Sen Kitap ehlinden bir kavme gidiyorsun. Onları kendisine dâvet ettiğin ilk şey Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmek olsun..” Bu hadiste bahsedilen kitap ehli o zamanda Yemen’de bulunan Yahudi ve Hristiyanlardır.

“Onları kendisine dâvet ettiğin ilk şey Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet getirmek olsun.”

Halbuki onlar bunu söylüyordular. Fakat onlar bu sözün delalet ettiği ibâdetin tek olan ve ortağı bulunmayan Allah’a has kılınması ve O’nun dışındaki varlıklara ibadetin terkedilmesi gibi mânâlardan cahillerdi. Bu sebeple onların “Lâ İlahe İllallah” demeleri bu sözün mânâsından cahil olmaları sebebiyle kendilerine fayda vermedi. Bu ümmetin sonrakilerinden birçoğunun durumu da onların durumuna benzemektedir. Çünkü onlar da bu sözü söylemelerine rağmen ölülere, gaiplere, tağutlara ve türbelere ibadet ederek (kurban kesip, dua ederek) şirk işlemişlerdir. Bu söz ile çelişen ameller yapmışlardır. İtikadlarıyla(inançlarıyla), sözleriyle ve fiilleriyle bu sözün nefyettiği(reddettiği) şirki isbât(kabul) etmişler, bu sözün ispat ettiği Tevhidi ise nefyetmişlerdir. Eşarileri ve diğer kelamcıları taklid ederek bu sözün mânâsının yaratmaya kâdir olmak olduğunu zannetmişlerdir. Oysa bu Rububiyet Tevhididir. Müşrikler de bu tevhidi ikrar etmişlerdi fakat bu, onları İslâm’a sokmamıştı.

“Eğer bu hususta sana itaat ederlerse onlara Allah’ın kendilerine her gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir.”

Burada müşrikten namaz kılmasının istenmeyeceğine delil vardır. Ancak zâhiren ve bâtınen şirki terk ederek müslüman olduğu zaman namaz kılması istenir. Çünkü İslâm ibâdetin sıhhatinin şartıdır. İmam Nevevi’nin bu hadisin mânâsı hakkında söylediği gibi: “Bu göstermektedir ki dünyada insanlardan farzların talep edilmesi ancak kişinin müslüman olmasından sonradır. Bu onların (yani kâfirlerin) farzlar ile muhâtab olmadıkları anlamına gelmez. Aksine (farzları terk etmeleri sebebiyle) âhiretteki azapları arttırılır. Doğru olan görüş, kâfirlerin şeriatın füruatıyla, emredilenlerle ve yasaklananlarla muhâtab olduklarıdır. Bu ekseriyetin görüşüdür.”  İmam Nevevi ve Şeyhin sözü burada sona erdi. (Kurretul Uyunil Muvahhidin 75-78)

Mekkeli müşrikler “La İlahe İllallah” denildiğinde bu sözün ne anlama geldiğini gâyet iyi biliyorlardı ve bu yüzden bu sözü kabul etmiyorlardı. Günümüzdeki insanlar ise bu sözün ne anlama geldiğini bilmeksizin söylüyorlar. Lafzını telaffuz etmeyi kabul edip -bilmedikleri için- mânâsını ve gerektirdiklerini inkâr ediyorlar. Tevhid’i Mekkeli müşriklerden daha az bilen bir kimse ise müşriklerin en cahillerindendir.

Rum hükümdarı Herakl, Ebu Süfyan müşrik olduğu esnada ona Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kendilerine neleri emrettiğini sorduğunda Ebu Süfyan şöyle demiştir:

 “O bize "Allah'a ibadet\kulluk edin! O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın! Atalarınızın söyleye geldiği şeyleri de terk edin!" diyor.” (Buhari, Bed’ul-Vahy: 1.İman: 17, Şehade: 18 Müslim, Cihad: 73, Tirmizi, İsti'zan: 24.)

Bu da müşriklerin ‘La ilahe İllallah’ın mânâsını bildiklerini göstermektedir.

 Âli İmran 64’üncü âyet ve Rasûlullah’ın metodu da bize gösteriyor ki Ehl-i Kitap da dâhil Allah’a şirk koşan tüm kavimler “Lâ İlâhe İllallah” deseler bile bu kelimeye dâvet edilmelidirler. Çünkü anlamı bilinmeden ve gerektirdikleri yerine getirilmeden ve kendisini bozucu amellerden kaçınmadan söylenen hiçbir sözün faydası yoktur.

İmam Gazâli bu konuda çok güzel bir örnek veriyor; "Nasıl ki dil ile "ateş" demek dili yakmıyor, "su" demek harareti gidermiyor, "ekmek" demek karnı doyurmuyor, "kılıç" demek vücudu kesmiyorsa; aynı şekilde, sadece dille "La ilahe illallah" söylemek de kişiyi kötülüklerden alıkoymaz." [İmam Gazali: Tevhid Risalesi ,s. 26]


﴿فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ﴾

"Bil ki Allah'tan başka -ibâdet edilmeye lâyık- hiçbir ilah yoktur." (Muhammed 19)

İmam Buhari rahimehullah bu âyeti şu bâb içerisinde değerlendirmiştir:

{بَابُ: الْعِلْمُ قَبْلَ القَوْلِ و الْعَمَلِ}

“İlim, söz ve amelden önce gelir bâbı”

Şeyh Ebû Butayn rahimehullah İmam Buhari’nin bu sözünün ardından şöyle demiştir:

“Böylece işaret etmektedir ki Lâ İlâhe İllallah kelimesinin mânâsını bilmek ilk vâcip olan husustur. Ondan sonra, söz ve amel gelir.” (El-İntisar, Muvahhid Yayınları, s.28)

Rasûlullah ﷺ şöyle buyurmuştur: “Her kim Lâ İlâhe İllallâh‟ın mânâsını bilerek ölürse Cennete girer.” (Sahih-i Müslim 23)

Şeyh Süleymân bin Abdullâh rahîmehullâh, kelime-i tevhîd’i söylemekten maksadın ne olduğunu açıklarken şöyle demiştir: “Kim bu kelimeleri, mânâsını bilerek bâtın ve zâhir olarak gerekleriyle amel ederek telaffuz ederse demektir. Nitekim ‘Bil ki! Allâh’tan başka ibâdete layık ilâh yoktur.’ (Muhammed 19) ‘Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bunun dışındadır’(Zuhruf 86) âyetleri de buna işaret etmektedir. Fakat mânâsını bilmeden ve gerekleri ile amel etmeden bunu ifâde etmenin faydasız olacağında icmâ vardır. Çünkü kişi bilmediği şeye nasıl şehâdet etsin? Kaldı ki mücerred olarak bir şeyden bahsetmeye, ona dair şehâdet etmek denilmez.”  [Teysîru’l-Azîzi’l-Hamîd: 51.]


Allah Merhametlilerin En Merhametlisidir

İnsanlardaki merhamet duygusunu yaratan Allah merhametlilerin en merhametlisidir. Kullarının günahlarını çokça bağışlayandır, hata etseler bile affetmek için onların tövbe etmelerini, pişmanlık duymalarını isteyendir.

Lakin Allah’ın hukukuna karşı işlenen çok büyük bir suç vardır ki bu suçun dünyada tövbe edilmezse asla affı yoktur. Kişinin bilmediği şeyden tövbe etmesi imkansız olduğu için de herkesin bu meseleyi kapsamlı olarak bilmesi gerekir. Kişinin bu suçu (ikrah müstesna) cehaleti ile, kasıtlı-kasıtsız, ciddi veya şaka ile yapması cezanın verilmesine engel değildir. Çünkü Allah bunu kitabında açık bir şekilde beyân etmiştir:

﴿اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَعِيدًا﴾

"Muhakkak ki Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bundan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa, uzak bir sapıklığa sapmıştır." (Nisa, 116)

﴿وَلَقَدْ اُوحِيَ اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكَۚ لَئِنْ اَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ﴾

Andolsun, sana ve senden önceki peygamberlere şöyle vahyedildi: “Eğer Allah’a ortak koşarsan elbette tüm amellerin boşa gider ve elbette hüsrâna uğrayanlardan olursun.” (Zümer 65)

﴿اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوٰيهُ النَّارُۜ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ اَنْصَارٍ﴾

“Şüphesiz kim Allah’a ortak koşarsa Allah ona cenneti haram kılmıştır. Onun varacağı yer de ateştir ve zâlimler için yardımcı da yoktur.” (Maide 72)

﴿اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْمًا عَظِيمًا﴾

“Muhakkak ki Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bundan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.” (Nisa 48)


Büyük şirk koşan bir kimse en büyük zulmü işlemiş ve Allah’a en büyük iftirayı etmiş demektir, halbuki Allah onlara sayamayacakları kadar çok nîmet bahşetmiştir.

“De ki: «Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona şöyle yalvararak dua etmektesiniz: “Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz”» De ki: “Onlardan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarır. Ama siz yine de O’na ortak koşuyorsunuz.” (Enam 63-64)

Rasulullah ﷺ dedi ki:

“İşittiği ezâya karşı Allâh’u Teâlâ’dan daha sabırlı kimse yoktur. Onlar, O’na ortak koşarlar ve O’na çocuk nispet ederler. O ise buna rağmen onları rızıklandırır, onlara âfiyet verir.” (Buhârî, Tevhid: 3)


Allah peygamberleri Tevhidi tebliğ ile göndermiş, Kitaplarında en büyük uyarıları da bunun zıttı olan şirk için yapmıştır. Halbuki insanların çoğu Allah vardır, yaratır, yaşatır derler, ibâdeti O’ndan başkasına yönelterek ve Allah’ın vasıflarını başkalarında görerek şirke girerler.

﴿ وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ ﴾

“Onların (İnsanların) çoğu ortak koşmadan Allah’a îmân etmezler.” (Yusuf 12\106) veya; “Onların (İnsanların) çoğu ancak ortak koşarak Allah’a îmân ederler.” (Yusuf 12\106)

İbn-i Abbas bu âyetle ilgili olarak şunları söyler; “Onlara kendilerini kim yarattı, semâvât ve arzı kim yarattı diye sorarsanız, “Allah” diye cevap verirler, işte bu onların îmânıdır. İbâdet etmeye gelince Allah'tan başkasına ibadet ederler, bu da onların ortak koşmaları, şirkleridir.” (Bakınız; Kütüb-i Sitte, 4/33)


Rasulullah sahih rivayetle her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuz kişinin cehenneme gidecek kafileyi teşkil edeceğini beyân etmiştir. (Tirmizi no:3168) Allâh’u Teâlâ Zümer Sûresinde baştan sona dek Tevhid’i anlatıp ibadeti halis\ihlaslı (şirksiz) bir şekilde Allah’a yöneltmeyi emrettikten ve müşriklerin Allah’tan başkalarına ibâdet etmelerinin onları cehenneme ileteceğini belirttikten sonra şöyle buyurmaktadır:

﴿قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًاۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ﴾                                

“De ki: “Ey (çokça günah işleyerek) nefisleri hakkında aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz ki Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü muhakkak ki O, Gafûr(Bağışlayan) ve Rahîm(merhametli) olanın ta kendisidir.” (Zümer 53)

İbni Kesir rahimehullah âyetin tefsirinde şöyle diyor:

“Âyetten maksat şudur: Şüphesiz Allâh’u Teâlâ tövbe ile beraber bütün günahları bağışlamaktadır. Günahları ne kadar büyük ve çok olursa olsun hiçbir kul Allah'ın rahmetinden asla ümîdini kesmemelidir. Zîrâ tövbe ve rahmet kapısı geniştir. Allâh’u Teâlâ başka âyetlerde: «Bilmezler mi ki Allah, muhakkak kullarından tövbeyi kabul edecek olanın kendisidir.» (Tevbe, 104)

«Kim bir kötülük yapar veya nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse; Allah'ın Gafûr ve Rahîm olduğunu görür.» (Nisa, 110) buyururken, münafıklar hakkında da şöyle buyurmaktadır: «Doğrusu münafıklar; cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onlara yardımcı bulamazsın. Ancak tövbe edenler müstesnadır.» (Nisa, 145-146) Başka âyetlerde ise şöyle buyrulur: «Allah, gerçekten üçün üçüncüsüdür diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek ilahtan başka hiçbir ilah yoktur. Söylediklerinden vazgeçmezlerse onlardan küfredenlere acıklı bir azap dokunacaktır. Hâlâ Allah'a tövbe edip O'ndan mağfiret (bağışlanma) dilemezler mi? Halbuki Allah, Gafûr'dur, Rahîm'dir.» (Mâide, 73-74), «Şüphesiz ki, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara işkence ederek onları dinlerinden çevirmeye uğraşanlar, eğer tövbe etmezlerse, onlara cehennem azâbı vardır. Can yakıcı azap da onlaradır.» (Bürûc, 10).

Hasan el-Basrî der ki: Şu kerem ve cömertliğe bakınız; onlar Allah'ın dostlarını öldürdüler, O ise onları tövbe ve bağışlanmaya çağırıyor.” (İbni Kesir, Tefsirul Kuranil Azim, Zümer 53 Tefsiri)




İslâm’a Girmek İçin Şirkten Berî Olmak Gerekir

Şirkten ve Küfürden İctinab Etmeyene ‘Lâ İlâhe İllallah’ Fayda Vermez.


Kişi; Allah ﷻ’ın uluhiyet ve rububiyetine, Muhammed ﷺ’in Allah’ın kulu ve resûlü olduğuna, diğer peygamberlere, kitaplara, meleklere, ahirete, kaza ve kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna îmân etmeden önce tağutu reddetmeli, küfür ve şirkten arınmalıdır, eğer şirk içerisindeyse bunlardan tövbe etmelidir. Ancak bunlardan sonra kişi Müslüman sayılır. Hem şirk işleyip hem de İslam milletinden olmak mümkün değildir. Elimizde bir bardak olduğunu düşünelim. Şimdi bu bardağa durmadan su dolduruyoruz, lakin bardağın altı delik. Ne kadar su doldurursak dolduralım suların hepsi boşalacaktır. Aynı bunun gibi şirk işleyen kişi altı delik bardaktan ziyade altı olmayan bardak gibidir, doldurmak bile mümkün değildir. Allah ﷻ bu yüzden Zümer 65’te şirk koşarsan bütün amellerin boşa gider buyurmaktadır. İşte bu yüzden şirkten kaçınmayan kimse namaz kılsa, oruç tutsa, La İlahe İllallah dese bile asla İslâm’a giremez, Tevhid’i elde edip muvahhid olamaz. Zaten şirk Tevhid’in zıttıdır. Rasulullah ﷺ şöyle demiştir:

{مَنْ قَالَ: لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ، وَكَفَرَ بِمَا يُعْبَدُ مِنْ دُونِ اللهِ، حَرُمَ مَالُهُ، وَدَمُهُ، وَحِسَابُهُ عَلَى اللهِ}

«Her kim Allah'dan başka ilâh yoktur der de Allah'tan başka ibadet edilen şeyleri de (şirki ve tağutları da) reddederse onun malı ve canı haramdır, hesabı ise Allah'a kalmıştır.» [Sahih-i Müslim, Hadis No:23]

Allah ﷻ şöyle buyuruyor:

﴿فَاِذَا انْسَلَخَ الْاَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُوا الْمُشْرِكِينَ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُوا لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍۚ فَاِنْ تَابُوا وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ فَخَلُّوا سَبِيلَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ﴾ 

 “Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. Onları tutuklayın, kuşatın ve onların bütün geçit yerlerini tutun. Eğer tövbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekatı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Şüphesiz Allah günahları bağışlayan (Gafûr) ve (merhametli olan) Rahîmdir.” (Tevbe 5)

İmam Taberi: “Tövbe ederlerse” yani, onlar Allah’a şirk koşmak gibi üzerinde bulundukları halden ve elçisi Muhammed’in peygamberliğini inkâr etmekten vazgeçip Allah’ı tevhid etmeye ve ihlasla, ilahlar ve endadlar edinmeksizin O’na ibadet etmeye, ayrıca Muhammed’in peygamberliğini kabul etmeye yönelirlerse” demiştir. (Taberi Tercümesi., 2/778)

Bu âyet, müşriklerle savaşın bütünüyle ancak tövbe etmeleri ve namaz kılıp zekât vermelerinden sonra kaldırılabileceğine dair bir hüccettir\delildir.

Esasen selef, tövbenin, İslâm hükümlerine sarılmakla beraber, şirk ve küfürden uzaklaşmak, putlar, niddler, tağutlar ve Allah’ın dışında ibadet edilen her şeye kulluk etmekten kaçınmak demek olduğunda ittifak etmişlerdir. İmam Buhârî yukarıda verdiğimiz Tevbe 5. âyetin ardından açtığı bâbda şu hadisi nakleder: “İnsanlarla Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şehâdet ederek namaz kılıp zekât verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu yaptıklarında benden can ve mallarını masum kılmış olurlar. İslâm'ın hakkı başkadır. Hesapları ise Allah’a kalmıştır.” (Buhârî, İman Kitabı, no: 25)

Hâfız İbni Hacer (rh.a) bu bâbın şerhinde şöyle demektedir:

“Şüphesiz hadis âyet için bir tefsir (açıklama) kılınmıştır. Çünkü âyetteki tövbeden murat (kastedilen) küfürden tevhide dönüştür.” (Feth’ul-Bari, 1/75)


Hayber’in fethinde Rasûlullah ﷺ Ali radiyallahuanha şöyle demiştir: “Onlarla Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şahitlik etmelerine kadar harp et. Bunu yaparlarsa senden kanlarını (akıtmanı) ve mallarını (almalarını) engellemiş olurlar, (kısas gibi) hakları hariç. Hesapları da Allah’a kalmıştır.” (Şerhu Meanil Asar 5123)

İmam Tahavi (rh.a) hadisin tefsirinde şöyle demiştir: “Bu hadiste Rasulullah Ali’ye, Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına şahitlik etmelerine rağmen bununla beraber Muhammed ’in Allah’ın Resulü olduğuna da şahitlik etmelerine kadar onlarla harb etmeyi mübah kıldı. Çünkü onlar Allah’ın tek (ilah) olduğunu kabul eden ama Rasulullah(’ın rasullüğün)ü ikrar etmeyen bir kavim idi. Bu sebeble Rasulullah Ali’ye harbedilme emrinin sebebi olan Yahudilik’ten çıktıkları bilinene kadar onlarla harp etmeyi emretti. Nitekim putperestlerle harp edilme sebebinden (yani şirkten) çıktıkları bilinene kadar harpetmeyi emretmişti.” (Şerhu Meani’l Asar, 3/214)


Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

 “Eğer tövbe eder, namazı kılar ve zekatı da verirlerse artık onlar sizin dinde kardeşlerinizdirler.” (Tevbe 11)

İmam Kurtubi âyetin tefsirinde şöyle demiştir: "Eğer tövbe eder yani, şirkten vazgeçip İslâm'ın hükümlerine bağlanacak olurlarsa "...artık dinde kardeşlerinizdir. Sizin kardeşleriniz olurlar.” (El Camiu li Ahkamil Kuran 8\81)

Bu nakillerden açıkça görülüyor ki âlimler “La ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum” hadisini mutlak olarak almamışlar ve sözkonusu hadisi müşriklere tahsis etmişler, diğer bazı nasslara dayanarak kitap ehline bunu tatbik etmemişlerdir. Hatta bazı âlimler hadiste zikredilmesine rağmen “La ilahe illallah” sözünün müşrikler için dahi İslam alâmeti olmayacağını ve bunun ancak sözkonusu kâfire eman(güvenlik) ve mühlet vermek için olduğunu belirtmişlerdir. Hâfız İbni Hacer yukarıda verdiğimiz hadisi zikrettikten sonra şöyle diyor:

“Bu hadis ‘La ilahe illallah’ı söyleyenin başka bir şey eklemese bile öldürülmesinin yasak olduğunu gösterir. Bu haktır ama yalnız bu sözü söylemekle müslüman olur mu? Tercih edilen görüş, “Hayır, müslüman olmaz!” şeklindedir. Yalnız bu durumda öldürülmez ta ki imtihan edilinceye kadar. Rasulullah ’ın risâletini (Allah’ın elçisi olduğunu) kabul edip İslâmî hükümlere bağlanırsa Müslümanlığına hükmedilir. Bu hadisin devamındaki “İslam hakkı müstesna” sözünde buna işaret vardır.” (Feth’ul Bari, 12/279)

 

“Üsame savaşta La İlahe İllallah dediği halde birisini öldürmüştü Rasûlullah ﷺ buna kızdı ve onu azarladı. Üsame, ‘o bunu korkusundan söyledi’ deyince Resulullah ‘kalbini yarıp baktın mı, sen kıyamette bunun hesabını nasıl vereceksin!’ dedi.” (Ebu Davud 2643)

“Kalbini yarıp baktın mı” sözünde hükümlerin zâhire göre verileceği ifade edilmektedir çünkü kalpleri Allah bilir. Bir insan şirk ve küfrü izhar ederse (dışına yansıtırsa) ona kafir diyeceğimiz gibi bir insan şirk ve küfürden ictinab eden bir Müslüman olduğunu izhâr ediyorsa ona da Müslüman deriz.

Üsame radiyallahuanh’ın öldürdüğü adam aslen putperest bir müşrikti. Ve o zaman putperest müşrikler La ilahe İllallah dediğinde İslâm'ına hükmolunuyordu ve can ile malları haram kabul ediliyordu. Çünkü o zamanda arap müşrikler bunu demekle Allah'ın dışında kendisine ibadet ettiği ilahları reddetmiş oluyor, ve şirk ve küfründen ictinâb ettiğini beyân etmiş bulunuyorlardı.

Alimler şöyle de demiştir ki eğer öldürülen kişi Yahudi olsaydı La İlahe İllallah diyen kimse için Rasulullah "kalbini yarıp baktın mı demeyecekti". Çünkü Yahudilerin küfür ve şirkten ictinab ettiklerinin alâmeti o zamanda “La İlahe İllallah” ile beraber “Muhammedun Rasulullah” da demekti.


İmam Begavi (rh.a) şöyle demektedir:

“Allah’ın birliğine inanmayıp çok ilaha veya iki ilaha inanan kafirler ise ‘La ilahe illallah’ deseler müslüman olduklarına hükmedilir. Sonra bütün İslâmî hükümleri ve İslam dîninden başka bütün dinlerden berî olduğunu kabul etmeye zorlanır. Fakat eğer Allah’ın birliğini kabul edip Rasulullah ’ın risaletini inkâr edenlerden ise ‘La ilahe illallah’ demesi müslüman olması için yeterli olmayıp ancak ona Muhammedun Rasulullah kelimesini eklerse müslüman olduğuna hükmedilir. Eğer Rasulullah ’ın Araplara özel olarak gönderilmiş bir resul olduğuna inananlardan ise ‘La ilahe İllallah Muhammedun Rasulullah’ demesi müslüman olması için yeterli değildir, ancak bunlara Muhammed ’in bütün insanlar için gönderildiğini de ekleyerek söylerse müslüman olduğuna hükmedilir. Eğer kafir olmasının sebebi farz olan bir şeyi inkâr ettiği için veya haram olan bir şeye helal dediği için ise inandığı bozuk şeylerden vazgeçmesi gerekir.” (eş-Şevkani, Neylu’l-Evtar, 7/234)  

İmam Nevevi tövbenin mahiyetini ise şöyle açıklamıştır:

“(Büyük-küçük) Her türlü günahtan tövbe etmek farzdır. Eğer günah, kul hakkıyla alakalı olmayıp da Allah ile kul arasında ise tövbenin üç şartı vardır: Bunlardan birincisi: Günah ve isyanı terk etmektir. İkincisi: Pişmanlık duymaktır. Üçüncüsü: Bir daha ona dönmemeye ebediyyen karar vermektir.” (el- Kavsi Menhecus Selefi, 169)


Yani bir insanın tövbe edebilmesi için öncelikle tövbe ettiği şeyin ne olduğunu bilip bunu terk etmesi ve bundan pişmanlık duyması gerekir. Şirkin ne olduğunu bilmeyen kişi şirkten tövbe edemez.

Yapılan bu iktibaslar aslen kâfir olan veya durumu meçhul olan bir kimsenin müslüman sayılıp mal ve can emniyetine kavuşabilmesi için La İlahe İllallah demekle beraber mutlaka zamanındaki şirk ve küfürlerden tövbe ettiğinin de açık bir şekilde ortaya çıkmasının şart olduğunu göstermektedir. Zîrâ müşrikleri bulduğumuz yerde öldürmeyi emreden Tevbe 5. âyetin devamında geçen “tövbe eder, namazı kılar, zekatı verirlerse yollarını serbest bırakın” kavlinin âlimler tarafından ittifakla şirk ve küfürden tövbe ederlerse mânâsında tefsir edilmesi, kişinin şirkten tövbe ettiği ortaya çıkmadığı müddetçe onunla savaşın devam edeceğini ve dolayısıyla bu kişiye kafir muamelesi yapılacağını açıkça göstermektedir. Birilerinin zannettiği gibi şirkten tövbe etmek sadece Allah katındaki hükmüyle alakalı bâtınî bir şart değildir. Bilakis zâhirî hukuk olarak kişiye müslüman muamelesi yapıp onunla savaşı sona erdirmek için şirkten tövbe etmesi şart koşulmaktadır. Şu halde zâhiren şirki terk edip tevhidi din edindiği ortaya çıkana kadar bir kişiye müslüman muamelesi yapılamaz, onun üzerinden kılıç da kalkmaz!

İbni Hacer’in de işaret ettiği gibi Tevbe 5’ten sonra verilen bu hadisin, âyetin tefsiri ve açıklaması olarak görülmesi hadiste kastedilen şeyin şirkten tövbe etmek olduğunu açıkça göstermektedir. Hadisin başka bir lafzında “Allahtan başka ibadet edilenleri reddederse” demesi de aynı mânâya işaret eder. Şu halde şehadet getiren herkesin malının canının haram olmasından murat (kasıt) bunu bilinçli olarak şirkten tövbe etmek kastıyla getirenler mânâsındadır.

Kişinin şirkten tövbe etmesi için de öncelikle şirkin ne olduğunu bilmesi gerekir. Günümüzde çoğu kişi şirki reddettiğini söyler ancak şirk deyince sadece putlara tapmayı veya Allah’tan başka ikinci bir yaratıcı kabul etmeyi kasteder. Şirkin Allah’tan başka kendisine dua edilen, sığınılan, hükmüne teslim olunan, teşri yetkisine sahip olan, muhakeme olunan ve diğer ibadet çeşitlerinin arzedildiği ikinci bir ilah edinmek olduğunu ise çoğu kişi bilmez. Şirkten tövbe ancak böyle bilinçli bir şekilde yapıldığı zaman ve La ilahe illallah’ın diğer şartları yerine getirildiğinde, İslam dîninin aslı sağlandığında, müminlerle müşrikler arasını ayırdeden kaideler uygulandığında ancak geçerli olur. Fakat böyle bir kastı olmayan, hatta yaptığı amelleri şirk olarak görmeyen ve bilakis gerçek tevhid akidesi kendisine anlatılsa, işlediği şirklerin ve reddetmesi gereken tağutların mahiyeti açıklansa ve “sen bunlardan berî olduğunu mu söylüyorsun” dense bunu şiddetle reddedecek olan bir müşriğin şehadet kelimesini telaffuz etmesi ise hiçbir hükmü olmayan bir sözden ibarettir. Ki maalesef günümüzdeki şehadet getiren ve namaz kılan kimselerin çoğunun bu durumda olduğu da mâlumdur.

Kısaca kişinin Müslüman sayılabilmesi için şirk ve küfürlerden berî olması gerekmektedir. Şirk işleyen bir kimse Müslüman değildir ve amelleri boşa gitmiştir. Şirk işlemediklerini söyleseler de şirk işleyenler müşrik olmaktan kurtulamazlar. Bu yüzden şirki ve çeşitlerini öğrenmek her şeyden önceliklidir.


﴿اَلَّذِينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا اِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُولٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ﴾

“İman edenler ve îmânlarına zulüm karıştırmayanlar işte güvenlik (eman) onlar içindir ve onlar hidâyete ermişlerin ta kendileridir. (Enam 82)

Bu âyet nâzil olunca sahabelere bu âyet ağır geldi ve Rasulullah'a dediler ki: “Ya Rasulallah! İçimizden nefsine zulmetmeyen kim vardır?” Rasulullah da dedi ki: “Âyetteki zulüm sizin anladığınız gibi değildir. Salih kul Lokmanın “Yavrucuğum Allah’a şirk koşma! Çünkü şirk gerçekten çok büyük bir zulümdür."(Lokman 13) dediğini işitmediniz mi? Âyette geçen zulüm şirktir.” (Buhârî Enbiya 41, Ahmed, 1\424)

Netice olarak görüldüğü üzere Müslüman olmak için şirk ve küfürden berî olmak, tağutu ve ehlini reddedip Allah’a îmân etmek yani ibâdeti Allah’a has kılmak gerekir. Zaten La İlahe İllallah’ın arapça sırasıyla anlamı şudur: “Hak ilah yoktur, Allah’tan başka”

İslam önce nefy\reddir. İbadetin Allah’tan başaklarına yöneltilmesini reddeder yani tağutu ve tüm büyük şirk türlerini reddeder. Ardından da ibadeti yalnız Allah’a has kılmayı belirterek bunu böyle ispat\kabul eder.

Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

‘‘Allah’a ortak koşanlar, kendilerinin kâfirliğine bizzat kendileri şahitlik ederlerken, Allah'ın mescidlerini îmâr etme selâhiyetleri yoktur. Bunlar, iyi amelleri boşa gitmiş kimselerdir; ateşte de ebedî kalacaklardır.” (Tevbe, 9/17)

“ (Rasûlüm!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur: Andolsun ki eğer Allah’a şirk koşarsan, bütün amellerin boşa gider ve hüsrâna uğrayanlardan olursun!’’(Zümer, 39/65)

“Dinde zorlama yoktur. Hak, batıldan apaçık bir şekilde ayrılmıştır. Kim tağutu reddedip Allah’a îmân ederse kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulp (olan La İlaheİllallah)a tutunmuştur. Muhakkak ki Allah işitendir, bilendir.” (Bakara 256)

Hazin el Bağdadi şöyle demiştir:  “Bu âyet-i kerîmede kâfir birisinin îmandan önce küfre tövbe ederek küfürden uzaklaşmasının, sonra da Allah’a îmân etmesinin gerekli olduğuna bir işaret vardır. Kim böyle yaparsa îmânı sahih olur...” [Lübabu’t-Te’vil fi Meâni’t-Tenzil, c. 1, sf. 351]

Osmanlı Şeyhülislamı Ebu Suud Efendi ise Bakara 256 tefsirinde şöyle demiştir: "Tağutu reddetmek, Allah ﷻ'a îmândan önce zikredilmiştir. Çünkü Allah'a îmân, ona tevakkuf etmektedir. Zîrâ tahliye (temizlemek), tehliyeden (süslemekten) önce gelir.(Bir mekânın bakımı, onarımı, süslenmesi için önce temizlenmesi\boşaltılması gerektiği gibi Müslüman olmak için de şirk, küfür ve tağutlardan ictinab etmek gerekir.)" (Ebu Suud İrşad Tefsiri Bakara2\256)


Rasulullah ﷺ şöyle buyurmuştur:

{مَنْ قَالَ: لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ، وَكَفَرَ بِمَا يُعْبَدُ مِنْ دُونِ اللهِ، حَرُمَ مَالُهُ، وَدَمُهُ، وَحِسَابُهُ عَلَى اللهِ}

«Her kim Allah'tan başka ilâh yoktur der de Allah'tan başka ibadet edilen şeyleri de (şirki ve tağutları da) reddederse onun malı ve canı haramdır, hesabı ise Allah'a kalmıştır.» (Sahih Hadis, Muslim,23)

Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Her kim tağutu reddedip Allah’a îmân ederse kopması mümkün olmayan sapasağlam kulp (olan La İlahe İllallah)a tutunmuş (ve İslam dînine girmiş) olur.” (Bakara 256)

Alimler yukarıdaki âyeti kelime-i Tevhidin tefsiri olarak nitelemişlerdir. Çünkü bir insan tağutları reddetmedikçe, şirk ve küfürden ictinab etmedikçe Kelime-i Tevhid’e şehâdet getirmiş sayılmaz. Âyetteki sapasağlam kulp La İlahe İllallah’tır.

Tağutu bilmesine rağmen tağutu nasıl reddedeceğini bilmeyen de Müslüman olamaz. Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab şöyle diyor: “Tağuta küfretmenin(reddetmenin) niteliğine gelince: Allah’tan başkasına ibadet etmenin batıl olduğuna itikad etmen (inanman) ve Allah’tan başkasına ibadet etmeyi terk etmen, Allah’tan başkasına ibadet etmeye buğzetmen, Allah’tan başkasına ibadet edenleri tekfir etmen ve onlara düşman olmandır.” (Tağutun Mânâsı Risalesi)

Bir kimse tağutun çeşitlerini iyice anlamadan burada yazılanları anlayamayacaktır. Tağut Allah’ın dışında kendisine ibadet edilen ve buna râzı olan her şeydir. Bunun insan, taş veya cin olması durumu değiştirmez. İsa aleyhisselam, melekler ve sâlihlere de ibadet edilmesine rağmen bu kimselere tağut denmez, çünkü bu kimseler kendilerine ibadet edilmesine râzı değillerdir. Bu durumda bu sâlih zâtlara kurban kesip medet beklemeyi güzel gösteren yani bu sâlih zâtlara ibadet etmeyi teşvik eden şeytan tağuttur. Şeytan en büyük tağuttur ama tek tağut şeytan değildir.

Tevhidin olmazsa olmaz ilk şartı "tağutu redd, Allah'a îmân" (Bakara 256) Amellerin kabul şartı da tevhiddir. Tevhidi olmayanın yani tağutları reddetmeyenin alnı secdeden kalkmasa, yılın tamamını oruçlu geçirse, malının tamamını Allah yolunda infak etse, her yıl Hacc'a da gitse amelleri yine de geçersizdir. Çünkü Allah âyetinde “şirk koşarsan amellerin boşa gider” (Zümer 65) buyurmaktadır. Peygamberlerin ilk çağrısı Namaz, oruç, hac, zekat değil, "tağut(a kulluk)tan kaçınıp Allah'a kulluk etmektir" (Nahl 36)

Tağutları reddetmek her mükellef için farz olup, îmânın ilk şartının ön şartıdır. Yani Müslüman olmanın ilk şartı Allâh’a îmân etmek, Allâh’a îmân etmenin ilk şartı ise tağutları reddetmektir. Birilerinin sandığı gibi Allah’a îmân demek sadece Allah’ın varlığına inanmak anlamına gelmemektedir. Allah’a îmân Allah’ın rububiyetine, uluhiyetine ve de isim ve sıfatlarına da îmânı kapsamaktadır ve bu hususlarda Allah’ın hiçbir ortağı bulunmadığını da kabul etmeyi yani şirkin tüm çeşitleri ile reddedilmesini de barındırmaktadır. Şirkin önderleri olan tağutların reddedilmesi de bu yüzden şart koşulmaktadır.

Bakara 256’da “Her kim tağutu reddedip Allâh’a îmân ederse” buyrulmuş Allâh’a îmân için önce tağutun reddi emredilmiştir. Yani kelime-i tevhîd’de olduğu gibi önce red, sonra isbât/kabul emredilmektedir. Kelime-i tevhîd’in “İlâh yoktur” (لَا اِلٰهَ) kısmı red, “Allâh’tan başka”(اِلَّا اللّٰه) kısmı ise isbâttır\kabuldür. Âyetteki “Her kim tağutu reddederse” kısmı red, “Allâh’a îmân ederse” kısmı ise isbâttır.

Bu âyet-i kerîme Medine’de inmiş olup, Kur’ân-ı Kerîm’de tağuttan bahseden Mekkî âyetlerde de aynı durum mevcuttur. O âyetlerde de tağutların reddi istenmiş, bu red Allâh’a îmândan önce zikredilmiştir:

“Tağuta kulluk etmekten kaçınan ve Allâh’a içten yönelenler (inabe\tövbe ibadeti edenler) için bir müjde vardır. Öyleyse kullarıma müjde ver.” (Zümer: 39/17)

Bu âyet-i kerîmede de “Tağuta kulluk etmekten kaçınan” kavliyle öncelikle tevhidin red kısmının ortaya konması istenmiş “Allah’a içten yönelenler” buyrularak da tevhidin isbât kısmını ortaya koyanlara müjdeler olduğu belirtilmiştir.

Rasulullah, Sabah ve Akşam namazının sünnetinde ve vitir namazında yani sabah, akşam ve gece Kâfirûn ve İhlâs Sûrelerini okurdu.

Ayrıca Rasulullah’tan “münafıkların Kâfirûn Sûresini okumadığı”, “Kâfirûn Sûresinin Kur’ân’ın dörtte biri olduğu” ve “İhlas Sûresinin Kur’ân’ın üçte biri olduğu” nakledilmiştir. İbni Abbas Kâfirûn Sûresinin Şeytanı en çok öfkelendiren sûre olduğunu, bunun sebebinin ise bu sûrenin Tevhidin ta kendisi ve şirkten berâetin ifâdesi olduğunu belirtmiştir.

Rasulullah;

[قُلْ يَا اَيُّهَا الْكَافِرُونَ . لَا اَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ]

“De ki: Ey Kâfirler ben sizin ibâdet ettiklerinize ibâdet etmem” (Kâfirûn 1-2) diyerek Tevhid’in birinci rüknü olan red rüknünü ortaya koyar,

 [ قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ]

“De ki: O Allah (zâtında, sıfatlarında, rablik ve ilahlığında) tektir (biriciktir, dengi ve ortağı da yoktur)” (İhlas 1) diyerek de Tevhidin ikinci rüknü olan isbât rüknünü ifâde ederdi.

Günümüzdeki insanlar kelime-i tevhidi söylemekle ve sadece Allah’ın varlığına inanmakla insanların Müslüman olduklarını zannetmektedirler. Halbuki bu yanlış bir düşüncedir çünkü Mekkeli müşrikler, Yahudi ve Hristiyanlar da Allah’ın vâr olduğunu kabul ediyorlardı ve kendilerinin İbrahim aleyhisselamın dîninden olduklarını zannediyorlardı. Bu yüzden bir kimsenin La İlahe İllallah kelimesinin mânâsını doğru anlaması gerekmektedir. İmam Buhârî naklediyor: Vehb b. Münebbih radiyallahu anh'dan: Ona şöyle denilmişti: "Lâ ilahe illallah kelimesi cennetin anahtarı değil midir?"

Şöyle dedi: "Evet, fakat dişsiz anahtar olmaz. Ancak dişleri olan anahtarla gelirsen (kapı) sana açılır, aksi halde açılmaz." (Sahih-i Buhârî:1/415)


İmam İbni Recep el-Hanbelî rahimehullah şöyle demiştir:

“Lâ İlahe İllallah”ı söyleyip ona şehadet etmekten maksat, Cehennemden kurtulmayı ve Cennete girmeyi gerektiren bir sebep olmasıdır. Bu gereklilik ise söylenen sözün şartlarının hepsinin birarada bulunması ve onu ortadan kaldıracak bir durumun olmaması hâlinde geçerli olur. Tevhid kelimesinin söylenen şartlarından birisi eksik olduğunda yahut onu ortadan kaldıracak bir söz ve amel bulunduğunda ise artık bu Tevhid kelimesi, söyleyenin Cehennemden kurtulmasını ve Cennete girmesini sağlayamaz.” (İbni Recep, Kelimetul İhlas 14)


Evet zikredildiği üzere Lâ İlâhe İlallah’ın redd ve isbât olan 2 rüknünü ve 7 şartını hakkıyla yerine getirmeyen ve bu kelimeyi bozan unsurlardan kaçınmayan kişi Müslüman Muvahhid olamaz, cehennemden kurtulamayacağı gibi cenneti de hak edemez. Süleyman bin Abdullâh (rh.a) şöyle demiştir: “Mânâsını bilmeden, gerektirdiği tevhîdi sağlamadan, bütün şirkleri terketmeden ve tağutu reddedip tekfir etmeden şehâdet kelimesini söylemek icmâ ile sâhibine bir fayda sağlamaz.” [Süleymân bin Abdullâh, Teysiri’l-Azîzi’l-Hâmid: 51.]


Kelime-i Tevhid olan La İlahe İllallah’ın iki rüknü vardır: Birincisi nefy\redd, ikincisi isbât\kabuldür. Kelime-i tevhîd’in (لَا اِلٰهَ) “İlâh yoktur” kısmı red, (اِلَّا اللّٰه) “Allâh’tan başka” kısmı ise isbâttır. Yani Allah’ın dışında bir ilah, rabb, rızık verici, hüküm verici, kanun koyucu, kendisine ibadet edilmeye layık hiçbir ilah yoktur demek ve tağutları reddetmek, şirk ve küfürden ictinab etmek red kısmını, ibadeti, itaati ve teslimiyeti Allah’a has kılmak ise isbât kısmını içermektedir. İşte Lâ İlâhe İllallah’ın Arapça okunuşuyla tercümesi de zaten bunu göstermektedir:

اِلَّا اللّٰه لَا اِلٰهَ

“İlah yoktur, Allah’tan başka”

1- Lâ İlâhe [İlah Yoktur]

2- İllallah [Allah’tan başka]

“Lâ İlâhe İllallah”ın iki rüknü işte budur:

1- Nefiy\Redd

2- İsbât\ Kabul


[Arapça-Türkçe Tevhid Risaleleri-1 sayfa 89-107]

Devamı İçin Tıkla: [LÂ İLÂHE İLLALLAH’IN REDDEDİP İSPAT ETTİĞİ 4 MESELE]



Kitabın Tamamının PDF'si İçin: TIKLA

Report Page