Yemek Sadakat ve Kazan Kaldırmak

Yemek Sadakat ve Kazan Kaldırmak

Editör: Seydunaa

🔍 Kaynak: Ezbere Yaşayanlar: Vazgeçemediğimiz Alışkanlıklarımızın Kökenleri

📚 Kategori: Tarih / Sosyoloji

⏱️ Ortalama okuma süresi: 3 dk.

Osmanlı imaretlerinin birçoğunda fakir fukaraya yemek dağıtılması, altta kalanların sadakatinin hayır hasenat çerçevesinde ödüllendirilmesinden başka bir şey değil. Halktan aldıkları vergilerle zevk ü sefa içinde yaşayan zenginlerin rantın bir kısmını dağıtarak gönüllerini rahatlatması ve halka "bak seni de düşünüyorum" demesi bir bakıma. Padişahın elit askerleri yeniçerilerin ulufelerinin dağıtıldığı ya da daha modern bir tabirle maaşlarının verildiği gün ziyafet verilmesi de sultana bağlılıklarının artırılmasını amaçlıyor.

Topkapı Sarayı'nın ikinci avlusunda toplanan yeniçerilerin bir anda pilav dolu tabakların üstüne üşüşmesi bu sadakatin ne kadar çıplak bir şekilde empoze edildiğinin göstergesidir. Aynı yeniçerilerin maaşlarını eksik aldığında padişahları tahttan indirmekte tereddüt etmedikleri düşünüldüğünde pek de gereksiz bir uygulama değil. "Padişahın parasını ve ekmeğini yiyorsan bunu hatırlamanda fayda var."

Topkapı Sarayı'nın avlusunda pilav ve zerdeye saldıran yeniçeriler (Levni - Sürnâme-yi Hümâyûn, 1729)

Yeniçerilerin isyan etmesinin "kazan kaldırmak" şeklinde adlandırılması da yemek ile sadakat arasındaki ilişkinin başka bir yansıması. Bu elit olduğu kadar da başına buyruk askerler herhangi bir nedenden dolayı padişaha kafa tutmaya karar verdiklerinde o dönem kışlalarının bulunduğu Et Meydanı'nda içi yemek dolu kazanları ters çevirip devirirlerdi. Böylece padişahın verdiği "aş"ı reddederek artık kendisine sadakat borçlu olmadıklarını sembolik bir şekilde herkese bildirmiş olurlardı.

Gerisi az çok bildik bir hikâye ama gene de özetleyelim: Diğer kapıkulu askerlerinin de katılmasıyla meydanda âdeta bir asker panayırı kurulduktan sonra Saray ile görüşmelere başlanır ve yeniçerilerin istekleri iletilirdi. Birkaç vezirin kellesinin mi, yoksa padişahın tahtının mı gideceği, kazan kaldırılan meydandaki yeniçeriler ile Topkapı Sarayı'ndaki devlet erkânının arasındaki bu görüşmelere ve şehirdeki esnaf ve halkın tavrıyla da oluşan iki taraf arasındaki güç dengesine bağlıydı. Önemli olan yeniçerilerin padişahla ilgili sözleşmelerini yemek üzerinden sembolize etmeleri ve göz oyan karga durumuna düşmemek için kendilerine verilen yemeği reddetmeleri.

"Su küçüğün söz büyüğün" lafı da aslında otoriteye itaat karşılığında beslenmenin beklendiğini göstermiyor mu? Büyüğün sözünün söz olabilmesi için küçüklerinin sorumluğunu alması, onları koruması ve göz kulak olması gerek. Tıpkı Ortaçağ şövalyeleri ile efendisi lordlar arasında olduğu gibi bir itaat-korunma/fayda alışverişi kısaca. Bu alışverişte birçok şey el değiştiriyor belki ancak atasözleri basit olmak zorunda. Ve en basit haliyle seçilen şey bir yiyecek değilse bile içecek. Birbirimize en sık ısmarladığımız şey yani.

Yemek ile sadakat arasındaki bağ modern dünyada da pek bozulmuşa benzemiyor. Hâlâ günlük kullanımda olan "nankör" kelimesinin etimolojik kökenine bakılabilir:

nan: ekmek
nankör: ekmek görmeyen, ekmeğin değerini bilmeyen.

Buyurun tarihten bir örnek verelim: 30 Ağustos'un ardından Ankara'da saltanatın akıbetinin tartışıldığı günlerde, Mustafa Kemal Paşa'nın saltanat ve hilafet hakkındaki görüşünü sorması üzerine Rauf Bey'in sözleri oldukça ilginç. Rauf Bey Hanedan'a bağlılığını bir Osmanlı paşası olan babasının padişahın nimeti ve ekmeği ile yetişmiş olmasıyla açıklamaktadır. Kendi kanında da o nimetin zerreleri olduğuna göre, "nankörlük" yapması aldığı terbiyeye aykırıdır. Şüphesiz daha o günlerden muhalif bir pozisyona geçen Rauf Bey'in Hanedan'dan kurtulursa daha da güçlenecek bir Mustafa Kemal'den çekindiği için böyle bahane bulduğu iddia edilebilir. Ancak durum bu olsa dahi bu bahanenin inandırıcı ve ikna edici olabilmesi için toplantıdaki dört paşanın (diğer ikisi Ali Fuad Paşa ve Refet Bey) da kabul edeceği bir mantığa hitap etmesi gerekir.

Rauf Bey ve Mustafa Kemal Paşa Çankaya Köşkü'nde (Ankara, 1922)

Osmanlı kültüründe padişah ekmek verendir ve onun ekmeğini yiyenler ona sadakat borçludur, nokta! Bu, yeni şeyler denemekten ve geleneği kenara itmekten hiçbir zaman çekinmeyen, devrimci bir kişilik olan Mustafa Kemal Paşa'nın pek umursayacağı bir argüman olmasa da "ortak bir zihniyet yapısına" işaret ettiği de tartışılmaz bir gerçek.


Report Page