Seke Yapanlar Türk

Seke Yapanlar Türk




🔞 TÜM BİLGİLER! BURAYA TIKLAYIN 👈🏻👈🏻👈🏻

































Seke Yapanlar Türk

Türkü Hikayesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Türkü Hikayesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Acem Kızı türküsünün birçok farklı hikayesi internette dolaşmaktadır. Bilinen en eski kaynakta ise türkünün hikayesi şöyledir;

Acem kızı güzeller güzeli, beyaz tenli,siyah saçlı ve toprak rengi gözlü bir kızdır.

Sürmesi gözünden hiç eksik olmazdı.

Etrafındakilere gülücükler saçar,herkes onu cıvıl cıvıl birisi olarak bilirdi.

Ama gözündeki nem hiç kurumazdı ve hep o yüzündeki burukluk belli olurdu.Ali ise acem kızı ile aynı çağda delikanlı ve çalışkan birisidir.

Ali ovada çalışırken hep acem kızını görür ona bakmaktan işini bir türlü bitiremezdi. Bir yandan işini yapmaya çalışır, bir yandan da acem kızını izlerdi.

Acem kızı ise sadece anlık olarak Ali’ye bakar ve kafasını çevirirdi. Baktığı anda ise Ali’ye bir gülücük atardı.

Bu Ali’nin kalbinin yerinden çıkması için yeterliydi.Ali bir gün tüm cesaretini topladı artık onunla konuşmalıydı…

Uygun zamanı bekledi ve onu yalnız kaldığı bir an yakaladı ve dur Acem kızı korkma dedi..Seni her gün izliyorum. Gel benim sevdiğim ol…

Acem kızının gözlerinden bir damla yaş aktı ve koşarak uzaklaştı Ali’nin yanından…Ali anlam verememişti bu gözyaşlarına…

O günden sonra Acem kızı ne o ovaya uğradı nede ondan bir haber alındı. Ali endişeli bir şekilde günlerce ondan haber bekledi.

Aylar sonra duydu ki Acem kızı başka bir köye gelin gitmişti başlık parası karşılığında, hemde yaşlı bir köy ağasına.

Ali günlerce onun için şiirler yazdı, dağlarda ovalarda bağıra bağıra okudu şiirlerini ve türkülerini:

Genç adam askerde iken verem hastalığına yakalanmıştır. Çocukluktan komşusunun kızı ile beşik kertmesi olan asker, hastalığının da etkisiyle hava değişimi için Yozgat’a gider.

Beşik kertmesi olan güzeller güzeli kızı görmek ister ama kızın ailesi buna müsaade etmez.

Genç bir süre sonra veremle mücadele için İstanbul’da bir hastaneye yatırılır. Yattığı odadan Hastane'nin çevresini görebilmektedir.

Hastane'nin önündeki incir ağacı dikkatini çeker ve kalemi kağıdı eline alarak türküyü yazmaya başlar…

Benden selam söyleyin sevdiğim gıza

Yakalandığı vereme İstanbul’da yatırıldığı hastahanede yenik düşer ve yaşama veda eder genç asker. Ailesi ise cenazeyi İstanbul’da defneder, Yozgat’a getiremezler.

Türkü Balıkesir’li Mehmet Şevket Efendinin karısı Şöhret Hanım tarafından yazılmıştır.

Şöhret Hanım Balıkesir’in Edremit ilçesine bağlı Güre köyündendir.

Şöhret hanım kocasından dolayı oldukça zengindir. Zeytin toplamaya bile oldukça lüks cam topuklu ayakkabılar ve gösterişli kıyafetler giyerek giderdi.

Zekeriya isimli oğulları ise Enver Paşa komutasında vatani görevini yapmak için Sarıkamış’a gider.

Günler zorlu hava şartlarında kar üzerinde yürümek vatani görevini yapanlar için oldukça zor geçiyordu.

Öyle ki askerler kendi yollarını kar üzerinde yürümek için kendileri açardı. Zekeriya bir gün yine karda yol açarak yürürken kar kuyusuna düşüp şehit olur.

Annesi Şöhret Hanım ise bu kötü haberi kekliklerin sesleri arasında alır.Keklik sesleri arasında bu acıklı türküyü ağıt gibi yazmak ise Şöhret hanıma düşer.

Uzun da geceler yar boynuma sar benim

Dertli de keklik dertsizlere dert açar

Uzun da geceler yar boynuma sar benim

Uzun da geceler yar boynuma sar benim

Erkan Oğur, Ender Balkır, Halil Sezai ve birçok amatör sanatçının da seslendirmiş olduğu ayrıca Kurtlar Vadisi adlı televizyon dizisinde de çalınan Mamoş Türküsü'nün hikayesini birlikte okuyalım mı?

Elazığ’lı Bekir hoca, Elazığ’ın Koca Mustafa Paşa mahallesinde oturmaktadır. Bekir Hoca güzeller güzeli biriyle evlenmiştir.

Bekir Hoca, Harput’ta efendiliği, yumuşak yürekliliği ve namusuyla çalışan birisi olarak bilinmektedir. Bekir Hoca’nın karısı ise henüz çok gençtir.

Bir gün gençliğin verdiği kıpırtı ve acemilikle, evli olmasına rağmen Bekir Hoca’nın güzeller güzeli karısı ve Mamoş (Elazığ’da Mehmet ismi Mamoş olarak bilinmekte ve seslenilmektedir) ilişkiye girerler.

Aralarındaki ilişki gittikçe alevlenir ve her gün birbirlerine daha da bağlanırlar. Bunu artık mahalleli dahi açık bir şekilde anlamaya başlar.

İki genç her şeyden habersiz ilişkilerini gizli gizli devam ettirirler. Fırsat buldukça buluşur, konuşur, sevişirler.

Bekir Hoca da durumu bilmektedir artık.Bir gün Bekir Hoca, Harput’a gideceğini ve o gün eve gelmeyeceğini söyler karısına ve evden çıkar.

Bunu fırsat bilen karısı Mamoş’u eve çağırır ve eğlenmeye, yiyip içmeye başlarlar.

Hoş vakit geçirirken Bekir Hoca’nın aslında Harput’a gitmediğinden ve plan yaptığından habersizlerdir.

Karanlık çökünce Bekir Hoca eve girer ve karısıyla Mamoş’u evde eğlenirken basar. O anda hiç düşünmeden tabancasıyla ikisini de oracıkta öldürür.

İkisi de öldükten sonra gider ve zaptiyeye (polise) teslim olur. Olan yeri ve olayın derinlemesi incelemesi sonrası Bekir Hoca serbest bırakılır.

Yakılan Ağıt niteliğinde olan Mamoş (Pencereden Bir Taş Geldi) türküsünün hikayesi tam olarak bu olaydan ibarettir.

Abdurrahim Karakoç’un bestelediği ve yaşadığı ölümsüz aşkı anlatan bir türküdür ‘Mihriban’.

Aşık olduğu kızın adını saklayarak Mihriban dendiği bilinmektedir.

Yaşadığı köyde düğün olacaktır ve düğün hazırlıkları başlamıştır.

Düğün için çevre köylerden misafirler gelmeye başlamıştır.

Abdurrahim diğer köylerden gelen bir genç kızı görür ve ona aşık olur. Onunla tanışma fırsatı bulur,

Şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler yüzlü, yumuşak huylu manasında ki mihribandır bu.

Misafirlik ilerledikçe Abdurrahim’in aşkı da alevlenir. Günler ilerledikçe Abdurrahim ve Mihriban görüşmeye başlarlar, bir gün Abdurrahim kızı görmeye gittiğinde kız ortalıkta yoktur. Mihriban misafir olduğu evden gitmiştir.

Abdurrahim’in dünyası değişmiştir hayat manasızlaşmıştır, aşk acısı yüreğini yakmıştır.

Bu halini gören ailesi kızı bulmak için Kahramanmaraş’a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler.

Önce kız küçük derler, bahane bulurlar bakarlar ki Abdurrahim’in ailesi ısrarcıdır gerçeği söylerler: “kız nişanlıdır”.

Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim kızın nişanlı olduğunu duyunca da : “Bir daha bu evde ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek!” der.

Yaşadıklarının üzerinden 7 yıl geçmesine rağmen hala Mihriban’a olan aşkının devam ettiği anlaşılmıştır.

Onun için bir türkü yazmış ve okumuştur; Mihriban.

Bu şiir türküye dönüşünce de duymayan kalmaz tabi Mihriban da.

Bir mektup yazar Abdurrahim’e “Unutmak kolay değil” der. Abdurrahim ikinci bir şiir yazar: Unutursun Mihriban’ım.

Misket, ufacık tefecik bir elma türü…

Huriye de Ganizadeler’in ufakcık tefecik şipşirin kızlarının adı.

Huriye, sık sık evlerinin önündeki elma ağacına tırmanır, yolu gözler; sebep, Osman Efe…

Ankara’nın sayılı efelerinden Osman, genç, yakışıklı, geniş omuzlu,burma bıyıklı…

Huriye’nin gönlü bu Osman Efe’de. Osman Efe, evin önünden geçiyor; Huriye atlıyor bahçeye, tırmanıyor misket ağacına.

İkisinin de yüreğinden ılık bir şeyler akıyor. Osman Efe, Huriye’yi adıyla çağırmıyor hiç, ”misket” diyor Huriye’ye.

Yörenin ünlü ağalarından Kır Ağa, bir gün Huriye’yi su doldururken görüyor çeşme başında.

Aradan bir hafta geçmeden Kır Ağa, Huriye’yi istetiyor. Babası, ”Kır Ağa, yiğit insandır, malı mülkü yerindedir” diyerek Huriye’yi vermek ister.

Annesi, Huriye’nin ağzını arar, fakat Huriye ”ölsem Kır Ağa’ya varmam” cevabını verir.

Huriye, akşamı zor eder. Bahçeye çıkıp, Osman Efe’nin yolunu gözler. Uzaktan atını görünce, tırmanıp çıkar elma ağacına. Durumu bildirir Osman Efe’ye.

Osman Efe, çılgına döner. Kır Ağa’ya haber gönderir, ”Kendini sever, sayarım. Yiğit kişi bellerim. Yolumdan çekilsin. Sonu iyi olmaz” der.

Haberi Osman Efe’den Kır Ağa’ya götürenler, bire bin katarak anlatırlar ”Osman diyor ki, Kır Ağa kim oluyor da benim yavuklumu alacak. Leşini sararım” diye…

Kır Ağa, ”Demek dünkü çocuk bize meydan okuyor. Kendine güveniyorsa karşıma çıksın” diye Osman Efe’ye haber gönderir.

Tabii haberi götürenler Osman Efe’ye de bire bin katarak anlatıyorlar. Osman Efe Kır Ağa’ya, Kır Ağa Osman Efe’ye kinlenir.

Sonunda kıran kırana kavga etmeye, sağ kalanın Huriye’yi yani Misket’i almasına karar veriyorlar.

Belirlenen gün ve yerde karşılaşıyorlar. Bıçaklar çekiliyor. Huriye ise durumu merakla bekliyor. Çıkmış elma ağacı üstüne, yolları gözlüyor.

Bir yandan da Osman Efe için dua ediyor. Osman Efe ise Kır Ağa karşısında aslanlar gibi dövüşüyor. Kır Ağa birden duruyor. ”Benimle böylesine boy ölçüşen yiğide, ben kıyamam.

Koç olacak Kuzu'ya bıçak çekemem. Vur bıçağını bağrıma. Misket senin olsun” diyor.

Osman Efe önce şaşırıyor, sonra oda bıçağını yere atıyor ve koşup ellerine sarılıyor Kır Ağa’nın.

Kadın-Kız da yollara dökülmüş uzaktan görünen kalabalığı bekliyor. Misket ise çıktığı elma ağacında duramıyor heyecandan. Daldan dala geçip, gelenleri seçmeye çalışıyor.

Derken kalabalık yaklaşır, önde Kır Ağa, arkasında kalabalık. Gözleri Osman’ın arıyor, göremiyor.

Birden başı dönüyor, gözleri kararıyor, tepe üstü ağaçtan aşağı düşerek cansız yere yığılıyor.

Çok geçmeden kalabalık elma ağacına ulaşınca, bir feryattır kopuyor. Osman Efe, sığmıyor oralara. Kadınlar kızlar perişan.

Misket kızın yani Huriye’nin hikayesi dilden dile dolaşıp türkü oluyor.

Vakit sabahın seheri. Köyün köpekleri acı acı havlıyor. Düşmana saldırır gibi havlıyor köpekler. Biraz sonra köyde ışıklar yanmaya başlıyor. Köylüler çıralar yakıp, fırlıyorlar dışarı.

İlkin ağıllara koşuyorlar. Hırsızlar mı bastı köyü, yoksa kurtlar mı indi dağdan... 

Belki de Zeybek Karasu'lu geçiyordur köyün kıyısından.

Bütün sırt koyun sürüleri, deve katarlarıyla doluydu. Kara çadırların önünde, iri isli köpekler kıvrılmış yatıyordu.

Yörük kızları, kollarında tulumlar, ağaç bakraçlarla dereye suya iniyorlardı. İlerdeki Boztepe'de dört beş atlı bir şeyler konuşuyorlardı.

Bunlar Oba Bey'i ve Obanın ileri gelenleriydi.Kuşluğa doğru güneş yükselip çadırlara gitmeye başladı. Çamların altına kilimler serildi, minderler döşendi. Kıl poturlu yörükler, yırtmaçlı entarili kadınlar çadırlardan çıktılar. Gölgelere oturdular. Öğleye doğru Yörük Bey'i obaya indi.

Çamların alaca gölgesinde, otları, suları gözden geçirdi. Sonra da yanındakilere "Burada fazla kalamayız. Otlar kurumuş, sular çekilmiş.

O güne kadar buradan göçüp Seki'ye konaklayacağız" deyip atını mahmuzluyor. Varıp çadırına giriyor, çok geçmeden av kuşamlarıyla çıkıyor dışarı.

Atına atlayıp sırtlarına kovuyor. Köylüler yörüklerin gelişine hem seviniyor, hem üzülüyor.

Üzüntüleri şundan ki; yörük deyince akla koyun, deve, keçi, at gelir. Malı bol olur yörüğün. Zaten geçimi de bunun üstüne.

Mal da söz anlamaz ki, ekindi, bağdı, bahçeydi girip ziyan verir. Bunun için köylü, yörüğü istemez.

Ama, elindeki üzümünü buğdayını satması için de sevinir yörüğün geldiğine. O günde öyle oldu.

Köy kızları omuzlarına aldılar sepetleri, üzümüdü, incirdi taşıdılar yörük çadırlarına. Üstelik bayram yakın olduğu için, para gerekliydi herkese.

Fadime de evdeki iki sepet üzümden birini yüklendi omzuna. Yetim kardeşlerine bayram giysileri alacaktı üzüm parasıyla.

Bir yandan alacaklarını düşünüyor, öte yandan dilinde türküsü çadırlann bulunduğu Çatalçam'a doğru yürüyordu.

Çadırlara yaklaşırken, obanın köpekleri havlayıp, sardılar çevresini. Ne yapacağını şaşırdı ilkin. Sonra yanındaki taşa ilişti gözü.

Sıçrayıp taşın üstüne çıktı. Bir yandan da bağırıyordu. Çok geçmeden, en yakın çadırdan yaşlı bir kadın çıktt. Köpekler huylandı.

Fadime'yi taşın üstünden indirip çadırına aldı. Bir yandan soğuk ayran; bir yandan höşmerim sundu konuğuna. Biraz sonra da Oba Beyi geldi atıyla.

Avladığı keklikleri uzattı anasına. Sonra da atını bağlayıp, girdi çadırına. Fadime'ye ilişti gözü. Anası "Yanıkhan'dan üzüm getirmiş satmaya.

Köpekler çevirdi de zor kurtardım" dedi. Beyin bakışlan Fadime'nin iri kara gözlerine takıldı. Bir süre ayıramadı. Sonra, "Üzüm kaç okka?" dedi.

Fadime, utangaç utangaç "Çekilmedi" dedi. Oba Bey'i "on okka saysak nasıl olur?" deyince "Hayır on okka geçmez. Hak geçer" diye cevapladı.

Bey "Bizim okkamız, terazimiz yoktur. Biz de el ölçü, göz terazidir. Benim gözüm o kadar tuttu.

Eksiği artığı varsa, birbirimize helal ederiz deyip parayı uzattı Fadime'ye. Sonra yola kadar uğurladı.

Bir yandan da "Senin üzümlerin çok iyi. Yine getirsen alırım" diye tenbihledi.

Fadime de; "Bir sepet daha kaldı. Onu da bayram sonu getiririm" deyip seke seke indi bayırı. Bey arkadan baka kaldı.

Çadırına döndüğü zaman içinde bir eziklik, gönlünde bir hoşluk duydu. Kendince kurdu Fadime'yi. Nasıl da ceylan gibi seke seke koşuyordu.

Ya o kaş, o göz. Bizimkilere hiç benzemiyor diye, alıp verdi, alıp verdi. Anası, oğlundaki bu değişikliği farketmedi ilkin.

Ama öyle dalgınlaşmıştı ki Bey. Anasının söylediklerini duymuyor, dalıp dalıp gidiyordu. Anası "Oğul n'oldu sana? Dediklerimi duymuyorsun.

Ne dediğini de bilmiyorsun. Köy kızı aklını mı çeldi, nedir?" Bey, "Yok be ana. Güzel bir kız ama, bilmem ki" diyor.

Bir yandan bilmem ki diyor, öte yandan av bahanesiyle Fadime'nin köyüne iniyor sık sık. Gözleri onu arıyor. Anası tümden karşı bu işe.

Nedeni de: aşiret töresine aykırı. Daha Kıroba Aşireti'ne yabandan kız girmemiş. Obanın erkeği, obanın kızıyla evlenmiş o güne dek.

Hem oğluna, dayısının kızını almayı kurmuş anası. Kızın anasıyla da konuşmuş meseleyi. 

imdi bu köy kızı araya girerse, işler tümden bozulacak diye düşünüyor. Gün günü eskitip, bayrama ulaşıyor.

Bayrama ulaşıyor ya, aşiret arasında da homurtu dolaşıyor giderek. "Biz buraya on günlüğüne konmuştuk. Bu gün onbeşinci gün oluyor. Daha hareket yok.

Bey'den ses çıkmıyor. Sürüler otlaktan aç dönüyor. Kimi hayvanlar zehirli ot yeyip ölüyor. Daha ne kadar bekleyeceğiz burada".

Dalga dalga yayılıyor söylenti. Varıp Oba Beyinin anasının kulağına ulaşıyor. Anası çekiyor Bey'i çadıra. "Oğul aşeritte ikilik oldu.

On günlüğüne konmuştuk, on beşi geçti. Ne suyu su; ne otlağı otlak. Daha ne bekliyoruz burada".

"Hele birkaç gün daha sabretsinler, bizim de bir düşündüğümüz var" deyip kesiyor anasının sözünü Bey. Oba töresi böyle.

Kimse de ağzını açıp itiraz etmiyor. Beyin aklı da Fadime'de. Bayram geçince üzüm getirecekti. Daha görünmedi, diyor kendi kendine.

Gözleri de köy yollarında. Derken bir sabah görünüyor Fadime. Yanıkhan'dan Çatalçam'a çıkan yolda görünce Fadime'yi, bir koşu varıp karşılıyor Bey.

Karşılıyor da omuzunda ki sepeti alıyor. Çadıra yürüyorlar. Obadakiler şaşkın. Oba Bey'inin bir köy kızının ayağına koşmasını kimse iyi karşılamıyor.

Anası, Fadime'nin çadıra girmesiyle suratını asıyor. Yarım ağız "hoş geldin" deyip, işine dalıyor. Fadime şaşıp kalıyor.

İlk gelişindeki izzet ikram nerde, şimdiki surat asıklığı nerde? Sıkılıyor Fadime. Tatlı dil, güler yüz görmediği çadırdan kaçmak geçiyor aklından.

Oba Bey'i durumu anlıyor. Sevdiği ile saydığının arasında Bey. Anasına bir şey diyemiyor. Fadime'ye sadece mahcup mahcup bakıyor.

Sonunda, sepetteki üzümü boşaltıp, para kesesindeki tüm parayı boşaltıyor avucuna Fadime'nin. Fadime şaşkın,aldığı parayı avuçlayıp çıkıyor çadırdan.

Ağır ağır iniyor Çatalçam'ı.Öte yandan Bey'de bir keder, bir üzüntü. Söylemeye başlıyor kendi kendine:

Anasının korktuğu başına gelmişti. Fadime'ye tutulmuştu oğlu. Onun sevda türküsüne, maniyle karşılık verdi:

Böylece Bey'in gönlünü Kıroba'ya çekmek istiyor. Ama Bey hiç oralı değildi. Sanki kendine söylenmiyordu. Varsa Fadime, yoksa Fadime.

Fırsatını bulunca da tüfeğini omuzlayıp, köy yolunu tutuyordu.

Köy çocuklarından öğrendiği Fadime'nin evinin önünden geçiyor, belki görürüm umuduyla, dolanıp duruyordu köy yollarında.

Köy gençleri tedirgin. "Bey'se Beyliği'ni bilsin. Yabanın Yörüğü kızlarımızla dalga geçmesin" diyorlar. Köy büyükleri bakıyor ki işin tadı kaçık.

Fadime'nin yüzünden, köylülerle yörükler birbirine girecek. "Bir çare bulalım" diyorlar.

Öte yandan Bey'in anası da oba büyüklerini çadırında toplayıp durumu olduğu gibi anlatıyor.

O güne dek, Kıroba soyunda görünmeyen bu durum, tüm obadakileri derinden üzüyor. Söyleniyorlar "Obada erlik yufkalaştı mı? Yangınlık yanımızdan geçmezdi.

N'oluyor törelere" diyor kimisi; kimi de "Köylü kancığı göçebeye gerekmez. Çarığı çayda kalır köy kızının" diye karşı çıkıyor.

Sonunda Oba Beyi'nin amcası kalkıyor ayağa. Ağır ağır, tane tane konuşuyor. "Obaya antlıyız. Suyun akıntısına gidelim.

Bunu bilip, bunu hayır belleyelim. Bey'imizi isteğiyle everelim. Obanın ayağı bağdan kurtulsun" deyince herkes boyun eğiyor.

Kimse karşı çıkmıyor. Kıroba Aşireti'ne ilk kez yabandan bin kızın gelmesi, böylece kabul ediliyor obada.

Anası, haberi Beye ulaştırınca çok seviniyor Bey. Seviniyor da tez elden köy imamına haber salıp, çağırıyor.

Fadime'nin istenmesi, düğün, nişan işini imamsa bırakıyor Bey.

Fadime derseniz, olan bitenden habersiz. Başında büyüğü de yok. Kendinden küçük iki kardeşiyle kalıyor.

Üç-beş dönümlük bahçesini de köylünün yardımıyla ekip yetiriyor. Oba Beyi nin kendisine talip olacağını aklından bile geçirmiyor.

Ne zaman ki, imam koşa koşa gelip "Müjdemi isterim: Oba Bey'i, Allah'ın emriyle talip oluyor sana" deyince anlıyor meseleyi.

Anlıyor da bir şaşkınlaşıyor, bir donuyor. Ne diyeceğini bilemiyor. Ama hangi kız istemez, anlı şanlı Kıroba Aşireti'ne gelin olmayı.

Fadime durumu öğrenince şaşkınlaşıyor ilkin, susuyor. Köyünü, alıştığı çevresini, kardeşlerini düşünüyor.

Üç-beş hısım akrabadan başka, başında büyüğü de yoktur Fadime'nin. Sahipsizliğini, yoksulluğunu düşününce, için için seviniyor.

Köylü derseniz "Başına talih kuşu kondu. Kime kısmet olur böylesi. Koca Kıroba Aşireti'nin gelini olacak.

Bir eli yağda, bir eli balda. Develer, koyunlar, keçiler sürü sürü. Kısmetli kızmış Fadime" diyor kimi.

Kimi de : "İnsanın sonu iyi gelsin. Anasız babasız yetimleri büyüttü. Onlara analık, babalık yaptı.

Tanrı gönlünce verdi. Sonu da iyi oldu Fadime'nin" diyor. Köy Muhtarı ile imamı da ortalığa düşüp, işi tez elden bitirmeye çalışıyortar.

Fadime'nin hısımlarıyla konuşuyorlar. Rızalık alıyorlar.

Sonunda köyün büyükleriyle, obanın ileri gelenleri bir araya gelip, Allah'ın emriyle istiyorlar Fadime'yi.

Düğün gününü kararlaştırıyorlar. Yörük düğünü de düğün olur hani. Bir yandan davul zurnalar; bir yandan çengiler...

Sonunda Yanıkhan'lı Fadime, Kıroba Bey'in çadırına gelin ediliyor. Fadime'ye gelinlik yakışıyor. Güzelliğine güzellik katılıyor.

Obadakiler buruk. Kimisi "Yarın görürüz Fadime'yi. Yörüğün göçüne dayanamaz, ilmik ilmik dökülür. Ne deveyi ıhtırır, ne tuluğu şişirir..

Koyunu keçiyi de yörük kadar bilmez köy kızı" diyor; kimi de, "Bey'in kaderi böyleymiş. Eliyle etti, boynuyla çeksin.

Olan oldu." deyip işi oluruna bırakıyor. Üç gün, beş gün, bir hafta, on gün daha kalıp, çadırları yıkıyor Kıroba Aşireti.

Aşiret dediğin bir yerde oturup kalamaz. Yem, yiyecek tükenir. Mallar toprağa saldırır yoksa. Açlık, hastalık getirir sürüye.

Kırım kırım kırılır mallar. Onun için sık sık yer değiştirir yörük. Otlağın yeşilini, suyun bolluğunu seçip konaklar.

Çatalçam sırtlarını da zaten kel etmiştir hayvanlar. On günlüğüne konup Fadime'nin yüzünden takılır kalmıştır oba.

Oba yükü yükler. Develer katar olur, sürüler yola dizilir. Fadime'yi tutar bir ağıt. Kolay mı doğup büyüdüğü, koşup oynadığı köyü terketmek.

Dostu ahbabı, hısmı, arkadaşı bir bir dolaşıp, helallık alıyor. Teselli buluyor. "Nasıl olsa döner dolaşır, yine gelirsiniz. Yörüğün konağı olmaz.

Çatalçam'ın suyu kurumaz, Bozpete'nin yeşili solmazsa yolun uğrar buraya. Vargit yolun açık olsun.

Bizi unutma. Gelenle haber ilet, gönlünde yaşat bizi "deyip tesel
Gay Sex With Fantazi
Porno Daphne Rosen
Soft Seks Videoları

Report Page