TEVHİD [1];

TEVHİD [1];

Garib Bir Muvahhid

TEVHÎD; TANIMI, ÖNEMİ, FAZÎLETİ VE GEREKTİRDİKLERİ BÖLÜMÜ [1]

1- İnsanın Yaratılış Gâyesi
2- Tevhid'in Ehemmiyeti ve Fazîleti
3- Tevhid'in Tanımı ve Önemi


1- İNSANIN YARATILIŞ GÂYESİ

Yeryüzünde yaşayan canlıların herbirinin yaşam döngüsünde birer konumu ve bu yaşam çarkının dönmesine hizmet eden birer görevi vardır. En faydasız zannettiğimiz canlıların bile bir faydasının olduğu, yaşam döngüsünü sağlayan bir konumu olduğu gerçeği bilinmektedir. İmam Gazâli bu durumu bir misalle anlatıyor:

 "Bir gün buğday tarlalarından geçerken aklıma takıldı; Ey Rabbim! Bu buğdayları yiyelim diye yarattın da, acaba üstlerindeki kılçıklarını neden yarattın? Sonra bir anda sürülerce kuşlar yeşil olgun buğdayları yemeye geldiler fakat buğdayların üzerindeki kılçıklar bir jandarma, bir asker gibi buğdayları bekliyor, kuşların almasına izin vermiyordu. Ne zaman buğday almak isteseler kuşların yüzlerine batıyor kuşlar buğday alamıyorlardı. Subhanallah!...

Demek ki; bu kılçıklar buğdayı beklemek için yaratılmış boşuna yaratılmamış dedim. Sonra; "Ey insan! Buğday üzerindeki bir kılçık bile boşuna yaratılmayıp, tüm nîmetler senin için yaratılmışken sen nasıl başıboş, boşuna yaratılmış olabilirsin dedim."


Hayvanlar, bitkiler, yeryüzü, gökyüzü her şey bize hizmet ediyor. En basitinden bir ineğin eti yeniyor, sütü içiliyor, hatta gübresinin bile tarlamıza faydası dokunuyor. Tüm canlıların bu hayatta bir faydası varken insanın eti yenmez, sütü içilmez, sadece tüketip zarar veren bir canlı olması ve canlı cansız tüm varlıkların nihayetinde insana hizmet etmesi bize bir ders vermelidir.

﴿هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَمِيعًا﴾

 “O (Allah) ki yeryüzünde olanların tamamını sizin için yarattı.” (Bakara 29)

“O (Allah) ki göklerde ve yerde ne varsa hepsini sizin hizmetinize verdi. Muhakkak ki bunda düşünecek bir kavim için âyetler (deliller) vardır.” (Casiye 13)

Basit ve değersiz olsak bunca nîmet bize verilir mi? Hayvanlar bizim için ölüyor, bitkiler bizim için sararıyor ve kuruyor. Canlı- cansız her şey bize çalışıyor/çalıştırılıyor. Her şey bizim için, peki ya bizim yaşamımız kimin için? Bu kadar nîmet ayağına serilmiş insan boşuna yaratılmış olabilir mi? En değersiz zannettiğimiz canlıların bile bir amacı varken insan hiç amaçsız tesâdüfen, başıboş yaratılmış olabilir mi?

“Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu kâfirlerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay o kafirlerin hâline!” (Sad 27)

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken (her zaman) Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler (ve şöyle duâ ederler): Rabbimiz bunu boş yere yaratmadın, sen bütün eksikliklerden münezzehsin, bizi cehennem azâbından koru” (Âli İmran 190-191)

Evet insanlar boşu boşuna yaratılmamışlardır. Lakin günümüzdeki insanlar yaratılış gâyelerini unutmuş, ot gibi gelip ot gibi gitmektedirler. Aslında bunu söylemek bile ot için hakarettir. Çünkü otun bile bir amacı var… Biz tüm bunlardan şunu anlıyoruz ki insan tesâdüfen yaratılmamıştır ve insanı yaratan Allah da insanı başıboş bırakmamıştır. Allâh’u Teâlâ insana bunca nîmetin, bunca şeyin hizmetinin verilmiş olmasının sebebini, insanın da bir amacının olduğunu bize bildiriyor: “Ben cinleri ve insanları (başka bir şey için değil) sadece bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 56. âyet)

Bu âyette de açıklandığı üzere Allah insanları ve cinleri kendisine ibâdet ve kulluk etmeleri için yaratmıştır. Yani bireysel ve toplumsal hayatlarında Allah'ın hükümlerini hâkim kılmaları ve Allah'ın emrettiği şekilde hayatlarını düzenlemeleri için yaratmıştır.

“De ki: Şüphesiz benim namazım da, kurbanım da (diğer ibâdetlerim de), yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı da yoktur” (Enâm 162-163)

Evet Müslümanın bütün yaşamı, bu yaşamı kendisine veren Allah’ın emir ve isteklerine göre düzenlenmelidir. Müslümanın namazı, duâsı gibi tüm ibadetleri, yaşamının tüm alanı hatta ölümü bile Allah içindir. Allah’ın bu konuda hiçbir ortağı da yoktur. O’ndan başka kendisine ibâdet edilmeye layık hiçbir ilah yoktur. Çünkü yeri-göğü yaratan, bize bunca nîmeti veren Allah’tır, bir başkası değil! İbâdet de işte bu nîmetlerin şükrü ve teşekkürüdür. Bu yüzden kendilerini yaratan, rızık veren, öldürüp-yaşatanın Allah olduğunu bilmelerine rağmen Allah’tan başkalarının emir ve isteklerine-yasa ve kanunlarına göre hayatlarını düzenleyen, Allah’tan başkalarına ibâdet edenler; işte bu kimseler bunca nîmete karşı en büyük nankörlüğü gösteren kimselerdir. İşte en büyük nankörler bu kâfir ve müşriklerdir. İnsanın yaratılış gâyesi olan ibâdeti yani Tevhid’i öğrenmek ve bununla amel etmek ve Tevhid’in zıttı olan şirki tanıyıp bundan kaçınmak bu yüzden en gerekli meselemizdir.



2- TEVHİD’İN EHEMMİYETİ 

Tevhid ibadet nev’inden tüm amelleri yalnız Allah’a has kılmaktır. Nitekim İbni Abbas şöyle demiştir: “Kur’ân’da ibadeti emreden hususların hepsinden kasıt Tevhid’dir. ” (Begavi Tefsiri,1\71) Şirk ise tevhidin zıttıdır. Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.” (Nisa 36)

“De ki: Ey Ehl-i Kitap sizinle bizim aramızda ortak bir kelimeye (Kelime-i Tevhid’e) gelin. (Ki bu kelimeye göre) Allah’tan başkasına ibâdet etmeyelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım.” (Al-i İmran 64)

Şirkin yani Allah’a ortak koşmanın temelinde ibadeti Allah’tan başkasına yapmak, yalnız Allah’a ait olan vasıfları Allah’tan başkalarına vermek yatmaktadır. Tüm peygamberlerin ortak dâveti de Tevhid’dir.

“Andolsun ki; her ümmete: Allah’a ibadet edin ve tağut(a kulluk)tan kaçının(ictinab edin) diye (tebliğ etmeleri için) peygamberler göndermişizdir. (Nahl 36)

“Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona: Benden başka ilâh yoktur, öyleyse (yalnız) bana ibâdet edin diye vahyetmiş olmayalım. (Enbiya 25)

İbrahim bunu kendi oğullarına vasiyet ettiği gibi, Yakup da: “Ey oğullarım! Allah sizin için (bu) dîni seçti, şu halde yalnız Müslümanlar olarak can verin!” dedi. (Bakara 132)

“Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti:

 “Yavrucuğum Allah’a şirk koşma! Çünkü şirk gerçekten çok büyük bir zulümdür.” (Lokman 13)

İbrahim aleyhisselam yine şöyle dua etmişti: “Ey Rabbim! Bu beldeyi güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara ibâdet etmekten uzak tut!” (İbrahim 35)

Kişiye hidayet veren, onu şirkten uzaklaştıran, yeri-göğü yaratan ve mülkünde dilediği gibi tassarruf eden, fayda ve zarar vermeye, hidayet verip, dalalette bırakmaya tek muktedir olan Allah Subhanehu ve Teâlâ’dan bizi şirkten ve küfürden korumasını ve kopması mümkün olmayan Kelime-i Tevhid kulpuna tutunmamızı nasip etmesini niyâz ediyoruz. Allah bizim için hayır dilemişse o olacak, biz sapıklığı hak etmişsek de bunu bizden tüm insanlar da gelse kaldıramayacaktır. Bu yüzden her şeyin Allah’ın elinde olduğunu unutmamalı, korku ile ümit arasında Allah’ın râzı olduğu bir kul olmaya çabalamalıyız. Allah’ın rızâsı da elbette asılların aslı, iyiliklerin ve güzelliklerin, adalet ve hakikatin esâsı olan Tevhid’i elde etmeye ve bütün sapıklıkların esâsı, insanı hayvandan aşağı kılan şirk ve küfürden kaçınmaya bağlı bulunmaktadır. Halbuki günümüzdeki insanlar Tevhid’i bilmedikleri gibi hiç önem bile göstermemektedirler, mürcie zihniyetinde oldukları için de âlimlerinin zihniyetine sahip olduktan sonra ve La İlahe İllallah dedikten sonra hiçbir şeyden korkulmaması gerektiğini telkin etmektedirler.

Eğer şirk kendisinden korkulmayacak bir mesele ise neden İbrahim aleyhisselam çocukları hakkında bunun için korkuyor! Tevhid ve bunun zıttı olan şirk size göre önemsizse neden Kur’ân’ın birçok âyeti -ki başta ilk inen âyetler- Tevhidi emredip şirkten nehyediyor! 

İbni Kayyım rahimehullah şöyle diyor:

“Kur’ân’ın tamamı tevhid ile alâkalıdır. Zîrâ Kur’ân-ı Kerîm Allâh’u Teâlâ’nın zâtından ve sıfatlarından bahseder ki bu tevhid-i ilmîdir (rububiyet, isim ve sıfat tevhididir). Bazense sadece ona ibadet edilmesi gerektiğinden söz eder ki bu da tevhid-i irâdîdir (uluhiyet tevhididir). Kur’ân’da yer alan emir ve nehiyler tevhidin hukukunu oluştururlar. Ceza ve mükâfattan bahseden âyetlerden maksatsa tevhidin hukukuna riayet edenlere mükâfat, etmeyenlere ceza verileceğidir. Neticede Kur’ân baştan sona tevhidden ibarettir.” (İbn Kayyım, Medâricü’s-salikin I; S 40)

Evet İbni Kayyım’ın dediği gibi Tevhid tüm asılların aslı, amellerin kabul şartı ve İslam dîninin esâsıdır. İşte Kur’ân-ı Kerîm önümüzde... Tevhidi emretmek ve farziyetini bildirmektedir. Üzerine basa basa tevhîdden bahsetmekte ve onu beyân etmektedir. Tevhidi gerçekleştirmeden kurtuluşun/felahın ve saadetin gerçekleşmeyeceğini bildirmektedir. Ayrıca aklî, naklî, fıtrî tüm deliller, tevhidi ve tevhidin zorunluluğunu göstermektedir. Tüm Resuller yine bu Tevhid amacıyla gönderilmiş (Nahl 36), Allah yeri ve göğü, insi ve cinni yine bu asıl için yaratmış (Zâriyat 56), Kur’ân’ı da yine Tevhid için indirip açıklamıştır (Hûd 2) . İslâm’ın tüm meseleleri, fıkıh, hadis, siyerden, namaz, cihat ve ilim talebine kadar küçük büyük her meselenin temelini Tevhid oluşturmaktadır. Birilerinin zannettiği gibi Tevhid öğrenilip bitirildikten sonra diğer ilimlere geçilir diye bir şey yoktur. Bilakis Tevhid öğrenilir ardından da Tevhid ile beraber diğer ilimler edinilir. Yani Tevhid öğrenilip bir kenara bırakılacak bir şey değildir, ki zaten Tevhid’in bir kenara bırakılacağına inanan bir insan Tevhid’i öğrenmiş biri de değildir. İslâm’ın tüm meseleleri Tevhid ile beraberce öğrenilir ve ta’lim edilir. İbadetin Tevhid’in temeli, İtaat’ın ibadetin temeli olduğunu bilmeyen bir kimse niçin namaz kıldığını da bilemeyeceği gibi hatta niçin var olduğunu bile kavrayamayacaktır. Böyle bir insan, biz bu paragrafı yazarken ne demek istediğimizi bile anlayamayacaktır.

Tevhîd; Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, dînin en büyük emri, tüm asılların aslı ve amellerin esâsıdır.

Bakara 191’de

 (وَالْفِتْنَةُ اَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ)

ve Bakara 217’de

(وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِ)

fitnenin yani şirkin adam öldürmekten ve savaştan daha büyük bir cürüm olduğu belirtilmiştir. Yani tüm dünyada savaş olması ve tüm insanlığın cinâyete maruz kalması Allah’a ortak koşulmasından daha hafif kalır!

Ömer radiyallahuanh şöyle demiştir: “Eğer Resulullah, ölüm döşeğinde iken amcası Ebu Tâlib’e söylemesini istediği Tevhid kelimesinden daha fazla kurtarıcı bir şey bilseydi, muhakkak ki o şeyi ona emrederdi.” (Nesai, Amelu’l-Yevm ve’l Leyle 1101)


Muaz b. Cebel radiyallahu anh diyor ki: Allah Resulü  ﷺmerkebi üzerinde, bende terkisinde idim. Şöyle buyurdu:

{يَا مُعَاذُ أَتَدْرِي مَا حَقُّ اللَّهِ عَلَى الْعِبَادِ؟ قَالَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ. حَقُّ اللَّهِ عَلَى الْعِبَادِ أَنْ يَعْبُدُوهُ وَلَا يُشْرِكُوا بِهِ شَيْئًا. أَتَدْرِي مَا حَقُّ الْعِبَادِ عَلَى اللَّهِ إذَا فَعَلُوا ذَلِكَ؟ فَإِنَّ حَقَّهُمْ عَلَيْهِ أَنْ لَا يُعَذِّبَهُمْ}          

 "«Ey Muaz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkını biliyor musun?” Muaz (radiyallahu anh) dedi ki : “Allah ve Rasulu daha iyi bilir.” Rasulullah ﷺ dedi ki: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı; O’na ibadet etmeleri ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Bunu yaptıkları takdir de, kulların Allah üzerindeki hakkını biliyormusun? Onların Allah üzerindeki hakları; Allah’ın onlara azap etmemesidir.» Bunun üzerine dedim ki: "Ey Allah’ın Resulü! Bunu insanlara müjdeleyeyim mi?"

"Hayır, müjdeleme sonra buna bel bağlarlar.!" buyurdu. Enes radiyallahuanh dedi ki: "Muaz, ölümüne yakın (ilmi gizleyip tebliğ etmeme) günahından kurtulmak için bunu insanlara bildirdi."  (Buhârî hadis no: 2856)

Şeyh Abdurrahman bin Hasen şöyle demiştir: “Hiç kimsenin Allah üzerinde aklen zorunlu bir hakkı yoktur. Fakat O, bunu muvahhid ve ihlaslı kimselere bir lütuf ve ihsan olmak üzere kendi nefsine gerekli kılmıştır.” (Kurretul Uyunil Muvahhidin s.25)


Rasulullah ﷺ  şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah, ‘Ey ademoğlu, isterse yeryüzünü dolduracak kadar günahlarla gelmiş ol, eğer Bana hiçbir şeyi şirk koşmadan karşıma çıkarsan, sana yeryüzü dolusunca mağfiretle(bağışlamayla) gelirim.’ buyurmuştur.” (Tirmizi 3540, Buhari)

İmam Nevevi rahimehullah şöyle demiştir:

“Tevhid üzere ölen birisi ne kadar günah işlemiş olursa olsun cehennemde asla ebediyyen kalmayacaktır. Aynı şekilde küfür üzere ölen birisi de ne kadar sâlih amel işlemiş olursa olsun asla cennete giremeyecektir.” (Şerhu Sahîhi Müslim / c.1, syf.175)                                                 


Abdullah b. Amr (radıyallahu anh)’ın rivâyet ettiği bir hadiste şöyle buyrulmuştur:

“Kıyâmet günü bütün insanların gözü önünde ümmetimden bir adama seslenilecek ve onun önüne doksan dokuz sicil açılacak. Bu sicillerden herbiri gözün erişebildiği mesâfeye kadar olacak. Sonra ona “Bunlardan bir şeyi reddediyor musun?’ diye sorulacak. O da “Hayır yâ Rab’ diye cevap verecek. Sonra “Bir özrün ya da iyiliğin var mı?’ diye sorulacak. Adam korkacak ve yine “Hayır’ diyecek. Bunun üzerine 'Hayır, var, katımızda senin bir iyiliğin var, sana zulmedilmesi asla sözkonusu değildir’ buyrulacak. Sonra onun önüne üzerinde “Allah’tan başka kendisine ibadet edilecek ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve resûlü olduğuna şehâdet ederim’ yazan bir kağıt parçası çıkarılacak. Adam ‘Ya Rabbi, şu sicillerin yanındaki şu kağıt parçası da nedir?’ diyecek. Bunun üzerine “Sen asla zulme uğratılmayacaksın’ denecek. Sonra Siciller bir kefeye, kağıt parçası da bir kefeye konacak. Siciller havada uçuşacak, kağıt parçası ise ağır basacak.” (Tirmizi 2641 İbni Mace 4376)


Tabi Lâ İlâhe İllallah’ın bu fazîletleri; bu kelimenin gerektirdiklerini yerine getirip kendisini bozucu şirk gibi amellerden kaçınmakla gerçekleşecektir. Zaten yukarıdaki nakillerden de anlaşılacağı üzere büyük şirk işleyen kimse ebedî cehennemliktir (Maide 72) ve Allah, şirk koşanı şirkten dünyada tövbe etmediği müddetçe asla bağışlamayacaktır (Nisa 48). Şirkten tövbe etmeyen birisi yani şirk işleyen birisi ne kadar iyilik yaparsa yapsın, ‘Lâ İlâhe İllallah’ da dese, namaz da kılsa, oruç da tutsa bütün bu amelleri boşa gitmiştir (Zümer 65).


Şimdi de Tevhid kelimesi olan Lâ İlâhe İllallah’ın tanımına tekrar değineceğiz inşallah.


TEVHİD’İN TANIMI VE ÖNEMİ

Muhammed bin Abdulvehhab’ın torunu Şeyh Süleyman bin Abdullah (rh.a) "Teysir'ul Aziz'il Hamid" adlı eserinin giriş kısmında şöyle diyor:

 "Tevhid" vahhade-yuvahhidu-tevhid'den masdardır. (Allah'ı) birlemek, bir saymak mânâsına gelir. "Tevhid" İslam dînine verilen isimdir. Zîrâ İslam dîni Allah'ın mülkünde ve fiillerinde bir olup ortağı olmadığına (rububiyet tevhidi), zatında ve sıfatlarında bir olup benzeri olmadığına (isim ve sıfat tevhidi) ve de ilahlığında ve kulluk noktasında bir olup eşi, dengi olmadığı (uluhiyet tevhidi) esâsına dayalıdır. Resul ve nebilerin Allah katından getirmiş oldukları tevhid işte bu şekilde üç kısma ayrılır. Tevhidin bu üç çeşidi de birbirini gerektirir ve de biri diğerinden ayrılmaz. Bunlardan birisini yerine getirip diğerini yerine getirmeyen bir kimse kabul ettiği kısmı da hakkıyla yerine getirmiş sayılmaz.


1- Rububiyet ve mülk (hükümranlık) tevhidi:

 Allâh’u Teâlâ 'nın her şeyin Rabbi, Mâliki, Hâlıkı (yaratıcısı), Râzıkı (rızıklandırıcısı) olduğunu; yaşatan ve öldürenin, fayda ve zarar verenin, sıkıntı anında dualara icabet edenin yalnızca O olduğunu; kainattaki bütün işlerin O’na ait olduğunu, hayrın bütünüyle O’nun elinde bulunduğunu, dilediği her şeye kâdir olduğunu, bu hususlarda hiçbir ortağı olmadığını kabul etmektir. Kadere îmân da rububiyet tevhidine dâhildir. Tevhidin bu çeşidi kulun İslâm'a girmiş sayılması için yeterli değildir. Bilakis Allah'ı rabbliği hususunda birlemek (rububiyet tevhidi) ile beraber bunun gereği olan ilahlık hususundaki tevhidi de yerine getirmesi gerekir. Zîrâ Allâh’u Teâlâ müşriklerin dahi Allah'ın rububiyet hususunda tek olduğunu kabul ettiklerini haber vermektedir. Allâh’u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“De ki: “Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere mâlik olan kimdir? Ölüden diriyi çıkaran ve diriden ölüyü çıkaran kimdir? İşleri yerli yerince yöneten kimdir?” Onlar: “Allah” diyeceklerdir. Öyleyse de ki: “Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız?” (Yunus: 31) “Andolsun ki onlara: “Kendilerini kim yarattı?” diye soracak olsan, elbette: “Allah” diyeceklerdir. Öyleyse nasıl olur da (Allah’tan başkalarına ibadet etmeye) çevriliyorlar?” (Zuhruf: 87)

 Dolayısıyla onlar, bütün bu sayılan fiillerin Allah'a has olduğunu biliyorlardı, fakat buna rağmen müslüman sayılmıyorlardı. Bilakis Allâh’u Teâlâ onlar hakkında şöyle buyuruyor:

{وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللَّهِ إِلاَّ وَهُمْ مُشْرِكُونَ}

“Onların(insanların) çoğu ancak şirk koşarak Allah’a îmân ederler.” (Yusuf: 106)

 Mücahid (rh.a) bu âyet hakkında şöyle demektedir: "Onların Allah'a olan îmânları, Allah bizi yarattı, bizi rızıklandırıyor ve öldürüyor şeklindeki sözleridir. İşte bu, ibadet hususunda başkalarını Allah'a ortak koşarak yapılan bir îmândır." Bunu, İbnu Cerir et-Taberi ve İbnu Ebi Hatim rivayet etmiştir. İbnu Abbas, Ata ve Dahhak'tan bunun benzeri nakledilmiştir.

 Kafirlerin Allah'ı tanıdıkları ve rububiyetini, mülkünü, gâlibiyet ve üstünlüğünü bildikleri bu sûrette iyice açığa çıkmıştır. Onlar, aynı zamanda Allah'a ibadet ederler ve hacc, sadaka, kurban, adak ve zorluk anlarında yapılan dua gibi bazı ibadet çeşitlerini Allah'a has kılarlardı. Ayrıca, onlar İbrahim aleyhisselamın dîni üzere olduklarını iddia ediyorlardı. Bunun üzerine Allâh’u Teâlâ şu âyetini indirdi: “İbrahim yahudi olmadı, hristiyan da değildi. Fakat hanif(muvahhid) bir müslümandı; müşriklerden değildi!..” (Ali İmran: 67)

(Müşriklerden) bazıları öldükten sonra dirilmeye ve hesap gününe, bazıları da kadere inanırlardı. (Câhiliye dönemi şairlerinden) Züheyr şöyle diyor:

يُؤَخَّرُ فَيُوضَعُ فِي كِتَابٍ فَيُدَّخَرُ ... لِيَوْمِ الْحِسَابِ أو يعجل فينتقم

"Ertelenir, bir kitaba konulur ve saklanır/Hesap gününe yahut da âcil olarak intikam alınır."

 Antere ise şöyle demektedir:

يا عبل أين من المنية مهرب / إن كان ربي في السماء قضاها

“Ey büyük insan! Var mıdır kaçış kaderden? Gökteki Rabbim hükmettiyse eğer …”

Onların şiirlerinde bu gibi şeylere rastlanabilir. Allah hakkında akleden herkesin o müşriklerin Allah’ı bilip kabul ettikleri halde kanını dökmeyi, kadınlarını esir etmeyi, mallarını mübah kılmayı gerekli kılan sebebin ne olduğu üzerinde düşünüp araştırması îcap eder. Bu sebep, "La ilahe illallah"ın mânâsını teşkil eden ibadet tevhidi hususunda şirk koşmalarından başka bir şey değildir.



2- İsim ve Sıfat tevhidi: Bu, Allah'ın her şeyi bildiğini, her şeye kâdir olduğunu, Hayy (diri) ve Kayyum (kendi zatıyla kaim olup hiçbir şeye muhtaç olmayan) olup, onu asla uyku veya uyuklama tutmayacağını, sürekli yürürlükte olan bir meşiet (dileme) ve üstün bir hikmet sahibi olduğunu, Semi (işiten) ve Basir (gören), Rauf (şefkatli) ve Rahim (merhametli) olduğunu, Arşa istiva ettiğini, mülkün sâhibi olduğunu, Haşr Sûresinin 23. âyetinde beyân edildiği gibi:

"Melik, Kuddûs, Selam, Mü’min, Müheymin, Azîz, Cebbar, Mütekebbir Allah’tır. (O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır.) Allah, şirk koştukları şeylerden yücedir."

Daha bunun gibi nice Esma'ul Hüsnâ'sı (güzel isimleri) ve de Sıfat'ul Ulyâ'sı (yüce sıfatları) mevcuttur.

Esma ve Sıfat tevhidi de aynı şekilde kulun İslâm'a girmiş olması için kâfi değildir. Bilakis bunun yanında bunun lâzımı, gereği olan rabblik ve ilahlık hususundaki tevhidi de yerine getirmesi gerekir. (Mekkeli) Kafirler genelde isim ve sıfat tevhidi cinsinden bazı hususları kabul ediyorlardı. Bazıları isim ve sıfat tevhidinin bir kısmını cehaletten veya inattan ötürü inkâr etse de bu böyledir.

Mesela; biz Yemame'nin Rahmanından (Müseyleme'den) başka bir Rahman bilmiyoruz, diyenler gibi. Allâh’u Teâlâ bunlar hakkında şu âyeti indirmiştir:

"Onlar Rahman'ı inkâr ediyorlar” (Rad: 30) 

Hâfız İbni Kesir (rh.a) diyor ki: Zâhir olan şudur ki; onların bunu inkar edişleri ancak bilerek, inat yoluyla ve küfürlerinde ısrar ederek yapılan bir inkardır. Zîrâ bazı câhiliye şiirlerinde Allâh’u Teâlâ’nın Rahman olarak isimlendirildiği vâkidir. Şair şöyle der:

[وما يشأ الرحمن يعقد ويطلق]

 "Rahmanın dilediği şey mutlaka yerine gelir."

Bir başkası da şöyle demiştir:

[أَلَا قَضَبَ الرَّحْمَنُ رَبِّي يَمِينَهَا]

"Rahman olan Rabbim onun sağ tarafını kesmedi mi…"

Bunların ikisi de câhiliye dönemine ait şiirlerdir. Züheyr ise şöyle demiştir:

فَلَا تَكْتُمُنَّ اللَّهَ مَا فِي نُفُوسِكُمْ ... ]

 لِيَخْفَى فَمَهْمَا يُكْتَمِ اللَّهُ يَعْلَمِ]

«Gizli kalsın diye Allah'tan sakın gizlemeyin içinizdekileri. \ Zîrâ Allah bilir kendinden gizlenen her şeyi.»

Derim ki: Onların Rahman sıfatı haricinde isim ve sıfat tevhidinden herhangi bir şeyi inkar ettikleri bilinmemektedir (Hatta istiva gibi sıfatları bile inkar etmemekteydiler. Mütercim). Eğer onlar tevhidin bu türünü inkâr etselerdi tıpkı ilâhiyet (ibadet) tevhidi hakkında verdikleri cevabın aynısını Nebi ﷺ’ye verirlerdi. Zîrâ onlar şöyle demişlerdi:

"İlahları(Ma’budları) tek bir ilah mı yaptı? Doğrusu bu şaşılacak bir şeydir" (Sad: 5)

 Özellikle Mekkî sûreler (olmak üzere Kur’ân) tevhidin bu çeşidi (uluhiyet Tevhid’i) ile doludur.


3- İlahlık(uluhiyet) tevhidi: (Allah'ı tek ilah ve mabud olarak tanımak)

Tevhidin bu çeşidi sevgi, korku, reca (ümit), tevekkül, rağbet (arzu), rahbet (korku), dua gibi ibadetleri sadece Allah'a yönelterek teellühü (ilah edinmeyi, ibadeti) Allah'a has kılma esasına dayanır. Bu esas üzerine de zâhirî (görünen) ve bâtınî (görünmeyen) bütün ibadetleri tek olan ve ortağı bulunmayan Allah'a has kılmak ve bu ibadetlerden hiç birisini Allah'tan başkasına (bırakın bir başkasını mukarreb(yakın kılınmış) bir melek veya gönderilmiş bir peygambere dahi) yöneltmemek prensibleri bina edilmiştir.


[ Bâtınî ibadetler kalp ile yapılan ibadetlerdir. İstiane(medet), istiaze(sığınmak), tevekkül, havf(korku) ve reca(ümit), muhabbet(sevgi), teslimiyet, duâ gibi ibadetler bunlardan bazılarıdır. Bâtınî ibadetler Zâhirî ibadetlerden daha önemlidir, çünkü kalbin ameli olan niyet ve ihlas ibadetin öncelikli şartıdır. Zîrâ münafık ile mümini birbirinden ayıran da kalpteki ihlastır.
Zâhirî ibadetler ise namaz, zekat, oruç, hac, zebh(kurban kesme), nezr(adak adama) ve muhakeme olmak gibi amellerdir. Zâhirî ibâdetler; söz, amel ve mal ile yapılan ibâdetleri kapsamına almaktadır.
Görüldüğü üzere ibâdet zâhirî, bâtınî, kavlî, amelî olarak bütün bir hayatı kapsamaktadır. “De ki: Şüphesiz benim namazım da, kurbanım da (diğer ibâdetlerim de), yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı da yoktur.” (Enâm: 162-163)
Müslümanın tüm hayatı, kendisini yaratan, yaşatan ve kendisine bu hayatı veren Allah içindir. Allah’ın bu konuda hiçbir ortağı da yoktur. Namazım, kurbanım, duâm ve diğer ibadetlerim, hatta yaşamımla ölümüm bile âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.
 Bu yüzden hayatımızın her alanı Allah’ın emir ve isteklerine, kanun ve hükümlerine, helal ve haramlarına göre belirlenmelidir. Hayatın bir kısmını Allah’a, geri kalan kısmını da başkalarına tahsis etmek; işte bu şirkin ta kendisidir. (TağutuRedd Yayınları) ]


Tevhidin bu çeşidi(uluhiyet tevhidi) Allâh’u Teâlâ’nın şu âyetlerinde anlatılan şeydir:

{إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ}

"Biz yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz" (Fatiha: 4)

“Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir, bütün işler O’na döndürülür; öyleyse O’na ibadet et ve O’na tevekkül et. Rabbin yaptıklarınızdan asla gâfil değildir.” (Hud: 123)

“(O) göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu halde O'na kulluk\ibâdet et; O'na kulluk etmek için sabırlı ve metânetli ol. O'nun bir adaşı (benzeri) olduğunu biliyor musun? (Asla benzeri yoktur).” (Meryem: 65)

{وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ}

“Ve sana yakîn(ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (Hicr: 99)

 Tevhidin bu çeşidi (uluhiyet tevhidi) dînin başı ve sonudur, bâtını (içi) ve zâhiridir (dışıdır). Rasullerin dâvetinin başlangıcı da sonu da odur. O, "la ilahe illallah" (Allah'tan başka ilah yoktur) kelimesinin mânâsıdır. Zîrâ ilah; sevgi, korku, yüceltme ve tazim ile ve de diğer ibadet çeşitleri vasıtasıyla kendisine ibadet edilen, ilah edinilen me'luh (ma'bud) demektir. Mahlukat bu tevhid için yaratıldı, resuller bunun için gönderildi, kitaplar bunun için indirildi. Bu uluhiyet tevhidi sebebi ile insanlar mü'min ve kafir olarak ve de saadete ermiş cennet ehli ve bedbaht olmuş cehennem ehli olarak ayrıldı. Allâh’u Teâlâ şöyle buyuruyor: "Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki korunasınız." (Bakara: 21)

Kur'an'da verilen ilk emir bu âyette (yer alan ibadette tevhid emri)dir.

“Andolsun ki, Nuh'u kavmine gönderdik ve o: Ey kavmim! Allah'a kulluk\ibâdet edin. Sizin için O'ndan başka bir ilah yoktur. Hâlâ sakınmaz mısınız? dedi.” (Mü'minun 23)

 Görüldüğü üzere bu, şirkin ortaya çıkmasından sonra gönderilen ilk rasûlün dâvet ettiği şeydir. Hud (as) ise kavmine şöyle demiştir:

{يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُ}

 "Ey kavmim! Allah'a ibâdet edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur" (A'raf 65)

 Salih (as) ise kavmine şöyle demişti: "Allah'a ibâdet edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur" (Hud 61)

Şuayb (as) ise kavmine şöyle dedi:

 "Allah'a ibâdet edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur" (A'raf 85)

İbrahim (as) ise kavmine şöyle demişti:

 “Muhakkak ki ben hanif(muvahhid) olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben müşriklerden (Allah’tan başkalarına ibadet edenlerden) değilim.” (En'am: 79)

 Allâh’u Teâlâ şöyle buyuruyor:

 “Senden önce hiçbir resûl göndermedik ki ona: "Benden başka İlâh yoktur; şu halde yalnız bana ibadet\kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya: 25)

 “Senden önce gönderdiğimiz resullerimizden sor: “Biz Rahman’ın dışında ibadet edilecek bir takım ilahlar kıldık mı?” (Zuhruf: 45)

 “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat: 56)

 (Rum hükümdarı) Hirakl (müşrik olduğu sırada) Ebu Süfyan'a Nebi ﷺ hakkında soru sorduğu esnada şunu da söylemişti: O size ne anlatıyor? Ebu Süfyan şöyle dedi:

 "Tek olan Allah'a ibadet edin, Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın ve de atalarınızın söyleyegeldikleri şeyleri terkedin"

 Rasulullah ﷺ Muaz radiyallahuanha şöyle demiştir:

 "Sen Ehl-i Kitaptan olan bir kavme gidiyorsun. Onları ilk çağırdığın şey Allah'tan başka ilah olmadığına (la ilahe illallah'a) şehadet etmek olsun."

 Bir rivayette ise "Allah'ı Tevhid ile birlemeye" şeklindedir.

 Tevhidin bu nev'i mükellef kimsenin üzerine vâcip olan ilk şeydir. Allah'ın Rasûlullah ﷺ'ı kendisiyle gönderdiği Kitap ve Hikmet'in mânâlarını bilmeyen (kelamcı ve filozoflardan) bazı kimselerin iddia ettiği gibi mükellef üzerine vâcip olan ilk şey (Allah'ın varlığını akıl yoluyla bulmak amacıyla tefekkür edip) düşünmek, düşünmeye yönelmek veya Allah hakkında şüphe etmek değildir.

 Bu (ibadette tevhid), vâciplerin en başta geleni ve de sonuncusudur. Kendisi vasıtasıyla İslâm'a girilen ilk şeydir. Dünyadan kendisiyle çıkılan son şeydir. Zîrâ Allah Resûlü ﷺ şöyle buyurmuştur:

 "Kimin son sözü "la ilahe illallah"(Allah’tan başka ibâdete layık ilah yoktur.) olursa cennete girer"

 "Ben insanlarla Allah'tan başka ilah olmadığına ve de Muhammed ﷺ'in O’nun Resûlü olduğuna şehadet edene kadar savaşmakla emrolundum." 

Hadis, muttefekun aleyh'tir. (Yani Buhari ve Müslim'in ortaklaşa rivayet ettikleri bir hadistir.)


Kur'an işte bu tevhidi gâyet fasih, anlaşılır bir şekilde açıklamış; onunla başlayıp onunla sona ermiştir. Bu hususta misaller vermiştir. Öyle ki Kur'an'da ibadet tevhidinden bahsetmeyen bir sûre yoktur. Tevhidin bu çeşidine başka isimler de verilmiştir:

 1- İlahiyet (İlahlık\uluhiyet) tevhidi: Zîrâ bu tevhid, teellühü yani ilah edinmeyi, ibadeti Allah'a has kılma esâsına bina edilmiştir. Bu ise muhabbetin, sevginin en şiddetlisinin sadece Allah'a ait kılınması mânâsına gelir. Bu da ibadetin Allah'a has kılınmasını gerektirir.

 2- Bu sayılan sebeplerden dolayı ibadet tevhidi ismini de alır.

3- İrâde (talep ve istek) tevhidi: Zîrâ bu tevhid, ameller vasıtasıyla Allah'ın vechini, rızâsını talep etme esâsına dayalıdır.

 4- Kasd (yöneliş ve arzuda) tevhid: Zîrâ tevhidin bu çeşidi kastı, yönelişi Allah'a has kılmak esâsına dayanır, bu ise ibadeti sadece Allah'a has kılmayı gerektirir.

5- Amelde tevhid: Zîrâ bu tevhid, yapılan amelleri tek olan Allah'a has kılma esâsına dayalıdır. Allâh’u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Dini (ibâdeti ve itaati) Allah'a has kılarak O’na ibadet edin" (Zümer: 2)

"De ki: Ben dîni O’na has kılarak (ihlasla) Allah’a ibadet etmekle emrolundum ve ayrıca ben müslümanların ilki olmakla emrolundum." (Zümer: 11-12)

"De ki: Siz O’nun haricinde kime ibadet ederseniz edin, ben dîni O’na has kılarak Allah’a ibadet ederim." (Zümer: 14-15)

“De ki: Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O'nun bu rahmetini önleyebilirler mi?” (Zümer: 38)

“De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına ibâdet etmemi mi emrediyorsunuz? (Resûlüm!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun (bilfarz) Allah'a ortak koşarsan, muhakkak ki bütün amellerin boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun! Hayır! Yalnız Allah'a kulluk\ibadet et ve şükredenlerden ol.” (Zümer: 64-66)

Zümer Sûresinin sonuna kadar bu şekilde devam etmektedir. Bütün bu sûreler tevhide çağırmakta, tevhidi emretmekte, tevhid hakkındaki şüphe ve itirazlara cevap vermektedir. Ve de Allah'ın tevhid ehline hazırladığı kalıcı nimetlerden ve de tevhide muhalefet edenler için hazırladığı can yakıcı azaptan bahsetmektedir. Kur'an'daki bütün sûreler hatta bütün âyetler bu tevhide (yani Allah'ı ibadet hususunda birlemeye) çağırmakta, ona şahitlik etmekte ve onu içermektedir. Zîrâ Kur'an ya Allâh’u Teâlâ’dan, Onun isim ve sıfatlarından ve de fiillerinden bahseder ki buna Rububiyet tevhidi ve Sıfat tevhidi isimleri verilir. Ki bunlar Uluhiyet tevhidini gerektirmekte ve onu içermektedirler. Veyahut da ortağı olmaksızın yalnızca O’na kulluk etmeye, O’ndan başka ibadet edilenleri terk etmeye çağırır; ya da çeşitli ibadet şekillerini emreder ve muhalif davranışları nehyeder ki buna da İlahlıkta ve ibadette tevhid ismi verilir. Bu da tevhidin sayılan diğer iki çeşidini gerektirir ve bu ikisini içerir.

Ayrıca Allah'ı tevhid edip O’na itaat edenlere yapacağı ikramdan, dünyada başlarına gelecek olaylardan, ahiretteki ikramdan haber verir. Bu tevhidin mükâfâtıdır. Veya müşriklerle ilgili şeylerden, dünyada bunlara karşı verilecek cezalardan, ahirette kendilerini nasıl bir azâbın beklediğinden haber verir. Bu da tevhid dairesinin dışına çıkanların göreceği cezadır.

Bu uluhiyet tevhidi, Allah'ın kendisinden başka bir din kabul etmeyeceği İslâm'ın hakikatidir. Zîrâ Allah Resûlü ﷺ şöyle buyurmuştur: “İslam beş temel üzerine kurulmuştur. Allah'tan başka ilah (mabud) olmadığına ve de Muhammed 'in O’nun kulu(abdi) ve Resûlü (elçisi) olduğuna şehadet etmek, namazı kılmak, zekâtı vermek, Beytullahı haccetmek ve de oruç tutmak."

Bu hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir. Bu hadiste İslâm'ın bu beş esas üzerine kurulduğunu haber vermektedir ki bütün bunlar birer ameldir. Bu da İslâm'ın emredilen fiilleri yapıp, nehyedilen işleri de terk etmek sûretiyle ve bütün bunları sadece Allah'a has kılarak tek olan ve ortağı bulunmayan Allah'a ibâdet etmek olduğuna delil teşkil eder. (Süleyman bin Abdullah rahimehullah)

Şeyh Süleyman bin Abdullah Tevhid’in önemi ile alakalı yazdığı başka bir yerde ise şöyle demiştir:


Anne-Baba’ya İyilikte Bulunmak

Eşi ve ortağı olmayan Allâh’u Teâlâ, sadece kendisine ibadet\kulluk edilmesini emredip hemen ardından da ana-babaya iyilikte bulunmayı emretmiştir. Nitekim bu durum bir başka âyette şu şekilde ifade edilmiştir:

“İşte bunun için "Bana ve ana-babana şükret" diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Bana’dır.” (31 Lokman/14)

﴿وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًاۜ اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَرِيمًا﴾

“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anne ve babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara "öf!" bile deme; onları azarlama, onlara tatlı ve güzel söz söyle.” (İsra 17\23)

Ana ve babana kötü bir söz söyleme! Kendilerine "öf" bile deme ve saygısızlık etme! Bu, onları inciten sözlerin en hafif olanıdır. Senden onlara karşı çirkin bir davranış meydana gelmesin. Onlara karşı bir yanlış yapma! Ata b. Ebi Rebah'ın da dediği gibi "Ellerin onlara asla kalkmasın!"

Allah Subhânehu ve Teâlâ kişiyi ana-babasına karşı çirkin ve hoş olmayan davranışlarda bulunmaktan sakındırırken onlara karşı iyi davranmayı da emretmiştir.

“İkisine de hep tatlı söz söyle!” 

Yani onlara yumuşaklıkla, güzellikle, edep ve vakarla yaklaş!

﴿وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي صَغِيراً﴾

“Onlara, merhametten ileri gelen tevâzu kanadını indir ve "Rabbim! Onların küçükken bana bakıp terbiye ettikleri gibi sen de onlara merhamet et" diye dua et!” (İsra 17/24)

Yani anne ve babana karşı alçak gönüllü ol! Gerek yaşlılıkları sırasında, gerekse de ölümleri sırasında onlara karşı görevlerini sakın aksatma!

Anne ve babaya karşı iyi davranma konusunda bir hayli hadis rivayet edilmiştir.  

Ebu Bekre radıyallahuanh’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah ﷺ şöyle buyurdu: Size günahların en büyüğünün ne olduğunu haber vereyim mi?

-              Elbette ey Allah'ın Rasulü!

-              Allah'a ortak koşmak, ana ve babaya ezâda bulunmaktır.

Kendisi bir yere yaslanmıştı. Hemen doğrulup oturdu ve şöyle buyurdu:

-              Sizi yalan uydurmaktan da (iftira ve yalancı şahitlikten de) sakındırırım.

Bu sözü o kadar tekrarladı ki biz 'Keşke artık sussa' diye düşündük.” (Buhari, Edeb/6, Müslim, İman/1.)

Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Rabbin rızâsı, ana ve babanın rızâsının kazanılmasındadır. O'nun gazâbı da, ana ve babanın memnuniyetsizliğindedir.” (Tirmizi, Birr/3.)

(Süleyman bin Abdullah rahimehullahtan yapılan alıntı sona erdi.)


Allâh’u Teâlâ müşrik ve kâfir de olsa anne babaya itaatle alakalı olarak başka bir yerde aşağıdaki gibi buyuruyor ve yine kendisinin kulları üzerindeki hakkı her şeyden ve elbette anne-babanın evlatları üzerindeki hakkından da büyük olduğu için tevhidin zıttı olan şirkle alakalı bizleri uyarıyor:

﴿وَاِنْ جَاهَدَاكَ عَلٰٓى اَنْ تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًاۘ وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ اَنَابَ اِلَيَّۚ ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ﴾                        

"Eğer(anne ve baban), hakkında hiçbir bilgi sâhibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin (muvahhidlerin) yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim." (Lokman 15)

﴿يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ﴾

“Ey îmân edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim 6)

﴿قُلِ اللّٰهَ اَعْبُدُ مُخْلِصًا لَهُ دِينِيۙ فَاعْبُدُوا مَا شِئْتُمْ مِنْ دُونِهِۜ قُلْ اِنَّ الْخَاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْلِيهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَا ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ﴾

 “De ki: Ben, dînimi O’na hâlis kılarak yalnız Allah'a ibadet ederim. Artık siz de O'ndan başka dilediğinize ibadet edin! De ki: Hüsrâna uğrayanlar; kıyamet gününde kendilerini de, ailelerini de hüsrana uğratanlardır. İyi bilin ki, apaçık hüsran işte budur.” (Zümer 14-15)

Yayınevimizden çıkacak olan “Tevhid Risaleleri-2” isimli eseri okumadan önce elinizdeki kitapçığı iyi anlamaya çalışmanızı sizden ricâ ediyoruz.

2’nci eserde günümüzde yaygın olarak işlenen şirk ve küfür çeşitlerine değinecek ve insanları şirke dâvet eden saptırıcı müşrik önderlerini yani tağutları deşifre edeceğiz. Bunun sebebi de kendimizi ve ailemizi bu şirklerden muhafaza etmek ve Tevhid üzere can vermek için elimizden gelen bütün gayreti ortaya koymaktır. Gayret bizden Tevfik ve Hidâyet Allah Subhânehu ve Teâlâ’dandır.

[Arapça-Türkçe Tevhid Risaleleri-1 sayfa 71-89]

Devamı:

5- Allah Merhametlilerin En Merhametlisidir
6- İslam'a Girmek İçin Şirkten Berî Olmak Gerekir

Devamı İçin Tıkla: [TEVHİD 2]



Kitabın Tamamının PDF'si İçin: TIKLA

Report Page