KELİMELER

KELİMELER

Garib Bir Muvahhid

Bilinmesi Zarurî Olan Kelimeler 

{Arapça-Türkçe Tevhid Risaleleri-1} İçerisinden. Sayfa 8-18

Kelimeler

  Kâfirler İslâm’ın temeli ile alakalı kelimelere tahammül gösteremezler. Bu yüzden ya bu kelimeleri yasaklarlar ya da kelimelerin anlamlarını saptırırlar. Mesela laikler 2005 yılında şu İslâmî kelimlerin kendi okullarında kullanımını yasaklamışlardır: “bel’am, beyt’ül mal, biat, cemaat, cihad, dar’ül erkam, dar’ül harp, dar’ül İslam, emir (lider anlamında) emir’ül müminin, fetva, firavun, halife, hicret, hilafet’ül müminin, Hizbullah, hizbuşeytan, imam, imamet, infak, kâfir, karun, kışla, laikler, laikçiler, Medine dönemi, medrese, Mekke dönemi, mele (molla anlamında), mücâhid, mümin, münafık, müstaz’af, müstekbir, seyda, şehadet, şehit, şeriat, şeyh, şeyh’ül İslam, şirk, şûra, tağut, tebliğ, tekke ve tevhid.”

  Bu yüzden, bu eserde kullanacağımız bâzı kelimelerin mücmel\özet anlamlarını vermenin faydalı olacağı kanaatindeyiz. Kelimelerin gerçek anlamlarını bilmeyen insanlara o kelimelerle hakîkati anlatmanın müşkilâtı mâlumdur.


Şart: [شَرْط]

Türkçe’de (-se, -sa) ekleriyle dile getirilir. Şart, bulunması kendisinin bulunmasına bağlı olan husustur. Şart bulunmazsa hüküm de bulunmaz, ancak şartın bulunması hükmün bulunmasını gerektirmez. Meselâ abdest namazın bir şartıdır, abdest bulunmazsa namaz olmaz, ama her abdestli olan kişi; diğer rükün ve şartlar da yerine gelmediği müddetçe mutlak olarak namaz kılmış da sayılmaz. İlim yani Kelime-i Tevhid’in anlamını bilmek Kelime-i Tevhid’in 7 şartından birisidir. Bu yüzden Kelime-i Tevhid’in nefy(red) ve ispat(kabul) içerdiğini bilmeyen yani buna dair cehalette olan kişi Müslüman olmanın şartını yerine getirememiş demektir. Şart’ın çoğulu ‘şurût’tur.


Rükün: [رُكْنٌ]

Rükün de şart gibidir. Bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı olmakla birlikte onun yapısından bir parça teşkil etmeyen işe şart, bununla beraber o işin asıl ve esas parçalarını teşkil edene de rükün denir. Mesela abdest namazın şartıdır, secde ise namazın rüknüdür. İlim kelime-i tevhidin bir şartıdır. Kelime-i Tevhid’in tağutu reddedip Allah’a îmân yani nefy(red) ve ispat(kabul) içeriği de iki rüknüdür. Rüknün çoğulu da ‘erkân’dır.


İlah: [اِلٰه]

 İlah sanıldığının aksine yaratan, rızık veren ve yaşatan anlamına gelmemektedir.    

Nitekim Mekkeli müşrikler de dâhil peygamberlerin gönderildiği tüm kavimler zaten Allah’ın varlığını ve yaratan olduğunu kabul ediyorlardı ama Allah’tan başkalarına ibâdet ediyorlardı. Allah’tan başkasına ibâdet eden kimse ibâdet ettiği şeye ilahım demese bile Allah’tan başkasını ilah edinmiştir. Meşhur dilbilimci Zemahşerî şöyle demiştir:

“İlâh kelimesi adam ve at kelimeleri gibi cins bir isimdir. Bu nedenle ilâh kelimesi ister hak, ister bâtıl olsun kendisine ibâdet edilen her şeye isim olabilir. Sonraları hak mâ’bud olan (Allah için) kullanılması gâlip geldi (yaygınlaştı)”(El Keşşaf 1\36)


İbâdet: [عِبَادَة]

Türkçesi tapmak demektir. Mastarı ‘ubudiyyet’ veya ‘kulluk’tur. İsm-i fâili ‘abd’ ve ‘kul’dur. İbâdet Allah’ın sevip râzı olduğu ve emrettiği amelleri Allah’ın belirttiği şekilde yerine getirmek ve nehyettiklerinden kaçınmak sûretiyle Allah’a itaat etmek demektir. İbni Kesir rahimehullah şöyle demiştir:

"Allah'a ibadet etmek; emrettiği amelleri yapmak, sakıncalı ve yasaklanmış olan amellerden de uzak durmak sûretiyle Allah'a itaat etmek demektir. İşte bu İslam dîninin hakikatidir. Zîrâ İslâm'ın mânâsı: Allah’a tam mânâsıyla teslim olmaktır. Ki bu en son noktada bir inkiyad yani boyun eğmeyi, tezellül yani alçalmayı ve de hudu’ yani alçak gönüllü olup tevâzu etmeyi ihtivâ eder (içerir)."

İbâdet insanların sandığı gibi sadece namaz kılmak veya oruç tutmak değildir. Bilakis hayatın her alanının Allah için düzenlenip; dua, inkiyad, korku, ümit, hükmüne râzı olmak ve Allah’ın hükmüne başvurmak(muhakeme) gibi Allah’ın emredip râzı olduğu tüm ameller ibadet kapsamına girmektedir. Müslümanın tüm ibadetleri, hayatı ve ölümü kendisine bu hayatı veren Allah içindir.

{ قُلْ اِنَّ صَلَاتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَۙ لَا شَرِيكَ لَهُۚ}

 “De ki: “Şüphesiz ki benim namazım, kurbanım (diğer ibadetlerim), hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” “O’nun hiçbir ortağı da yoktur…” (Enam Sûresi 162-163)

İbâdetin ve tüm amellerin Allah katında kabul edilmesinin üç şartı vardır:

1- Îmân: Bu ameli işleyen kişi tağutu reddedip Allah’a îmân eden bir muvahhid olmalıdır. Kafirlerin ve müşriklerin tüm iyi amelleri, namazları ve oruçları boşa gitmiştir.

2- İhlas\Samimiyet: Yapılan amel yalnız Allah rızâsı için yapılmalıdır. Riyâ ve şirk girmemelidir. Nitekim ameller niyetlere göredir.

3- Mutabaat: Yapılan amel Muhammed ﷺ‘in şeriatına yani İslâm’a uygun olmalıdır. Yani bidat bir şekilde olmamalıdır. Bu üç şart birarada bulunmazsa amel geçerli ve makbul olmaz.

Allah insanı boş yere değil, bilakis kendisine itaat ve ibâdet etmemiz, kanunlarına uyup hayatımızı kendi istediği şekilde düzenlememiz için yaratmış, Resullerini bu esas üzere göndermiş, Kuran’ı yine bunun için açıklamış ve müşrik ile Müslüman ayrımını da yine bu kelimeye göre belirlemiştir. İbâdeti ve mutlak itaati tek hak eden yüce Rabbimiz Allah ﷻ şöyle buyuruyor:

{وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ}

 “Ben cinler ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56)

{وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوحِٓي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا فَاعْبُدُونِ}

“Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona: Benden başka ilah yoktur, öyleyse (yalnız) bana ibâdet edin diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya 25)

{وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ}

“Andolsun ki biz her ümmete: “Allah’a ibadet edin ve tağut(a kulluk)tan kaçının.” (diye tebliğ etmesi için) resûl göndermişizdir.” (Nahl 36)

 “Elif, Lâm, Râ. (Bu,) âyetleri sağlamlaştırılıp (muhkem kılınmış) sonra da hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar (olan Allah) tarafından detaylı olarak açıklanmış bir Kitap’tır. (Bunun sebebi de) Allah’tan başkasına ibâdet etmemenizdir. Şüphesiz ki ben, size O’ndan bir uyarıcı ve müjdeciyim.” (Hûd 1-2)

Ulûhiyet\İlahlık Tevhidi kulun (ibâdet, itaat, teslimiyet gibi) kendi fiilleriyle Allah’ı birlemesi yani bu amelleri sadece Allah’a yöneltmesi demektir.


Tevhid: [تَوْحِيد]

Allah’tan başka ilah yoktur. [Lâ İlâhe İllallah] [لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ]

Arapça sırasıyla: “İlâh yoktur, Allah’tan başka.”

Tevhid birlemek anlamına gelir. Tevhid tüm tağut, şirk ve küfürleri reddedip ibadet nev’inden tüm amelleri yalnız Allah’a has kılmaktır. Nitekim İbni Abbas şöyle demiştir: “Kur’ân’da ibâdeti emreden hususların hepsinden kasıt Tevhid’dir.” (Begavi Tefsiri,1\71)  Şu âyet de Kelime-i Tevhid’in tefsiri niteliğindedir:

{فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى لَا انْفِصَامَ لَهَا}

“Her kim tağutu reddedip Allah’a îmân ederse kopmak bilmeyen sapasağlam kulp (olan Kelime-i Tevhid’e) tutunmuş (ve İslam dînine girmiş) olur.” (Bakara 256)

Âyet-i kerîmede “Her kim tağutu reddedip, Allah’a îmân ederse” buyrulmuş Allah’a îmân için önce tağutun reddi emredilmiştir. Yani kelime-i tevhîd’de olduğu gibi önce nefy(red), sonra isbât(kabul) emredilmektedir. Kelime-i tevhîd’in “İlâh yoktur” (لَا اِلٰهَ) kısmı nefy\red, “Allâh’tan başka”(اِلَّا اللّٰهُ) kısmı ise isbâttır. Âyetteki “Her kim tağutu reddederse” kısmı red, “Allâh’a îmân ederse” kısmı ise isbâttır.

Yani Allah’ın dışında bir ilah, yaratıcı, rızık verici, kanun koyucu, kendisine ibadet edilmeye layık hiçbir ilah yoktur demek ve tağutları reddetmek, şirk ve küfürden kaçınmak red kısmını; ibâdeti, itaati ve teslimiyeti Allah’a has kılmak ise isbât kısmını içermektedir. İşte bu Kelime-i Tevhid’in iki rüknüdür. Rükünleri ve şartları yerine getirilmeden söylenen kelime-i tevhid kişiye fayda vermez. Süleyman bin Abdullâh rahimehullah şöyle demiştir:

“Mânâsını bilmeden, gerektirdiği tevhîdi sağlamadan, bütün şirkleri terketmeden ve tağutu reddedip tekfir etmeden şehâdet kelimesini söylemek icmâ ile sâhibine bir fayda sağlamaz.” [Teysiri’l-Azîzi’l-Hâmid: 51.]


Muvahhid: [مُوَحِّد]

Allah’ı Tevhid ile birleyen kişi. Tağutu reddedip tüm şirk ve küfürlerden berî olmuş bulunan mümin.

Şirk: [شرك]

 Ortaklık anlamına gelir. Şirk tevhidin zıttıdır. Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.” (Nisa 36)

Şirkin yani Allah’a ortak koşmanın temelinde ibâdeti Allah’tan başkasına yapmak, yalnız Allah’a ait olan vasıfları Allah’tan başkalarına vermek yatmaktadır. Allah şirk işleyenleri asla affetmeyeceğini (Nisa 48), onlara cenneti haram kılıp ebedi cehennemi hak ettiklerini (Maide 72) ve şirk koşanın bütün amellerinin boşa gideceğini (Zümer 65) bildirmiştir ki bu âyetler bile şirkin tehlikesini gözler önüne serer.

Müşrik: [مُشْرِك]

Şirk ameli işleyen kâfir kişi.

Zulüm: [ظُلْمٌ]

Haksızlık. Adaletsizlik. Bir hakkı kendi yerinden başka bir yere koymak. Bu yüzden Allah’ın hakkı olan ibâdeti başkasına yapmak demek olan şirk en büyük zulümdür.

 “Hani Lokman, oğluna öğüt verirken demişti ki: “Oğulcuğum! Allah’a şirk koşma! Şüphesiz ki şirk, çok büyük bir zulümdür.” (Lokman 13) Zulmün zıttı olan adalet ise Allah’ın dîni ve şeriatıdır.


Zâlim: [ظَالِم]

Zulüm fiilini işleyen fail kimse.


Küfür: [كُفْرٌ]

Dînen bilinmesi zarûrî bir meseleyi inkâr etmek veya Allah’a ortak koşmaktır.


Kâfir: [كَافِر]

Büyük küfür olan ameli işleyen kimse. Ebedî cehennemlik bir kimsedir.


Tekfir: [تَكْفِير]

Bir kimseyi küfre nispet etmek, ondan teberrî edip dîninden berî olduğunu belirtmek demektir. Bir kimsenin kafir olduğuna inanmak demek olup Müslüman; Allah’ın kâfir dediklerine kafir der, Allah’ın Müslüman dediklerine de Müslüman der. Allah’ın kafir dediklerine (mesela Yahudilere, Hristiyanlara, şeytana, tağutlara ve müşriklere) Müslüman diyen veya Allah’ın Müslüman dediklerine (Mesela tağutu reddeden muvahhidlere, Ebu Bekir ve Ömer bin Hattab radiyallahuanhumaya) kafir diyen Allah’ı yalanladığı için kâfir olur.


Şeriat: [شَرِيعَة]

Şeriat insanların fiillerini sınır altına alıp düzene koyan, insanlar arasındaki münâsebeti belirleyen, devlet işlerini, iktisâdı (ekonomiyi) ve toplum hayatını tanzim eden kanunlar mecmuasıdır. Allah’ın koyduğu kanunların esas alındığı; temeli Kur’ân ve Sünnet olan sistem, şeriattır. Şeriatı Allah kendi istediği zaman peygamberlerle değiştirebilir, çünkü Allah dilediği gibi hükmeder. Nitekim peygamberlerin şeriatları farklı olsa da hepsi aynı Tevhid\İslam dînindendir. Rasulullah ﷺ ise tüm insanlığa gönderilmiştir ve Rasulullah’ın şeriatından başka şeriatlara mesela Tevrat’a, İncil’e veya beşerî şeriatlara tâbi olanlar İslam dîninden başka bir dîne mensupturlar.


Rabb: [رَبٌّ]

Terbiye eden, düzenleyen, mâlik (mülk ve iktidar sâhibi) müdebbir(yönetici) anlamına gelir. Yeri göğü yaratan, tüm kâinatı bir düzene koyan, tasarruf sahibi olan yani istediği şekilde sevk ve idare edendir. Kanun belirlemek, kullarının hayatları da dâhil her şeyi düzenlemek de Allah’ın rubûbiyetinin özelliklerindendir. Genelde müşrikler Allah’ın yaratıcı, yağmur yağdıran ve öldürüp yaşatan olduğunu kabul ederler. Ama Allah’tan başkalarına ibadet ederek veya Allah’ın teşrî yetkisini başkalarında görerek şirk koşarlar.

{وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ}

“Onların (İnsanların) çoğu ancak ortak\şirk koşarak Allah’a inanırlar” (Yusuf 106)

İbn-i Abbas bu âyetle ilgili olarak şunları söyler;

“Onlara kendilerini kim yarattı, göğü ve yeri kim yarattı diye sorarsanız, “Allah” diye cevap verirler, işte bu onların inancıdır. İbâdet etmeye gelince Allah'tan başkasına ibadet ederler, bu da onların ortak koşmaları, şirkleridir.”  (Bakınız; Kütüb-i Sitte, 4/33)

Rubûbiyet\rablik tevhidi Allah’ı kendi fiillerinde birlemek demektir.


Teşrî: [تَشْرِيع]

Kanun koymak veya yasama demektir ki yalnız Allah’a ait bir vasıftır. Rubûbiyetin temel özelliklerindendir. Egemenlik ve hâkimiyetin temelinde teşrî\yasa koyma\hüküm belirleme bulunmaktadır. İnsan kanun belirlemek için değil, Allah’ın kanunlarına itaat etmek için yaratılmıştır.

 {اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُوا اِلَّا اِيَّاهُ}

“Hüküm yalnızca Allah’a aittir, O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretti” (Yusuf 40)

{وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِٓ اَحَدًا}

“O(Allah) hüküm koymada ortak kabul etmez!” (Kehf 26)

Bu âyete göre her kim Allah'ın izni olmaksızın insanlara kanun koyarsa kendisini Allah'a denk\ortak koşmuş demektir. İmâm Taberî, şöyle demiştir:

“Allâh’u Teâlâ, yarattığı hiçbir mahlûku hüküm verme konusunda kendisine ortak kabul etmez. İnsanlar arasında hüküm verecek yalnız O’dur. Hüküm verme, ihtilafları çözme, insanları ve işlerini idâre etme konusunda dilediği ve sevdiği şekilde hareket eder. Bu özellik sâdece O’nun hakkıdır.” [Taberî, Câmiu’l-Beyân: 15/234.]

{اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُ}

“Dikkat Edin! Yaratmak da Emretmek de Allah’a aittir.” (Araf 54)

İmâm Begâvî, şöyle demiştir:

“Hüküm vermek, emretmek ve yasaklamak ancak Allâh’u Teâlâ’ya ait bir haktır.” [Begavî, Meâlimu’t-Tenzîl: 2/493.]

Yarattığı kullarının hayatlarını düzenlemek, onlar için kanunlar koyup hüküm belirlemek, istediği şeyleri emredip istediği şeyleri yasaklamak yalnız Allah’a ait bir vasıftır. Bu hakkı Allah’tan başkasına veren kimse müşrik olur.

Mesela Nakşibendi tarikatının önde gelen şeyhlerinden Muhammed Emin müridin şeyhiyle olan ilişkisinde bulunması gereken edep ve kurallar için bir usûl koymuş:

“Mürid bütün nimetleri şeyhinden bilmelidir.” [el-Mevehib 394-395]


Halbuki: “Size ulaşan her nîmet Allah’tandır.” (Nahl 53)

Bütün nîmet Allah’tandır, rızkı veren Allah’tır. Allah’ın bu vasfını başkalarında görenler nasıl müşrikse Allah’ın kanun koyma (teşrî) vasfını başkalarında gören kimseler de aynen böyle Allah’a ortak edinmiş birer müşriktirler.

{أَمْ لَهُمْ شُرَكَاء شَرَعُوا لَهُم مِّنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن بِهِ اللَّهُ}

“Yoksa Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine dinden teşri\kanun kılacak (şirk koştukları) ortakları mı vardır?” (Şura 21)


Din: [دِينٌ]

İslâm’ın aslı ile beraber îmân ve amel de dâhil bütün şeriatın ismidir. İnsanların hayatlarını düzenleyen ve sınırlayan, ubudiyet ve muamelatını belirleyen kanunların heyet-i mecmuasıdır. Ki buna göre yaşam tarzı belirleyen tüm sistemler(demokrasi, laiklik, sosyalizm vs.) birer dindir. Allah’ı yasa koyucu, kanun belirleyici, ibâdet ve itaat edilecek yegâne ilah kabul eden Allah’ın dîninden, başkalarında bu hasletleri gören ise başkalarının dînindendir.

 Şeyhülislam İbni Teymiyye şöyle diyor:

“Allah'ın dîni demek: O'na itaat etmek, O'na İbadet\kulluk etmek, O'na boyun eğmektir. İbadetin ve kulluğun aslı da yine tezellül, alçalarak boyun eğmektir. Araplar; bu anlamda
(طَرِيقٌ مُعَبَّد): ibadet edilmiş yani ayakların çiğnediği yol derler. (yolun çiğnenmesini, ezilip geçilmesini ibadet kavramıyla ifade ederler) Fakat İslam’da emrolunan "ibadet" ise zillet (alçalma) ve muhabbet (sevgi) mânâlarının hepsini birden ihtivâ eder. Yani Allah'a karşı sonsuz zilleti (boyun eğişi, alçalmayı) ve sonsuz sevgiyi ihtivâ eder.”[Mecmu’ul Fetava, 10/152-153]


Câhiliye: [جاهليّة]

İslâm’ın dışında kalan tüm bâtıl düzen\sistem ve dinlerin ortak adıdır.

“Onlar, hâlâ câhiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak bilen bir topluluk için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim vardır?”  (Mâide, 50)  İbni Kesir âyetin tefsirinde diyor ki:

Hasan (r.a.) şöyle demiştir: "Allah'ın hükmünden başka bir hükümle hükmedenin hükmü, câhiliye hükmüdür.”


Laiklik: [عَلْمَانِيَّة]

Dinsizlik. Laiklik ve Demokrasi gavurca olan kelimelerdir. Bu yüzden bu iki kelimenin tanımı, bu kelimeleri uyduran gavurlar tarafından belirlenmiştir. Laiklik özgürlük kisvesi altında insanın hayvan gibi yaşamasını savunan, hayvânî yaşantılarına Allah’ın müdâhalesini reddedip hevâlarına göre bir yaşam, ve bu yaşamın sınırlarını belirleyen kanunlar belirleme serbestiyetidir ki Allah’ın hükümlerinin dünyada geçerliliğinin olmadığını savunan bu görüşün küfür olduğu açıktır. Kısaca Allah’a senin hükmün bu dünyada geçmez deme hadsizliğidir! İlber Ortaylı gibi laik ve Kemalist biri bile İslâm’ı bugün kendilerine İslamcı diyenlerden daha iyi kavramış gözüküyor, bu laik şöyle diyor: “Din ile devletin ayrılması (laiklik) Yahudilik ve Müslümanlıkta imkansızdır. Çünkü her iki din, insanların yirmi dört saatini ayarlar. Sadece devletle olan ilişkilerini değil özel hayatlarını, nasıl yiyip içeceklerini, nasıl temizleneceklerini, karı-koca arasındaki ilişkiyi ve tabii ki devletle olan ilişkiyi belirler.” (Tarihin İzinde, 2008, sayfa 179)

Laikler insanlara laikliği şirin göstermek için laiklik özgürlüktür ve tüm dinleri eşit kabul etmektir derler. Bu tanıma göre Ebu Cehil’in şirk dîni ile Muhammed ﷺ’in Tevhid dîni eşittir. -haşa-. Bunun da küfür olduğu açıktır, ayrıca İslam’da özgürlük de yoktur, özgürlük hayvanlara mahsustur, insan Allah’ın yasalarına göre hayatını düzenlemek mecburiyetindedir. Kafir ve müşriklerin yeri ahirette cehennem olduğu gibi dünya hayatında da cizye verip şeriata boyun eğmezlerse veya Müslüman olmazlarsa Tevbe Sûresi 5’inci âyetin muhatabı olmaktır.


Demokrasi: [دِمُقْرَاطِيَّة]

Eski Yunancada halk anlamına gelen ‘demos’la, hükmeden güç ve iktidar anlamına gelen ‘cratos’ kelimelerinden meydana gelmiştir. Allah’a ait olan egemenlik yani kanun koyma vasfının millete verilerek milletin Allah’a ortak\denk tutulması şirkidir!    

Görüldüğü üzere demokrasi laikliğin tamamlayıcısıdır. Biz daha önce İslâm’ın; tağutu yani Allah’ın dışında egemenlik ve uluhiyet iddiasında bulunan varlıkları reddedip egemenliği ve uluhiyeti (ibadet ve itaati) yalnız Allah’a has kılmak olduğunu belirtmiştik. Laiklik ve demokrasi bütünlüğü de İslâm’ın zıttı olarak:

Dünya yüzeyinde bulunan tüm dînî kaynaklı kanunları ve kuralları reddetmek (laiklik) ile birlikte egemenliği ve mutlak yasa koyma, kanun belirleme, insanların hayatlarını düzenleyip anlaşmazlıklarını çözüme kavuşturma mercîinin sadece ve sadece millet olarak kabul edilmesidir (demokrasi).

Demokrasi ve Laikliğin Tevhid’in zıttı olan birer şirk dîni olduğunu anlatmaya daha fazla gerek yoktur.

Cumhuriyet: [جُمْهُورِيَّة]

Milletin, vekilleri ile uydurduğu teşriler\yasalar ile hükmedecek devlet başkanını milletin çoğunluğunun belirlemesi esâsına dayanır. Buna göre demokrasi bir yaşam biçimidir, egemenliği ve mutlak yasa koyma, insanların hayatlarını düzenleyip anlaşmazlıklarını çözüme kavuşturma mercîinin sadece ve sadece millet olarak kabul edilmesi yani kısaca milletin hevâ ve hevesine göre insanın hayatının düzenlenmesi esas alınmış ve millet ilahlaştırılmıştır, millet Allah’a denk tutulmuştur. “Hamd gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı vâr eden Allah’a aittir. Böyle iken kafirler rablerine başkalarını denk tutmaktadırlar” (Enam 1) Cumhuriyet ise rejimin yani hükümet ve devlet başkanının milletin vekillerinin koyduğu yasalarla hükmetmesi için yine milletin hevâ ve hevesine göre belirlenmesi esâsına dayanır. Halbuki İslam’da hakîkati insanların çoğunluğunun hevâsı belirlemez. “Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah’ın (Hakk) yolundan saptırırlar.” (Enam 116) Allah’ın insana verdiği yaşamın; demokrasi, sosyalizm veya başka bâtıl yaşam biçimleri ile değil Allah’ın kanunlarının esas alındığı yaşam biçimi olan İslam ile düzenlenmesi gerekir. Çünkü yarattığı kullarının hayatlarını düzenlemek yine kullarını yaratan Allah’ın hakkıdır. İşte hak ve hakîkat, Allah’ın nizâmıdır. “Hakk rabbinizden gelendir.” (Kehf 29) ve “Hakkın dışında sapıklıktan başka ne vardır!” (Yunus 32)

Rabbimiz olan Allah, faizi haram kılarak temeli faize dayalı, sermâyederlerin fakiri sömürdüğü kapitalizmi, alışverişi (yani mülkiyet hakkını) helal kılarak alışverişin olmadığı, herkesin karneye mahkum olduğu herkesin devlete çalıştığı ve emeğinin karşılığını alamadığı komünizmi, "Hüküm Allah'ındır" diyerek de demokrasiyi ve tüm bâtıl düzenleri reddetmiştir!


Şûra\İstişâre: [شُورَة/اِسْتِشَرَة]

Allah ve Resûlünün hakkında hüküm vermediği meselelerde Muvahhid Müslümanların birbirleri ile Kur’ân ve Sünnete uygun görüş bildirip ortak karar almalarına denir. Demokrat kâfirler demokrasi istişare demektir bu yüzden İslâm’a uygundur diyerek insanları saptırmaktadır. Allah ve Resûlünün hakkında hüküm bildirdiği (içki serbest mi olsun, zînâya ne ceza verilsin gibi) meselelerde insanlar istişâre yapamaz. “Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, inanmış erkek ve kadının o iş hakkında tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzab 36) İnsanlar Allah’ın izin vermediği kanunlar da belirleyemez. “Yoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine teşri\kanun kılacak (şirk koştukları) ortakları mı vardır!” (Şura 21) Demokrasi yaşam biçimidir, her şeyde millet karar verir. Her din bir yaşam biçimi, her yaşam biçimi bir dindir. Bu yüzden demokrasi bir dindir. Demokrasiyi kabul etmek demek Allah’ın dîninden başka bir din kabul etmek demektir. Cumhuriyet ise rejimin adıdır. Hükümet ve devlet başkanını milletin vekillerinin koyduğu yasalarla hükmetmesi için belirler. Cumhuriyet Demokrasinin tamamlayıcısıdır. İslam dîni Kur’ân ile hükmetmek kaydıyla devlet başkanı seçimine karşı değildir. Ve bunun adı da cumhuriyet değildir!!! Allah’ın hüküm verdiği konularda Müslümanlar seçim yapamaz, tercih kullanamaz. Yasa koyma hakkı yalnız Allah'ındır. Başkası kendinde görürse şirk işlemiş olur. Allah'ın hüküm vermediği konularda İslâm’a uygun istişâre yapılabilir. Mesela Allah halifenin kimin olacağına dair kat'i hüküm vermediği için Halifeyi Ehlu'l-Halli ve-l-Akd istişare ile belirleyebilir, ona biat edebilir.


Ehlü’l Hâl ve’l-Akd:

İslam şeriatı ile hükmeden devletin başkanını belirlemek ve gerektiğinde yani küfür ve şirk işlediğinde veya Allah’ın hükümleri ile hükmetmediği zaman devlet başkanını görevden almakla yetkili olan erkeklerden ve ilim sahiplerinden müteşekkil istişâre kurulu.


Tağut: [طَاغُوت]

Haddini aşan varlık demektir. Allah’ın çizdiği kulluk sınırını aşan her varlık için kullanılabilir. Mesela Allah insanları ve cinleri kendisine ibadet etsinler, kendi hükümleri ile hayatlarını düzenlesinler diye yaratmıştır. Bu kulluğun bir sınırıdır. Her kim bu sınırı aşar ve insanları kendine ibadet etmeye çağırırsa veya kendi kanunları ile hayatlarını düzenlemelerini isterse haddini aşmış ve tağut olmuştur. Şeytan en büyük tağuttur ama tek tağut şeytan değildir. Tağutun kapsamlı tanımı ve nasıl reddedilmesi gerektiği ile alakalı risâle elinizdeki kitapçığın içerisinde mevcuttur.


[Arapça-Türkçe Tevhid Risaleleri-1 sayfa 8-18]

Devamı İçin Tıkla: [Takdim ve Şeyh Muhammed Bin Abdulvehhab'ın Hayatı ve Dâveti]



Kitabın Tamamının PDF'si İçin: TIKLA

Report Page