Tevhidin Kısımlara Ayrılması ile Alakalı Şer’î Deliller:

Tevhidin Kısımlara Ayrılması ile Alakalı Şer’î Deliller:

Garib Bir Muvahhid

_________________

 Tevhidin uluhiyet, rububiyet ve isim-sıfat tevhidi olarak üçe taksim edilmesinin Allah’ın kitabında birçok dayanağı bulunmaktadır. En basitinden ve en akılda kalacak şekilde bunları hatırlatmak istiyoruz. Namazda her gün beş vakit tekrarladığımız ve İslâm’a intisap eden herkesin bildiği Fâtiha sûresinde Allah’ın uluhiyeti, rububiyeti ve de isim ve sıfatlarında birlenmesi gerektiği açıkça beyân edilmektedir.

{الحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ}

“Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur” âyetinde hamdin yani kâmil anlamda övgü ve şükrün Allah’a has kılınması uluhiyet tevhidine yani Allah’ın ibadette birlenmesine, Allah’ın alemlerin Rabbi olarak vasıflanması ise hem isim ve sıfat tevhidine hem de rububiyet tevhidine işaret eder. Çünkü âlemlerin Rabbi ismi ve bu ismin ihtiva ettiği Rabblik sıfatı ancak Allah’a mahsustur. Böylece Allah’ı kendine has isim ve sıfatlarda birlemiş oluyoruz. Rabbliği yani âlemlerin sâhibi, idarecisi olma sıfatını da O’na hasrederek O’nu rububiyetinde birlemiş oluyoruz. Böylece bu bir tek âyette tevhidin bütün kısımları biraraya gelmiş oluyor.

{الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ}

“Rahman ve Rahim’dir” âyeti ise tek başına alındığında isim ve sıfat tevhidine, bir önceki âyetin devamı niteliğinde olduğu göz önünde tutulduğunda ise tevhidin diğer iki kısmına birden delalet eder.

{مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ}

“Din gününün sahibidir” ifadesi hem isim ve sıfatlara, hem de Allah’ın rububiyetine, kıyamet günündeki yegâne hükümran oluşuna işaret eder. Hamdin bu sıfatlara sahip olan Allah’a has olması cihetiyle de uluhiyet ve kulluk\ibadet tevhidine işaret eder.

{إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ}

“Biz yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım isteriz”. Bu âyette ibadette tevhid olan uluhiyet tevhidi çok bâriz bir şekilde yer almaktadır. Yardım isteme de bir ibadet çeşidi olması hasebiyle uluhiyet tevhidinin içerisindedir. Yardım istenen mercî’nin kâinatta tasarruf ve kudret sahibi olması gerektiği hasebiyle de rububiyet tevhidine delalet etmektedir.

{اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ}

“Bizi dosdoğru yola ilet, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna; gazâba uğramışların ve sapmışların yoluna değil”

Burada hidayetin sadece Allah’ın elinde olduğu vurgulanmaktadır ki bu, rububiyet tevhidiyle alakalıdır. Hidayet hususunda sadece Allah’a dua edilmesi de uluhiyet tevhidine delalet eder.

 Görüldüğü üzere her gün en az 17 defa okunması farz olan Fâtiha sûresinde uluhiyet, rububiyet ve isim-sıfat tevhidi bazen dolaylı bazen doğrudan beyân edilmiştir. Bu sûrede Allah’a has kılınan özelliklerin de Allah’tan başkasına verilmesinin şirk olduğu icmâ ile sâbittir. Fâtiha Sûresi de Kur’ân’ın bir fihristi mahiyetindedir.

Uluhiyet (ilahlık) tevhidine tekrar gelince; buna dair en açık delil, İslâm’ın giriş kapısı olan

[ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ]

“Allah’tan başka ibâdete layık ilah yoktur” kelime-i tevhididir.

Sahih hadislerde bunu kabul etmeyenlerin müslüman sayılmayacağı ve mal-can emniyetine kavuşamayacakları açıkça beyân edilmiştir. İlahın mânâsının Arap dilinde ve şer’i ıstılahta kesinlikle “kendisine ibadet edilen ma’bud” mânâsında olduğu ve de kelamcı ve filozofların iddia ettiği gibi “Yaratıcı” mânâsında olmadığına dair açıklamalar yukarıda geçmiştir. Şu halde uluhiyet tevhidinin “Vahhabilerin” (!) icadı olduğunu ileri sürenler de her gün beş vakit okunan ezanda, namaz içindeki ve dışındaki zikirlerde, birtakım âyetlerde defalarca tekrarladıkları bu kelimeyle aslında farkında olmadan o inkar ettikleri uluhiyet tevhidini ifade etmiş olmaktadırlar. Ancak bu telaffuzları ilim, itikad ve niyetten hâli(boş) olduğu için bu kelime onlara fayda vermemektedir!

Bunun haricinde ilahlığın ve ibadetin sadece Allah’a has olduğunu ifade eden şu âyetler ve benzerlerinin hepsi uluhiyet tevhidinin delilidir:

{وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا إِلَهًا وَاحِدًا لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ}

“Halbuki onlar da tek bir ilaha ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmamışlardı. O’ndan başka (ibâdete layık) ilah yoktur.” (Tevbe 31)

 (bak: Ali İmran 64, Enbiya 25, Zümer 17, Hud 61, Müminun 23, Araf 65-85, Hud 61, Zuhruf 45…)

Kezâ konu içerisinde verilen âyetler de rububiyet tevhidine ve yegâne Rabb olarak; rızık verici, yaratıcı, tasarruf edici, hükümranlık sahibi olarak Allah’ın kabul edilmesi gerektiğine işaret etmektedir. İsim ve sıfat tevhidi yani en güzel isimlerin ve en mükemmel sıfatların Allah’a has olmasıyla alakalı deliller de yine konu içerisinde geçmişti.

Hanbelî fakîhlerinden muhaddis İbnu Batta el-Ukberî Rahimehullâh (v. 387H) “el-İbâne” adlı eserinde, tevhîdin bu kısımları hakkında -aynı rubûbiyyet, ulûhiyyet, isim ve sıfat sıralamasıyla- şöyle demektedir:

“Böylece mahlukâtın O’na îmânlarının sâbit olabilmesi için inanmaları gereken Allâh’a îmânın esâsı üç şeyden ibârettir:

1- Kulun, O’nun varlığına [buraya aldığımız metinde farklı bir kelime yer alsa da bu ibârenin nakledildiği çoğu yerde “رَبَّانِيَّتَهُ” yani “Rabbliğine” ifâdesi geçmektedir. Mütercim] inanması ki bu sûrette Yaratıcı’nın varlığını kabûl etmeyen ta’tîl (inkâr) ehlinin mezhebinden ayrılmış olsun.

2- O’nun vahdâniyetine (ilahlığında tek oluşuna) inanması ki bu sûrette Yaratıcı’yı kabûl etmekle beraber O’na ibâdet husûsunda başkalarını ortak koşan şirk ehlinin mezhebinden ayrılmış olsun.

3- O’nun mutlaka sâhib olması gereken aksinin sözkonusu olamayacağı ilim, kudret, hikmet vesair Kitâbında kendisini vasfetmiş olduğu sıfatlarla mevsuf(sıfatlanmış) olduğuna inanmak.

Biz biliyoruz ki O’nu mutlak bir şekilde ikrâr edip tevhîd eden birçok kimse bazen O’nun sıfatlarında ilhâda sapmaktadır. Böylece O’nun sıfatlarında yaptığı ilhâd (eğrilik), tevhîdine de zarar vermektedir. Zîrâ bizler Allâh’u Teâlâ’nın, kullarını bu üç kısımdan herbirine i’tikâd edip îmân etmeye çağırarak hitap ettiğini görmekteyiz. O’nun, kullarını varlığına ve (uluhiyette) birliğine çağırmasına gelince; biz bu meselenin uzunluğu ve bu hususta sarf edilecek kelâmın çokluğundan dolayı bu kısımları burada zikretmeyeceğiz. Bir de şundan dolayı ki Cehmî (akîdesine mensup kişi), kendisinin bu ikisini [rubûbiyyeti ve ulûhiyyeti] kabûl ettiğini iddiâ etmektedir. İşin aslında sıfatları inkâr etmesi bu diğer iki husûsu kabûl etme iddiâsını da iptal etmektedir.” (İbnu Batta el-Ukberî, el-İbânet’ul Kubrâ, 6/173)

Ek olarak rububiyet Tevhidi’ni kabul etmenin Müslüman olmak için yeterli olmadığını hatırlatmak istiyoruz. Yani Allah’ı yaratıcı kabul eden değil, Tevhid’i tüm türleri ile benimseyip kabul eden ve tağutu reddedip ibadeti Allah’a has kılan insanlar Müslüman olabilir.

Müşriklerin Rubûbiyyet Tevhîdini kabûl etmeleri genel anlamda Allâh’u Teâlâ’nın yaratıcı, rızık verici ve kâinattaki işleri düzenleyen yegâne Rabb oluşunu kabûl etmeleri mânâsındadır. Nitekim Şeyh Rahimehullâh’ın buna delîl olarak zikrettiği âyetler bu husûsa işâret etmektedir.

Yine başka bir âyet-i kerîmede Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

﴿وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ إِلاَّ وَهُمْ مُشْرِكُونَ﴾

“Onların (İnsanların) çoğu ortak koşmadan Allah’a îmân etmezler.” (Yusuf 12\106) veya şöyle de meal verilebilir;

“Onların (İnsanların) çoğu ancak ortak koşarak Allah’a îmân ederler.” (Yusuf 12\106)

İbnu Cerîr et-Taberî’nin isnâdıyla naklettiğine göre, bu âyetin tefsîri sadedinde İkrime Rahimehullâh şöyle demiştir:

"تَسْأَلُهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ وَمَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ، فَيَقُولُونَ: اللّٰهُ، فَذٰلِكَ إِيمَانُهُمْ بِاللّٰهِ، وَهُمْ يَعْبُدُونَ غَيْرَهُ"                      

“Onlara kendilerini kimin yarattığını, gökleri ve yeri kimin yarattığını sorarsın; cevâben ‘Allâh’ derler. İşte onların Allâh’a îmânı budur. Bununla beraber O’ndan başkasına ibâdet ederler.” Devamındaki rivâyette ise şöyle demektedir:

"يَعْلَمُونَ أَنَّهُ رَبُّهُمْ، وَأَنَّهُ خَلَقَهُمْ، وَهُمْ مُشْرِكُونَ بِهِ"

“O’nun Rabbleri olduğunu ve kendilerini O’nun yarattığını bilir, bununla beraber O’na ortak\şirk koşarlar.” İbni Cerîr Taberî, bu lafızların benzerini İbni Abbâs, Mücâhid ve başkalarından da nakletmiştir. (Taberî, Tefsîr’ut Taberî, Ahmed Şâkir Nüshâsı 16/286 ve devamı.)

Böylece müşriklerin kabûl ettiği rubûbiyyetin yaratıcılık mânâsında olduğu, onların bu mânâda rubûbiyyeti ikrâr ettikleri ve ibâdette ise Allâh’a ortak koştukları ortaya çıkmaktadır. Yoksa hiçbir müşriğin rubûbiyyet tevhîdini kâmil mânâda kabûl etmesi sözkonusu değildir. Zîrâ Allâh’u Teâlâ’yı hakikaten Rabbliğinde birlemiş olsalardı, ilahlığında da birlemeleri gerekecekti ve O’ndan başka varlıklara duâ etmeleri, onlardan yardım ve şefâat beklemeleri sözkonusu olmayacaktı. Bütün bunlar ise Allâh’a rubûbiyetinde şirk koşmaktır, çünkü fayda ve zarar vermek rubûbiyetin vasıflarındandır.

Şu halde hiçbir müşriğin gerçek mânâda rubûbiyyet tevhîdini kabûl etmesi mümkün değildir. Zâten tevhîdin bütün çeşitleri (ulûhiyyet, rubûbiyyet, isim ve sıfat) birbiriyle alâkalıdır ve birbirini gerektirmektedir. Bunlar âlimler tarafından tevhîdin iyice anlaşılması için yapılmış taksimlerdir, yoksa tevhîdin bütün çeşitleri aynı hakîkate delâlet eder.

Şeyh Rahimehullâh’ın müşriklerin rubûbiyyet tevhîdini kabûl ettiğini söylemesi ise tıpkı günümüz müşrikleri gibi yaratma ve rızık verme konusunda Allâh’ı birlemenin -eğer ibâdet konusunda Allâh’a şirk koşuyorsa- kişinin İslâm’a girmesi için yeterli olmayacağını açıklamak içindir. Vallâhu A’lem!


[Arapça-Türkçe Tevhid Risaleleri-1 sayfa 50-55]

Devamı İçin Tıkla: [Er-Risâlet'ül Müfide'nin Devamı (Şirk, Küfür ve (Nifak) Münafıklık)]



Kitabın Tamamının PDF'si İçin: TIKLA

Report Page