Beşerî Kanunlar

Beşerî Kanunlar

Garib Bir Muvahhid

BEŞERÎ KANUNLAR

 

“Yoksa insan başıboş bırakılacağını mı zanneder?” (Kıyame 36)

İmam Şâfî âyette geçen başıboş(süda) ifadesinin emir ve yasak anlamına geldiğini dolayısıyla âyetin anlamının "Emir ve nehiy olunmayacağını mı zanneder?" olduğunu belirtir. (İmam Şafi, Er Risale 25)

“Ey Davud! Seni yeryüzünde halife kıldık. (Öyleyse) insanlar arasında hakla hükmet. Sakın nefse\hevâya uyma, yoksa seni, Allah’ın yolundan saptırır.” (Sad 26) “Gök, yer ve ikisi arasındakileri boş/amaçsız yaratmadık. Bu kâfirlerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay o kâfirlerin hâline!” (Sad 27)

Allah Davud aleyhisselam’a hak ile hükmedip hevâya uymamasını emrettikten sonra insanı başıboş yaratmadığını belirtmektedir. Yeri ve göğü yaratan, insanı öldürüp yaşatan ve insana bu hayatı veren kim ise insanın hayatını düzenleyecek yasalar belirleyecek olan ve kendisine mutlak mânâda itaat gösterilip ibâdet edilecek olan da sadece O’dur. Ve O da Allah Subhânehu ve Teâlâ’dır. Allah insanı başıboş, ot gibi gelip gitsin, yiyip içip gebersin diye yaratmamıştır. İnsanı; kendi hayatını kendi emir ve isteklerine uygun bir şekilde düzenlemesi için yaratmıştır ki bu da ibâdet kavramıyla ifâde edilmiştir. İbâdet de Allah’ın emrettiklerine boyun eğmek ve yasakladıklarından da kaçınmak sûretiyle O’na itaat etmek demektir ki bu da kişinin hayatının her alanını kapsayan bir hayat düzenini ifade etmektedir. İşte bu; Allah’ın kanunlarıdır, helal ve haramları, emir ve yasaklarıdır.

Allah insanı başıboş yaratmamıştır. İnsan yeryüzünün halifesidir ve yeryüzünde hak ile, adaletle yani şeriatla hükmedip Allah’ın mülkü olan bu dünyada Allah’tan başkasına ibâdet edilmesin ve Allah’ın hayat düzeninin dışındaki şirk düzenler ortadan kaldırılsın vazifesi ile görevlendirilmiştir. Allâh’u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Fitne (şirk) kalkıp din (hâkimiyet) tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!” (Enfal 39)

Allah’ın emir ve yasakları, helal ve haramları O’nun kanunlarının tümünü ifâde eder. Ve Allah’ın bu hayat düzeni, kanun ve nizâmı Kur’ân ve Sünnettir.

Allâh’u Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’i duvara asılsın, veya ayda yılda bir anlamı bilinmeden kulak zevki için Arapçası okunsun, ölünce hatıra gelip kabirlerin yanında okunsun diye değil, içerisindeki hükümler uygulansın, emirlerine riayet edilsin, insanlar arasındaki anlaşmazlıklar da bununla çözülsün diye indirmiştir.

“Biz bu kitabı sana, insanlar arasında (sadece) Allah’ın sana gösterdiği şeylerle hükmedesin diye hak olarak indirdik.” (Nisa 105)

“(Ey Muhammed) Sana da kendinden önceki kitapları doğrulayıcı ve üzerlerine şahit olarak bu kitabı hak olarak indirdik. Onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen haktan sonra onların hevâlarına uyma.” (Maide 48)

“Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilen Kur’ân ile sevinirler. Fakat (sana karşı olan) gruplardan onun bir kısmın(a inanıp bir kısmın)ı inkâr edenler de vardır. De ki: Ben ancak Allah’a ibâdet etmekle ve O’na ortak koşmamakla emrolundum. Ben yalnız O’na çağırıyorum. Ve dönüşüm de ancak O’nadır. Böylece biz onu (Kur'an'ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Sana gelen bu ilimden sonra eğer sen onların hevâ ve heveslerine uyarsan, Allah tarafından senin için ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.” (Ra'd, 36-37)

“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların hevâ ve heveslerine uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarından sakın.” (Maide 49)

İbni Kayyım rahimehullah şöyle demiştir:

“Kur’ân kendisiyle amel edilsin diye indirildi, fakat insanlar onu okumayı amel edindiler”

“Biz Kitâb’ta (Kur’ân-ı Kerîm’de) hiç bir şeyi eksik bırakmadık.” (Enâm: 6/38)

İmam Kurtubi rahimehullah şöyle demiştir: “Yani biz, Kur’ân’da din ile ilgili olup da açıklanmadık ve ona dair delilleri ifade etmedik hiçbir şeyi bırakmadık. Bunu ise, ya beyân edilmiş ve açıklanmış bir delâlet ile yaptık, ya resûlün beyânı ile yaptık, ya icmâdan, ya da kitabın nassı ile sâbit olmuş kıyastan beyânı öğrenilecek mücmel\özet bir sûrette açıkladık. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

 ‘Sana bu kitabı her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.’(Nahl 89) "Biz sana bu Zikri insanlara kendilerine ne indirildiğini açıklayasın diye indirdik"(Nahl 44) ‘Peygamber size ne verdiyse onu alın ve neyi yasak ettiyse de sakının.’(Haşr 7)

O, her şeyden, ya tafsilâtını zikrederek yahut da onun aslını, kıyasa temel olacak delilini zikrederek beyân etmiş, ve: "Bugün sizin için dîninizi kemâle erdirdim.’’(Maide 3) diye buyurmuştur.’’(Camiu Ahkamil Kuran, Kurtubi Tefsiri 6\38)

   Yani İslam insanın hayatını her yönden düzenleyen, tamamlanmış, eksiksiz bir dindir. Tuvalet âdâbını bile belirleyen bir hayat düzeninin, bir  yaşam biçiminin insanların tüm hayatını düzenleyecek kanunlara karışmadığını kim iddia edebilir!

“Demişlerdi ki: “Ey Şuayb! Babalarımızın ibâdet ettiklerini terk etmemizi ve mallarımızda dilediğimiz gibi hareket etmeyi bırakmamızı namazın mı sana emrediyor? Şüphesiz ki sen, yumuşak huylu ve olgun/aklı başında bir adamsın.” (Hud 87)

Şuayb aleyhisselamın gönderildiği toplumda din ve devlet ayrımı (laiklik) iktisâdî\ekonomik anlamda ortaya çıkmıştır. Allah’ın ekonomiye niye karıştığını beyinleri almıyor, sahip oldukları mallar üzerinde Allah’ın dilediği gibi tasarruf etmesini kabul etmedikleri için de şirke giriyorlardı. Günümüz insanları ise Allah’ın büyük-küçük her konuda niçin kanun koyucu olarak kabul edilmesi gerektiğini kavrayamıyorlar. İnsanın hayatının tamamına Allah’ın kanunlarının karışmasını kabul etmedikleri için de şirke giriyorlar.

“Elif, Lâm, Râ. (Bu,) âyetleri sağlamlaştırılıp (muhkem kılınmış) sonra da hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar (olan Allah) tarafından detaylı olarak açıklanmış bir Kitap’tır. (Bunun nedeni de) Allah’tan başkasına ibâdet etmemenizdir (Tevhiddir). Şüphesiz ki ben, size O’ndan bir uyarıcı ve müjdeciyim.” (Hûd 1-2)

“Biz Kitabı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve îmân eden bir kavme rahmet ve hidâyet olması için indirdik. (Nahl 64)

Bilmelisin ve îmân etmelisin ki, İslam inançtan ibaret soyut bir şey değildir; İslam dîni hem inançtır, hem ibâdettir, hem devlettir, hem de siyasettir. İnsanın ihtiyaç duyduğu her meseleyi çözüme kavuşturan bir reçetedir. Dünya ve ahiret saadetinin kaynağıdır. İslam tüm hayatı kuşatan bir hayat nizâmıdır. Nitekim insanı yaratan Allah, yarattığı insanı insandan daha iyi bildiği için, insan için faydalı ve zararlı olanı da en iyi bilen O’dur.

“Hüküm yalnızca Allah’a aittir. O hakkı anlatır ve O doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” (Enam 57)


“Onlara de ki; eğer yeryüzünde yaşayıp huzur içinde dolaşanlar melekler olsaydı muhakkak biz onlara gökten melek bir peygamber indirirdik.” (İsra, 95)

İnsan nev’ine gönderilen peygamberin her yönden rehber olabilmesi için elbette insan nev’inden olması gerekir. Yani peygamber de üşümeli, aç kalmalı, sıkıntı çekmeli, bir baba olmalı, evini geçindirmeli ki insanlığa her hâliyle ölçü ve örnek olabilsin. Şayet melek bir peygamber gönderilseydi o zaman insanlar “O bizim hâlimizi anlayamaz, ne acıkır ne de sıkıntı çeker” diyecekler ve kendilerine rehber kabul etmeyeceklerdi.

Rasûlullah ﷺ bizim için Kur’ân’ı pratik hayata geçirerek İslâm’ı yaşantısı ile gösteren en mükemmel örnektir. Çünkü o yaşayan Kur’ân’dır. O hem bir baba, hem İslam devleti başkanı, hem de Allah’ın Resûlü idi. Bize en güzel örnek, örneklerin en güzeli idi. Rasûlullah ﷺ 23 yıl evinde oturmadı. İnsanları Tevhid’e dâvet etti, şirkten nehyetti, insanlar arasında Allah’ın indirdikleri ile hükmetti, anlaşmazlıkları Kur’ân ile çözdü ve Kur’ân’ı yaşayarak ve şerh ederek pratiğe aktardı.

 Allah insanlara yalnız kendisine kulluk etmelerini (Zariyat 56), yalnız kendi kanunlarına uymalarını (Araf 3), yalnız kendi indirdikleri ile hükmetmelerini (Maide 48), aralarında çıkan anlaşmazlıkları Allah’ın indirdikleri ile çözmelerini (Nisa 59), tağutu reddedip Allah’a îmân etmelerini (Bakara 256) emretmiştir… Ve tüm bu emirlerine riâyet edenleri cennetle müjdelemiştir:

Tağuttan, ona kulluk etmekten kaçınan ve içtenlikle Allah’a yönelenler için müjde vardır. O halde kullarımı müjdele. (Zümer 17)

Rasulullah ﷺ da Allah’ın adâleti olan şeriatını\kanunlarını yeryüzüne tatbik eden halifelere itaat etmemiz hususunda şöyle demiştir: “Dinleyin ve itaat edin. Üzerinize tâyin olunan yönetici başı kuru üzüm gibi siyah Habeşli bir köle olsa bile sizin aranızda Allah’ın Kitâb’ı ile hükmettiği müddetçe dinleyin ve itaat edin.” (Buhârî Ahkam 4)

 Buna göre Ehl-i Sünnet sadece zulüm ve fâsıklık sebebiyle (çünkü günahkâr olmaları ve zulmetmeleri onların dîni zâyi etmeleri anlamına gelmez) imamlara\yöneticilere karşı çıkmayı caiz kabul etmezken kastettikleri imam Allah'ın şeriatı Kur’ân ile hükmeden yöneticidir. Çünkü Selef-i Salihin Allah’ın hükümleri, şeriatı ile hükmetmeyen herhangi bir yönetime şâhit olmamışlardır. Onlara göre dîni ve dînî hükümleri korumayan bir emirlik emirlik bile değildir. Onlara göre emirlik Allah’ın dînini koruyan ve Tevhid kelimesini yaymak(Îlâ’yı Kelimetullah) uğrunda dîni ve Allah’ın hükümlerini yürürlüğe koyan emirliktir. Bundan sonra emirlik iyi veya kötü olarak isimlendirilebilir.

Ali b. Ebi Talib (r.a) şöyle demiştir: “İyi ya da kötü insanlar için bir emirlik, bir komuta’nın olması kaçınılmaz bir şeydir. Ona: İyi emirliğin ne olduğunu biliyoruz, kötü emirlik de ne oluyor? diye sorulunca şöyle demiştir: O, bu emirliği ile yolların güvenliğini sağlar, bunun sayesinde haddler (şeriat cezaları) uygulanır, bunun sayesinde düşman ile cihâd edilir ve bu yolla da alınan ganimetler hak sahiplerine pay edilir.” (İbn Teymiye, Minhâcu's Sünne, I, 146)

Yani zâlim veya fâsık da olsa bir kimsenin Ûlû’l Emr sayılması için Allah’ın şeriatı ile hükmetmesi gerekir. Ûlû’l Emr haddleri uygular ve âsâyişi sağlar. Hadleri uygulamayan ve şeriat ile hükmetmeyen ise Ûlû’l Emr sayılamaz! Allah ve Resulünün hükümlerine bağlı kalmayan birisi nasıl Resulün ﷺ  dîninden olabilir ki!

“Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, îmân etmiş erkek ve kadının o iş hakkında tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzab 36)


Teşri/kanun koyma yalnız Allah’a ait bir vasıftır. İnsanlar kendileri kanun koymak için değil Allah’ın kanunlarına uymak için yaratılmışlardır. İnsanlar yalnızca Allah’ın hakkında hüküm vermediği meselelerde İslâm’a uygun kanun belirleyebilirler. Aynı şekilde anlaşmazlıkların çözüm mercîi de Kur’ân ve Sünnettir. İnsanlar kendileri kanun uydurup bununla kendileri gibi insan olan toplumu yargılayamaz, insanlara tahakküm kuramaz. Çünkü İslam kulun kula kulluğunu kesinlikle reddeder. İnsanın vazifesi Allah’ın kanunlarını icra etmektir ki buna hilafet denir. Allâh’u Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’i duvara asılsın, veya ayda yılda bir anlamı bilinmeden Arapçası okunsun diye değil, içerisindeki hükümler uygulansın ve bunlarla hükmedilsin (Nisa 115), insanlar arasındaki anlaşmazlıklar da bununla çözülsün diye indirmiştir (Nahl 64).

 Allah insanlara kendisine ibadet etmelerini (Zariyat 56), kendisine itaat etmelerini (Nisa 59), kendi kanunları ile hükmetmelerini (Maide 49), kendi kanunları ile anlaşmazlıklarını çözüp buna göre hayatlarını düzenlemelerini (Nisa 59) emretmiş ve insanları bunun için yaratmıştır. İnsanoğlunun kulluğunun sınırları bunlardır. İnsan Allah’ın verdiği bu kulluk vazifesini yeryüzüne tevhidi yayıp adaleti (yani Allah’ın kanunlarını\şeriatını) tesis etmekle yerine getirir. Tabi ki bunun için insan önce kendi nefsine\hayatına şeriatı getirir.


“Şüphesiz ki Allah’ın yanında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden itibaren, Allah’ın Kitabı’nda on ikidir. Bunlardan dördü (içinde savaşmanın yasak olduğu) haram aylardır. İşte dosdoğru din budur. (TEVBE 36)

Allah yukarıdaki âyette haram aylarla alakalı koyduğu hükme din ismini vermiştir. Her kim Allah’ı kanun koyucu kabul ediyor ve Allah’ın kanunları ile hükmediyorsa Allah’ın dîninden ve her kim de tağutların kanunları ile hükmediyorsa tağutların dînindendir. Allah bu âyetlerde kanunu din olarak isimlendirmiştir. Her kim Allah’tan başkalarının kanunlarına tâbi olursa ve bu kanunlarla hükmederse, kendi hayatını veya insanların hayatlarını bu bâtıl kanunlarla düzenlerse İslam’dan başka bir dîne girmiştir!:

 “Yoksa Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine dinden teşrî\kanun kılacak (şirk koştukları) ortakları mı vardır?” (ŞURA 21)

Bu âyette Allah’ın izin vermediği şeyleri insanlara teşrî\kanun yapma hakkı olduğu kabul edilen tağutların Allah’a ortak koşulduğunu anlıyoruz.

“Zînâ yapan kadın ve erkeğin herbirine yüzer değnek vurun. Şâyet Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız onlara Allah’ın dînini (yasasını) uygularken, o ikisine acıyacağınız tutmasın.” (NUR 2)

Bir insan ya Allah’ın kanunlarına, hayat nizamı olan Kur’ân’a bağlıdır veya Allah’ın kanunları dışındaki kanun düzenlemelerine; İncil, Tevrat gibi neshedilmiş (hükmü kaldırılmış) kanunlara veya Cengiz Han’ın yasalarına veya Avrupa’nın kanun düzenlemeleri gibi beşerî yasalara tâbidir. Bunlardan birinci kısımdakiler Allah’ın dînine bağlıdır ve bazı konularda Allah’ın emrine uygun davranmasalar ve günaha girseler bile bu kimseler Allah’ın dînine mensupturlar. İkinci kısımda kalanlar ise ne kadar iyilik ve sâlih amel işlemiş olsalar bile Allah’ın hayat nizâmından başka bir nizâma, Allah’ın dîninden başka bir dîne mensupturlar.

“Kim de İslâm’ın dışında bir din ararsa bu ondan kabul edilmeyecektir. Ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardandır.” (AL-İMRAN 85)

 “Fitne (şirk) son buluncaya ve dînin (hâkimiyetin/ibâdetin) tamamı Allah’ın oluncaya dek onlarla savaşın. Şâyet (şirkten) vazgeçerlerse, şüphesiz ki Allah, yaptıklarını görendir.” (ENFAL 39)

“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe îmân etmeyen, Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle, boyun eğerek kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.” (TEVBE 29)

Allah’ın haramını haram saymayan ve hükümlerini yürürlükten kaldıranlar icmâ ile kafirdirler.

İbni Teymiyye (ra) şöyle demiştir: Bilindiği gibi; Allah’ın, Resulü ile göndermiş olduğu emir ve nehiyleri yürürlükten kaldıran, Müslümanların (hatta) Yahudilerin ve Hristiyanların ittifakıyla kafirdir! (Mecmuul Fetava, 8\106)

Allah’ın haramlarını haram saymayan, hükümlerini yürürlükte kılmayan ve üstüne üstlük Allah’ın haramını helal, helalini de haram kılarak iyice hadlerini aşanlar ise kafirliklerini arttırmışlardır.

Çünkü Allah’ın yerine kanun koyarak (şirk, zina, içki, faiz, kumar gibi) Allah’ın yasakladıklarını helal(serbest) yapıyorlar, hem de Allah’ın helal(serbest) dediklerini haram kılıyorlar (çok evliliğin yasak olması gibi).

Hatta utanmadan Allah’ın farz kıldıklarını bile yasaklıyorlar! (kısasın, emri bil marufun, cihadın, tevhidin yasak olması gibi)

İbni Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir:

“İnsan ne zaman üzerinde icmâ bulunan bir haramı helal (serbest) kılar veya üzerinde icmâ edilmiş bir helali haram (yasak) kılar ya da üzerinde icmâ edilmiş bir şeriâtı (şerî kanunları) değiştirirse, fakihlerin ittifakıyla mürted ve kâfir olur.” (Mecmuul Fetava, 33\267)

Bazıları Allah’ın [zâniye recm, çok evlilik, faizin yasaklanması, milliyetçilik taassubunun yasaklanması, erkeğe boşanma hakkının verilmesi, kadınları gerektiği zaman dövmek gibi] hükümlerini beğenmemezlik edip, (bunları açıkça söyleyemeseler de) irtica, gericilik, deli saçması şeyler ve güncellenmesi gereken(!) bir din ve geçmişte yaşayanların zihniyetleri olarak algılarken;

“Onlara Rabbiniz ne indirdi denildiği zaman, Eskilerin masalları derler.” (Nahl 24) “Bu, onların Allah’ın indirdiklerini beğenmemeleri yüzündendir. Allah da bundan dolayı onların amellerini boşa çıkarmıştır.” (Muhammed 9)

Geri kalanları da eee canım evet biz de şeriat isteriz ama eğer sizinle doğru yolu tutarsak bizi memleketimizden çıkarırlar, vatanı bölerler. İşte bu yüzden küfür kanunları ile hükmediyoruz derler. Bunda onlar için delil yoktur. Bu durum biz Allah’tan başkasına tapılmayacağını biliyoruz ama putlara tapıyoruz diyenlerin durumu gibidir. Bu mâzeretleri kendilerini kâfir olmaktan kurtarmaz.

“Onlar, "Sizinle beraber doğru yolu tutarsak, kendi yurdumuzdan koparılıp çıkarılırız" dediler. Biz onları tarafımızdan bir rızık olarak, her türlü meyve ve mahsullerin kendisinde toplandığı, saygın ve güvenlikli bir yere yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.” (Kasas 57)


Allah’ın haram olarak belirlediği bir şeyi helal yapan, Allah’ın yasakladıklarını serbest, serbest bıraktıklarını yasaklayanlar, Allah’ın kanunlarını değiştirenler icmâ ve ittifak ile kâfirdirler.

“Haram ayların (yerlerini değiştirip) ertelemek ancak küfürde bir artıştır. Bununla kâfirler saptırılır. Allah’ın haram kıldığına sayı bakımından uydurmak için onu bir yıl haram, bir yıl da helal kılıyorlar. Böylelikle Allah’ın haram kıldığı (ayları) helal kılmış oluyorlar. Kötü amelleri onlara süslü gösterildi. Allah, kâfirler topluluğunu hidayet etmez.” (Tevbe 37) 

Haram ayların yerlerini değiştirmek, Allah’ın izin vermediği yeni bir teşrî (kanun) koymaktır. Allah bu yeni teşriye küfür ismini vermiştir. Bu âyete göre Allah’ın şeriatına muhalif teşrî yapan bir kimse kafir olur.

İbni Hazm Tevbe 37 âyetini zikrettikten sonra şöyle demiştir:

“Kur’an’ın indiği arapça dilinin gereği olarak, bir şeyin fazlası, o şeyin cinsinden olması gerekir. Bu (yâni âyetteki: “Haram ayların yerlerini değiştirmek ancak küfürde bir artıştır” lafzı) ise haram ayların yerlerini değiştirmenin küfür olduğunu göstermektedir. Haram ayların yerlerini değiştirmek bir ameldir ve bu amel Allah ’ın haram kıldığını helal kılmaktır. Bu sebeble her kim Allah ’ın haram kıldığını bildiği bir meseleyi helal kılarsa, yaptığı bu fiille kafir olur.” (El-Fasl İbni Hazm c. 3 s: 245)

Normalde haram aylarda adam öldürmek büyük günahtır ama kişiyi küfre sokmaz. Haram ayların yerlerini değiştirmek ise Allah’ın izin vermediği yeni bir teşrî (kanun) koymaktır. Allah bu yeni teşrîye dille helal sayılmasa bile küfür ismini vermiştir. Bu âyete göre Allah’ın şeriatına muhalif kanun yapan bir kimse haramı değiştirerek kafir olur. Mesela Ramazan yerine Ocak ayında oruç tutulacak, veya farz namaz artık bir vakit olacak diyen veya mesela Allah hırsızlığın hükmünü el kesmek olarak koymuşken adamın biri çıkıp da hırsızlığın cezasını ölüm koyarsa veya hapis cezası koyarsa diliyle helal saymasa da kâfir olur! Yahudilerin Allah’ın hükümlerini değiştirmeleri ve tatarların\moğolların kendisine uydukları “yesak” kanunları da bunun gibidir.

Ama bir insan Allah’ın kanunları ile hükmetmesine ve Allah’ı yasa koyucu olarak kabul etmesine rağmen Allah’ın bazı hükümlerini terk etmekle kafir olmaz. Mesela Allah’ın şeriatı ile hükmeden bir kişi Allah’ın hırsızlığın el kesme hükmü ile alakalı hükmüne muhalif ve alternatif bir kanun belirlemeksizin akrabasına ceza vermemek için vs. sadece bu kanunla hükmetmeyi terk ederse bu kimse kafir değil, günahkâr olmuş olur. Çünkü bu kimse sonuçta yasa koyucu olarak Allah’ı kabul etmekte ve Allah’ın kanunlarından başka kanunlara tâbi olmamaktadır. İbni Abbas’ın ve diğer alimlerin Allah’ın hükümleri ile hükmetmemek kişiyi dinden çıkarmayan küçük küfür dedikleri kısım da budur, çünkü selef alimleri zamanında Allah’ın yasalarına muhalif hükümlerle hükmeden kâfirler ortaya çıkmamıştır.

Müslüman olduğunu iddia etmelerine rağmen bu küfrü işleyen ilk topluluk 13-14. yy’da yaşayan Moğollardır, ileride Moğollara tekrar değineceğiz... Geçtiğimiz sayfada da belirttiğimiz üzere Allah’ın kanunlarına alternatif kanunlar ile hükmedenler Allah’ın dîninden başka bir dîne mensupturlar. Allah’ın yanısıra yasa koyma(teşri) vasfını bizzat kendinde gören kimse ise Allah’ın vasfını kendinde gördüğü için küfre girmiştir.

“Yaratmak da, emretmek de (kanun koymak da) Allah’a mahsustur." (Araf 54)

"Hüküm ancak Allah’a aittir." (Yusuf 40)

"Allah, hükmüne hiç kimseyi ortak etmez." (Kehf 26)

Bir insan mutlak teşrî’nin\yasamanın kendisine ait bir vasıf olduğunu iddia ediyorsa isterse tamamı İslâm’a muvafık kanunlar belirlesin yine de kafirdir. Teşrî’nin Allah’ın vasfı olduğuyla alakalı olarak elinizdeki kitapçığın 3 ilâ 5’inci sayfaları arasına bakabilirsiniz.

Yukarıda özet olarak belirttiğimiz küfürleri işleyen bir kimse Müslümanların icmâsıyla kafirdir. 


MAİDE: 44 HAKKINDA EHLİ SÜNNETİN -İFRAT VE TEFRİTTEN UZAK- VASAT GÖRÜŞÜNÜN BEYÂNI (Muvahhid Yayınları)

Bismillahirrahmanirrahim. Allâh’u Teâlâ Maide sûresinde şöyle buyurmaktadır:

“44. Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah'ın Kitabı’nı korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi). Hepsi ona (hak olduğuna) şâhitlerdi. Şu halde (Ey yahudiler ve hâkimler!) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridirler.

45. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridirler.

47. İncil'e inananlar, Allah'ın onda indirdiği (hükümler) ile hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.”

Biz bu risalemizde Allah’ın izni ve yardımıyla günümüzde ifrat ve tefrit arasında tartışılan birçok meseleden birisi olan Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen hâkimlerin durumunu ele alacağız. İlerde tafsilatlı olarak nakledeceğimiz üzere İbni Abbas başta olmak üzere birçok selef aliminden sözkonusu Maide 44 âyetinde geçen “Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” Kavlinde geçen küfürden maksadın “küfrün dûne küfr” yani küfrün altındaki bir küfür, başka bir tabirle İslam dîninden çıkartmayan küçük küfür olduğu hususu nakledilmiştir. İşte bu noktadan itibaren günümüzün yaygın fitnesi olan beşerî kanunlarla hükmeden yöneticiler hakkındaki tartışmaların uzantısı olarak ifrat ve tefrit bâbından iki uç görüş belirmiştir. [İfrat, bir konuda normal ölçülerin ilerisine\aşırıya gitmek, tefrit ise gerisinde kalmaktır.]

-   Tefrit ehli olan bir kesim, Şeriata muhalif uydurma kanunlarla hükmeden kimselerin, bu yaptıklarını helal saymadıkları müddetçe kafir olmayacaklarını iddia ederek alimlerin “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir” mealindeki Maide 44 âyetini küçük küfür olarak tefsir etme hususunda icmâ etmelerini kendilerine dayanak almakta ve şöyle demektedirler:

“Alimler, Allah’ın hükmünü terk eden yöneticilerin, hükmü inkar etmedikleri müddetçe tekfir edilemeyeceğinde icmâ etmişlerdir. Bu icmâ geneldir ve hükmü terk eden herkesi kapsar. Bu yönetici, ister İslam devletinde şeriatla hükmettiği halde bazı meselelerde nefsine uyarak hükmü terk eden bir hâkim olsun, isterse de günümüzdeki yöneticiler gibi İslam şeriatının haricindeki başka bir kanuna tâbi olarak hükmü terk eden birisi olsun, yaptığı işin helal olduğuna inanmadıkça kafir olmaz. Dolayısıyla beşerî kanunlarla hükmeden yöneticilerin kafir olmayıp günahkar oldukları hususunda icmâ vardır, bu icmâya muhalefet edenler de Haricidir!”

Günümüz tağutlarının günahkar Müslümanlar olduğunu iddia eden aşırı Mürcie’nin görüşü özetle böyledir. Biz beşerî kanunlarla hükmeden yöneticilerin küfründe alimlerin ittifak etmiş olduklarını bilhassa İbni Kesir ve İbni Teymiye gibi âlimlerin Yesak kanunuyla hükmeden Moğollarla alakalı fetvalarını ilerde nakledeceğiz. İslâm’a muhalif yasalarla hükmeden kimsenin durumunun, herhangi bir bâtıl teşrîde bulunmadan nefsine uyarak hükmü terk eden kimseyle aynı olduğunu ve bu ikisinin de icmâ ile kıble ehlinden sayılacağını iddia etmek, ancak aşırı derecede cahil olan veyahut da hakkı bile bile gizleyen bir kimsenin söyleyebileceği bir sözdür. Bu risalemizde de ispat edeceğimiz gibi biraz insaf sâhibi olan ve ilimden biraz nasiplenmiş herkes bu icmâ iddiasının bâtıl olduğunu ve ilme ihanet olduğunu tasdik edecektir.

Maide 44 âyeti hakkında ifrata kaçan diğer kesim ise aralarındaki çeşitli ihtilaflarla beraber özetle şöyle demektedirler:

-   Bu kimselere göre âyet zâhiri üzeredir. Allah’ın indirdiği ile hükmetmemek mücerred bir küfürdür, Allah’ın hükmünden başkası ile hükmetmek ikinci bir küfürdür, Allah’ın hükmüne muhalif bir teşride (yasamada) bulunmak ise bunların hepsinden bağımsız ayrı bir küfürdür. Eğer bu kimseler bunu âyetin tefsiri bâbında ve de âyetten çıkan genel bir hüküm olarak değil de günümüzde haramı helal kılan beşerî kanunlarla hükmeden yöneticilerin içinde bulunduğu vâkıa hakkında hususî bir hüküm olarak söyleseydi buna bir itirazımız olmazdı. Fakat onlar bununla yetinmeyip ister yaptığı işi helal saysın ister saymasın, Allah’ın hükmünü inkâr etsin veya etmesin, herhangi bir meselede Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyi terk eden hâkimi, sırf bu terkinden dolayı tekfir etmektedirler. Bu hususta beşerî kanunlarla hükmeden hâkim ile aslen İslam şeriatıyla hükmettiği halde belli bir meselede Allah’ın hükmünü terk eden kadı (hâkim) arasında ayrım yapmamaktadırlar. Bu konuda da delil olarak âyetteki “kafirler” lafzının “hum’ul kafirun” şeklinde marife yani elif lam takısıyla geldiğini, küfür kavramı marife olarak ve de mutlak yani kayıtsız bir şekilde geldiğinde büyük küfür anlamına geleceğini söylüyorlar. Bu âyet hakkında İbni Abbas (ra) başta olmak üzere bir kısım seleften nakledilen “küfrün dûne küfr” yani bu âyette bahsedilen, küfrün altındaki bir küfürdür, şeklindeki görüşün de gerek rivâyet yolları gerekse de dirâyet yani ihtiva ettiği mânâ açısından zayıf olduğunu iddia etmektedirler.

Ehli nezdinde bu iddianın bâtıllığı açık olmakla beraber, günümüzde şüphecilerin sıkça gündeme getirdikleri bir mesele olduğu için Allah’ın hükmünü terk eden Müslüman yöneticiler ile Allah’ın hükmüne muhalif kanun çıkartan ve bu kanunlarla amel eden tağutların farkını tekrar vurgulamak istiyoruz. Bugün tağutları tekfir ettiğini zanneden birçok kimse dahi bu farkı bilmemekte ve alimlerin “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir” âyetini küçük küfür olarak tefsir etmesi karşısında şaşkına dönüp bocalamaktadırlar. Kimisi bu rivayetlerin zayıf olduğunu geveleyip dururken, kimisi de bu konunun alimler arasında ihtilaflı olduğunu, alimlerden bir kısmının Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen hâkimleri mutlak olarak tekfir ettiğini iddia etmektedir. Günümüz yöneticilerinin tekfiri Maide 44 âyetine bu şekilde dayandırılınca, haliyle bu, alimler arasında ihtilaflı (!) bir mesele oluvermekte; alimlerin Haccac gibi zalimlerin tekfirinde ihtilaf etmeleri nasıl meşru bir ihtilafsa, günümüz tağutlarının tekfirinde ihtilaf etmek öylece meşru (!) bir ihtilaf hâline gelmektedir. Oradan da tağutun tekfirinde ihtilaf olabilir, tağutu tekfir etmeyen tekfir edilmez, bu konularda cehalet ve tevil mazeret olabilir gibi daha da başka bâtıl ve küfürler neşet etmektedir. Günümüzde kanun ehli tağutları tekfir edenler de tekfir etmeyenler de ne konuştuklarından habersiz bir şekilde meseleyi tartışmaktadır. Allah’ın hidâyet etmediği bir kimse kolay kolay bu tür meselelerin altından kalkamaz. Halbuki tevhidi hakkıyla idrak etmiş olan bir kimse için bu meselede hiçbir müşkülat yoktur.

Yeri gelmişken bir hususa temas etmek istiyoruz. Bu bahsedilen Maide 44 meselesi ve ‘küfrün dûne küfr’ konusu neden bazı insanların kafasını bu kadar meşgul etmektedir? Günümüz laik demokratik yöneticileri gibi Allah’ın şeriatını değiştiren tağutların küfrü hakkında bir şüphe mi var ki veyahut da bu hususta “Lâ İlâhe İllallah”ın haricinde ek bir delile mi ihtiyaç var ki birileri sürekli Maide 44 âyetinde büyük küfrün kastedildiğini ispatlamaya çalışmaktadır? Seleften Maide 44 âyetine büyük küfür diyen kimselerin varlığı ispatlandığında günümüzdeki tağutların kafir olduğu mu ispatlanacaktır? Aksi halde bu ispatlanamazsa günümüz tağutlarının küfründe şüphe mi meydana gelecektir? Selefin Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler dinden çıkartmayan küfürle kâfir olmuştur dediği ortaya çıktığında günümüz yöneticileri müslüman mı olacaktır? Onların ameli küçük küfür mü olacaktır? Alimlerin Maide 44 hakkında küçük küfür demelerinin günümüz tağutlarının vakıasıyla bir alakası var mıdır ki bazı insanlar büyük panik halinde alimlerin sözlerini izah etmeye veya çürütmeye, zayıf olduğunu iddia etmeye çalışmaktadır? Ayrıca bu meselenin ihtilaflı olduğunu ispat etmek neye yarayacaktır? Eğer birilerinin zihninde günümüz tağutlarının küfrü bu âyete dayanıyorsa ve iddialarına göre Allah’ın indirdiği ile hükmetmemenin küfür olup olmadığında ihtilaf varsa günümüz tağutlarının küfrü alimler arasında ihtilaflı mı olmuş oluyor? Bu soruların cevabı üzerinde düşünüldüğünde bu hususta yapılan tartışmaların ne kadar anlamsız hatta akidede çok tehlikeli sarsıntılara yol açacak cedeller olduğu ortaya çıkacaktır inşallah.

Şimdi biz öncelikle uydurma beşerî kanunlarla hükmedenlerin kafir olduğu hususundaki icmâyı nakledeceğiz ardından da  “Allah’ın indirdikleri

ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir” mealindeki Maide 44 âyetinin büyük küfür mânâsında olmadığı ve bazı meselelerde nefsine tâbi olarak Allah’ın hükmünü uygulamayı terk eden yöneticilerin tekfir edilemeyeceği hususundaki icmâyı nakledeceğiz ve ardından bu iki icmânın arasında herhangi bir zıtlık olmadığını açıklamaya gayret edeceğiz inşallah.

İster Tevrat ve İncil gibi aslen ilâhî kaynaklı olup neshedilmiş şeriatlar olsun, ister Cengiz yasası veya günümüzdeki uydurma kanunlar gibi beşerî kaynaklı hükümler olsun İslam şeriatı haricindeki kanunlarla amel edenler üç kısımdır:

a) Müşerri yani kanun (teşri) koyucu statüsünde olanlar

b) Bu kanunlarla hükmeden hâkimler ve sair idareciler,

c) Bu kanunlara muhakeme olup, bunlarla amel eden tebaa yani halk kesimi

Kitap, Sünnet ve icmâ bu üç sınıfın da kâfir olduğunu göstermektedir. Uydurma kanunlarla amel eden bu sınıfların herhangi birisi hakkında tafsilata ve ayrıma giden kimselerin bu görüşlerinin mücerred hevâ ve şahsî reyden(görüşten) başka hiçbir dayanakları yoktur ve bunlar kendi içlerinde de çelişki halindedirler.

(Muvahhid Yayınları)

______________________________


Allah bir konu hakkında hüküm verdiği zaman şeytan hemen bir şüphe fısıldar ve Allah’ın emirleri yerine hevâlarına tâbi olan insanları saptırır. Mesela demokratlar Yusuf (as) maliye bakanlığı gibi bir görev almıştır ve Melikin kanunları ile hükmetmiştir, demek ki tağutların kanunları ile hükmetmek küfür değildir -haşa- diyerek hiçbir selef âliminin demediği bir şeyi, bir iftirayı yayarlar. Öncelikle Yusuf aleyhisselamın görev aldığı Melik’in ne zaman îmân ettiği ihtilaflıdır, bu meliği kafir kabul edecek olursak yani tekfir edecek olursak da Yusuf aleyhisselamın tam bir şekilde imtiyaz sahibi olduğunu bizlere Allah şöyle haber vermektedir: “İşte böylece Yusuf’a yeryüzünde dilediği yerde konaklamak (dilediği gibi hareket etmek) üzere temkin/imkân/iktidar verdik. Rahmetimizden dilediğimiz kişiye veririz.” (Yusuf/56) Fahreddin Râzi şöyle diyor:

Allâh’u Tealâ’nın açık beyânı "Yusuf (aleyhisselam)ın meliklik hususunda kimsenin kendisiyle hiçbir şekilde boy ölçüşemeyeceği ve hiç kimsenin karşı çıkamayacağı, istediği ve dilediği her şeyi tek başına yapabileceği bir mertebede bulunduğuna delalet eder." (Mefatihu-l Gayb 9/66.

Nitekim İbn-i Kesir rahimehullah, Süddi ve Abdurrahman b. Zeyd'in "Orada dilediği gibi tasarrufta bulunuyordu" (Tefsiru-l Kur'ani-l Azim 4/396.) dediğini nakletmiştir.

Yine aynı şekilde İbn-i Abbas'ın "…Yusuf tahta oturdu. Bütün hükümdarlar O’na itaat etti. Diğer Mısır hükümdarı ise hanımlarının yanına gitti ve Mısır yönetimini Yusuf (aleyhisselam)’a teslim etti" dediği nakledilmiştir. (İbni Cerir et-Taberi, Camiu-l Beyan, 16/151; Begavi, Mealimu-t Tenzil, 4/252.)

İmam Kurtubî “ve işte böylece Yusuf'u o ülkede yerleştirdik\temkin ettik" âyetini onu dilediğini gerçekleştirebilme iktidarına sahip kıldık" şeklinde tefsir etmiştir. (el-Camiu Li Ahkâm 9/217.)

Kendilerine temkin verilenlerin vasıflarını Allah, Hac sûresinde şöyle anlatıyor: “Kendilerine yeryüzünde temkin\iktidar verildiğinde namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar.” (Hac 41)

Kendilerine temkin verilenlerin en belirgin özellikleri, iyiliği emredip kötülükten nehyetmeleridir. Şunu unutmamak gerekir ki emredilecek en büyük iyilik tevhid, nehyedilecek en büyük kötülük ise şirktir. Aslında Yusuf aleyhisselama şirk ve küfür iftirası atanlar Tevhid’i bilmedikleri ve her peygamberin tağutları reddetmek üzere geldiğini anlayamadıkları için hiç çekinmeden kendi küfürlerini meşrulaştırmak için peygamberlere iftira atıyorlar.  “Andolsun biz her ümmete Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının diye resuller gönderdik” (Nahl 36) Yahudiler de kendi küfürlerini meşrulaştırmak için Süleyman aleyhisselama büyü yaptı iftirası atmışlardı: “(…) Halbuki Süleyman (büyü yapıp) kafir olmadı.” (Bakara 102) Süleyman(as)’a büyü yaptı iftirası atanlar, Muhammed ’e Tevrat ile hükmetti iftirası atanlar nasıl kâfir oluyorlarsa Yusuf(as)’a tağutun kanunları ile hükmetti veya tağut oldu -haşa- iftirası atanlar da aynen bu şekilde kâfir olur.


Devamındaki bölümde beşerî(laik) yasalarla hükmedenlerin kafir olduğuna dair icmâyı nakledeceğiz...

[Arapça-Türkçe Tevhid Risaleleri-1 sayfa 131-147]

Devamı İçin Tıkla: [Allah'ın Hükümleriyle Hükmetmeyen Moğollar]



Kitabın Tamamının PDF'si İçin: TIKLA

Report Page