Mahir Inletiyor

Mahir Inletiyor




🛑 TÜM BİLGİLER! BURAYA TIKLAYIN 👈🏻👈🏻👈🏻

































Mahir Inletiyor
Would you like to make this site your homepage? It's fast and easy...
Yes, Please make this my home page!
dal gibi yiğitlerle.
Sakalları kızıl kızıl şavkıyan
“Ak libas”lı delikanlılar
Elleri kınalı kadınlar
Fidan boylular
Uzanmışlar tabutlara
Ateşle kavrulan gövdeler
parlıyordu güneşin altında
her biri can parçası
yürek ağrısıydı
Dünya sisli gece kör
Tabutlar ışıl ışıldı. Umut yağıyor akşamlara
zafer şarkılarıyla.
Toprak yarıldı
açtı kucağını aldı tohumları
Yurdumun yiğitleri
zaferin gülleri
Yurdumun yiğitleri
zaferin sesi
hürriyetin nefesi


Hasan KARAGÖZ
28 Nisan 1980
Malatya Taştepe’de faşistlerin kurduğu bir pusu sonucu katledildi.
Sıddık ÖZÇELİK
Güven KESKİN
Esma POLAT
30 Nisan 1992
Adana’da bulundukları evde, polis tarafından kuşatıldılar, güçlerin eşitsizliğine
rağmen, teslim olmayı reddererek direndiler. Katledilmeden biraz önce, son
nefeslerinde duvara kanlarıyla umudun adını nakşettiler.
Sıddık Çorum, Güven Adana, Esma Kars doğumluydu. Yoksulluk onları İstanbul’un
yoksul semtlerinde birleştirdi. Onların mücadelesi, yoksul halkın mücadelesiydi.
Halil ATEŞ
Solmaz KARABULUT
Fikri KELEŞ
Ali YILMAZ
4 Mayıs 1992
Ankara Dikmen’de bir evde kuşatıldılar. İki devrimci katledilirken, Halil
Ateş ve Ali Yılmaz kuşatmayı yarıp çatışmayı sokaklarda sürdürerek şehit
düştüler.
Halil, 12 Eylül öncesinden mücadele içindeydi. Solmaz bir öğretmendi ve
memur hareketinin ilk örgütleyicilerinden biriydi. Fikri ve Ali gecekondu
yoksullarının örgütlenmesi içinde yeralmışlardı. Halkın savaşçıları
olarak şehit düştüler.
Serpil YILMAZ
Ayten Yüksel KELEŞ
4 Mayıs 1994
Dersim’in Pertek ilçesine bağlı Ardıç Köyü yakınlarında gerillalarla
jandarma ve özel tim arasında çatışma çıktı. 15 saat süren çatışmalar
sonunda iki savaşçı şehit düştü.
KAYIP
Soner GÜL
Hüsamettin YAMAN
4 Mayıs 1992
Soner, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Hüsamettin ise İstanbul Üniversitesi öğrencisiydi.
DEV-GENÇ’in mücadelesi içinde yeralıyorlardı. İstanbul’da gözaltına
alındılar ve bir daha onlardan haber alınamadı.
Sadettin Emir ÇINAROĞLU
1 Mayıs 1977
Yüksek öğrenim için geldiği Bursa’da devrimci mücadeleyle tanıştı. Işçi
Birde çoğuz
çokta biriz
Ne evveliz ne ahiriz
Hepimiz birer Mahir’iz
Kanımıza kan isteriz
(Canımıza can isteriz)

Kızıldere’yi sardılar
Bomba kurşun yağdırdılar
Ertan’a böyle kıydılar
Kanımıza kan isteriz

Köyün evleri tezekten
Cellatlar çıksın tuzaktan
Kurşun sıkar Alp uzaktan
Kanımıza kan isteriz

Kızıldere doymaz kana
Kan yaraşır mert olana
Faşistler kıydı Cihan’a
(Faşistler kıydı Sinan’a)
Kanımıza kan isteriz

Parmak ile sayılmayız
Kırmak ile tükenmeyiz
Sabo der ki biz ölmeyiz
(Ahmet der ki biz ölmeyiz)
Kanımıza kan isteriz.

Kurşun yağmaz kemerime
Kin doluyor damarıma
El değmeyin Ömerime
(El değmeyin Nihat’ıma)
Kanımıza kan isteriz.

Enişte emmi dayımız
Artar eksilmez sayımız
Gülsün diye Hüdai’miz
(Gülsün diye tüm halkımız)
Kanımıza kan isteriz

Kızıldere akmayacak
Boşa kurşun yakmayacak
Kavga burda bitmeyecek
Devrim için can veririz

MAHİR’İ GÖRDÜM MAHİR’İ

Hüseyin
Cevahir’le
Mahir’i gördüm
Mahir’i
Elindeki mavzeriyle
Kanımı gördüm kanımı
Hüseyin’i gördüm vurulmuş
Gömleği kana boyanmış
Kendini halka adamış
Cihan’ı gördüm Cihan’ı
Ömer’i gördüm Ömer’i.
Kurtuluşa giden yolda
Dev-Genç’i gördüm Dev-Genç’i

KIZILDERE ADIN AHİRE KALSIN

Kızıldere adın
ahire kalsın
Mahir yoldaş şanın ahire kalsın
Halklar düşmanını sarsın kuşatsın
Kızıldere sana biz de geliriz
Mahir yoldaş sana biz de geliriz

Gazetede yalan radyoda yalan
Oligarşik dikta zehirli yılan
En önde savaşır önderimiz Çayan
Kızıldere sana biz de geliriz
Mahir yoldaş sana biz de geliriz

MAHİR İLE YOLDAŞLARI

Kurşunladılar
ardarda
Dökülen kan kalmaz yerde
Yaşıyorlar yüreklerde
Mahir ile yoldaşları
Kızıldere kan akıyor
Akıp kendini yıkıyor
Yeter bunca zulüm deyip
Öncüler dağa çıkıyor
Halkımız dağa çıkıyor

KAR YAĞIYOR SERPE SERPE

Kar yağıyor
serpe serpe
Kızıldere önün tepe
Mahir yoldaşın sözleri
Kulaklara olsun küpe

Gece yolları sardılar
Kızıldere’yi sordular
Haber verin halkımıza
On yoldaşımı vurdular

BİZLER HALKIMIZIN

Bizler halkımızın
özgürlük ışığıyız
Tükenmeyen Mahirlerin kanıyız
Hey Mahir’lerin kanıyız

Mahir, Hüseyin, Ulaş’ı bir daha anmak için
Birleşelim yoldaşlar faşizmi yenmek için
Hey faşizmi yenmek için

Devrim bayrağını göklere yükseltelim
Bugün zafer günüdür savaşmanın günüdür
Hey savaşmanın günüdür

71 SICAĞINDA

71 sıcağında
canım Nurhak dağında
Üç gerillam vurulmuş son Mayıs sabahında

Mayıs’ın kanlı günü Haziran’a dönüyor
Dağda isyan ateşi alev alev yanıyor

Omzumuzda mavzerler dağlarda adım adım
Maltepe’de çarpışıyor yiğit iki adalım

Adalılar türkü söyler susar bütün namlular
Cevahir’im vurulmuş savaşır gerillalar

Adalının türküsü düşmeyecek dillerden
Geliyor Adalılar Sarp yamaçlı yollardan

ULAŞ’A AĞIT

Hele Ulaş’a
Ulaş’a
Ulaş benzerdi güneşe
Ulaş kardaş can veriyor
Yüreğim düştü ateşe

Ulaş’ın elinde mavzer
Mavzeri türküye benzer
Bizimkiler böyle ölür
Böyle ölür bizimkiler

Tohumlar düştü toprağa
Karıştı yeşil yaprağa
Kurban olam kurban olam
Seni yaratan toprağa

12 MART PAŞALARI

12 Mart paşaları
Sermayenin uşakları
Kızıldere’nin kanları
Yanınıza kalmayacak

Faik Türün ve Elverdi
Altınbilek hayınları
Astılar Yusuf, Deniz’i
Hüseyinler durmayacak

Hüseyin’i vuranları
Halkımızı soyanları
İbrahim’e kıyanları
Toprak bile almayacak

Parti-Cephe birlikleri
İnletiyor yer gökleri
İşçi ve köylü güçleri
Kızıl bayrak sallayacak.

ASYANIN BATISINDA

Asyanın batısında
Dev-Gençliler haykırır
Ancak halk savaşıyla
Oligarşi yıkılır

Dev-Gençliler liderdir
Liderler hiç durmazlar
Oligarşi yaşarken
Yorulup oturmazlar

Enternasyonalistiz
Savaşmamız gerekir
Katil oligarşiyi
Yıkmak bize görevdir

AĞLAMAK YOK DOSTA

Bak arkadaş
madem girdin savaşa
Bin yara alsan da yine ağlama
Bir çember içinden tutarlar taşa
Esir düşsen bile ağlama, dosta ağlama

Denizde bir filo karşına çıkar
İçi düşman dolu hep sana bakar
Teplikler tepecek, barutlar kokar
Gözüne kan dolsa yine ağlama, dosta ağlama

Aklında ne varsa korkmadan söyle
Sen de bilirsin ki gitmez bu böyle
Cephede hep zafer türküsü söyle
Namluyu temizle dostum sakın ağlama, dosta ağlama

Toprakta kanın var, bayrakta kanın
İşte şahididir tarihler bunun
Seni mahkum eyler, ağalı kanun
Zindanda çürüsen bile yine ağlama, dosta ağlama

Zamani’yim dil bilen sazım var
Dinle dostum sana çokça sözüm var
Bizde nice Deniz, Mahir, Nazım var
Ölene matem yok dostum sakın ağlama, dosta ağlama


Ana Sayfa

Konuk Yorum

info@zamanaustralia.com.au
australiazaman@hotmail.com

Sydney Ofisi telefonu
+61 02 96496006


27 Queen Street
Auburn NSW 2144 Australia
2011 yılında Zaman Üniversitesi’nin açılış töreni için Kamboçya’ya gitmiştik…
Açılışta kurdeleyi kesen Bülent Arınç’ın oradaki genel müdürümüze “Aman Ali Ağabey yukarı, Ali Ağabey aşağı” diye nasıl saygı ile hitap ettiğini hâlâ görüyor gibiyim.
Kamboçya halkı şüphesiz dünyanın en fakir ve en mazlum halklarından.
Öyle ki, ülkede yoksulluğun dibi yok diyebilirsiniz.
Seksenli yıllara kadar haber bültenlerinde bol bol gözümüze çarpardı Kızıl Kmerler “Katliam yaptılar, onlarca insan öldürdüler” bu haberler hergün okuduğunuz, dinlediğimiz sıradan şeylerdi.
Ülkenin zalim mi zalim iktidar sahibi Pol Pot o yıllarda (1975-1979) 9 milyon olan ülke nüfusunun 3 milyonunu diğerlerine kırdırır.
Gözlük kullanmak, diş yaptırmış olmak “Elit” olduğunuzun delilidir, elitler halkın düşmanıdır ve elit sayılmanız öldürülmeniz için yeterlidir…
Evlatlar ana babalarını, ana babalar ise çocuklarını öldürürler.
Ölüm Tarlaları adı verilen işkence alanlarında insanlar çok değişik işkencelere maruz bırakılarak, acımadan tek tek öldürülür.
Şimdilerde bir müze alanı olarak korunan Ölüm Tarlasını ziyaret ettiğimizde, kurşun harcamamak için kafalarına çivi çakılarak öldürülen insanların kafataslarını, kırılan kemiklerini, canlı canlı gömüldükleri yerleri ve en acısı küçük çocukların bedenlerinin ve kafalarının vurula vurula parçalandığı ağacı görmüştük…
Orada içime doğru çok gözyaşı döktüm…
Maalesef kafataslarından yapılmış bir kule ile karşılaştık, bir devletin koruması gereken kendi insanının kafatasları üzerinde yükselen kahrolası bir güç, bir diktatör kulesi.
Aslına bakılırsa insanlığın utanç tablosu bir kule.
Pol Pot ve Kızıl Kmerler dünya zulüm tarihine şüphesiz birkaç level atlatmıştır…
Göz önündeki gerçek ise şu ; Habil ve Kabil’den beri insanoğlu birbirine karşı kıskanç, acımasız ve zalimdir.
Güç sahipleri güçsüzleri bütün dünya tarihi boyunca ezmiş onlara akıl almaz işkenceler yapmıştır.
Özür dileyerek ifade etmeliyim ki her milletin kendine ait bir işkence kültürü dahi oluşmuştur ve batılı ya da doğulu hiçbir milleti bu durumdan istisna edemezsiniz…
Engizisyon Avrupası’nda olanlar, Nazilerin yaptıkları, daha dün Ebu Gureyb’de yaşananlar, Guantanamo ve benzerleri zihinlerimizde taptaze.
Dünya biraz aydınmaya başlayıp, insanlar biraz medenileşince işin çığırından çıktığını gören topluluklar işkenceye karşı ciddi kararlar almış ve tüm dünyada üzerine giderek yasaklamışlardır…
Fakat bu aşkın rezâlet dur-durak bilmemektedir.
İşkence bugün tüm insanlığın, tüm devletlerin kabulüyle İnsanlık Suçu’dur ve insanlığa karşı işlendiğinden ötürü, üzerinden asla zamanaşımı geçmemektedir, işkenceci nerede olursa olsun yakalandığında suçunun cezâsını en sonuna kadar, en ağır şekilde ödeyecektir ve ödemektedir…
Türk Cezâ Kanunu’nda dahi (herşeye rağmen) işkence suçu işlenmiştir…
5237 Sayılı TCK’da İnsanlığa Karşı Suçlar ; Madde 77
Aşağıdaki fiillerin, siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur:
a) Kasten öldürme.
b) Kasten yaralama.
c) İşkence, eziyet veya köleleştirme.
İşkence Suçu sâdece dünyevî hayatı ilgilendirmemekte, iskencecilerin uhrevi hayatının da berbat ve bedbaht olacağı muhakkaktır.
Maalesef Türkiye’de de işkence hiçbir zaman son bulmadı, belli dönemlerde azalsa dahi sonra tekrar ivme kazanıp hızlandırıldı.
Bugün yaşananlara neredeyse bir devlet politikası diyebilirsiniz, evet zâlim ve derîn bir devletin yıldırma politikası…
Nezarethânelerde, işkencehânelerde, hapishânelerde yapılanların asla bitmediğini hepimiz biliyoruz…
Elhamdülillah, bu lânetlik fiillerin sahipleri isim isim tespit edilmiş durumda İnşâallah hesabını verecekler.
Fakat ne yazık ki devlet ve toplum neredeyse işkenceye ve işkencecilere sahip çıkıyor…
Baksanıza daha yeni Ankara’da yapılan işkencelere karşı tavır almaya çalışıp İnsan Hakları Komisyonu ile işkenceyi tespit eden Ankara Barosu raporunu açıklayamadı ve bazı üyeleri bu durumdan ötürü istifâ etmek zorunda kaldı…
Yoğun baskının altında ezilen Baro hâlâ tespit ettiği işkenceyi, tuttuğu raporu açıklayabilmiş değil, herkes iktidarın sınırsız görünen gücü karşısında pusmuş, sinmiş durumda.
Yıllarca Anadolu’da Azınlıklar’a, Kürtler’e, Aleviler’e, aydın bir kısım Türklere ve Şuurlu Müslümanlar’a eziyet edilip işkence yapıldı, devam ediyorlar…
Rejim karşısına aldığını inim inim inletiyor.
Ve bugün Anadolu topraklarında Hizmet Gönüllüleri’ne yapılanlar tarihe geçmek üzere…
28 Şubat’ın postmodern darbecileri Soğuk Şubat’ın 1000 yıl süreceğini söylemişlerdi, bugün AKP ve Erdoğan eliyle sürdürüyorlar.
Ergenekoncular girip çıktıkları hapisten sonra “Çoluğunuzla çocuğunuzla sizi içeri tıkacağız, intikam alacağız” deyip, tükürükler saçan ağızlarıyla tehditler yapmışlardı.
Bugün Erdoğan vesâyeti altında dilediklerini yine O’nunla beraber tüm mazlumlara yapıyorlar.
Kendi şahsi ikbâli için çocuklara dahi eziyet etmekten çekinmeyen firav’nlarla karşı karşıya çocuk Musalarımız…
Hiçbir dönem yurt hapishanelerinde bu kadar kadın, bu kadar çocuk, bu kadar bebeğin var olduğunu göremezsiniz.
Zannediyorum şu an söz konusu kadınlar, çocuklar ve bebekler bütün dünya ortalamasının çok çok üzerindedir…
Hapishânelerimizde neredeyse 20 bin kadın, sayılarını tam bilemeyeceğim çocuklar ve 700 kadar bebek bulunmakta…
Anne-baba berâber tutuklandığından ötürü akrabalarının yanında kalmak zorunda olan yahut geçici olarak çocuk yetiştirme kurumlarına verilen evlatlarımız var.
Efendimiz (asv) “Kim çocuğuyla annesinin arasını ayırırsa, kıyamet günü Allâh (cc) sevdikleriyle onun arasını ayırır.” ( Tirmizi, Büyû 52 ) buyurmakta.
Çirkin bir yalan olarak “sevdiklerini söyledikleri” Hz.Peygamber’in (asv) sözlerini dahi nazarı itibâre almıyorlar…
Halbuki kendi hukukları dahi anne babanın bir arada içeri alınamayacağından tutun, bebekli kadınların tutuklanamayacağına kadar, hamile hanımefendilerin hapse konunulamayacağına dâir düzenlemelere sahip.
Türkiye’de yaşanan tam bir “Düşman Hukuku” tam bir “Soykırım Hukuku” ne Anayasa, ne Cezâ Kanunu, ne de diğerleri dikkate dahi alınmadan ailelere, anne ve çocuklara, hamilelere, bebeklere zulmediliyor…
Sadece bununla kalmıyorlar zulmettiklerine hapishanede sağlamaları gereken insani ortamı da sağlamıyor, içeri almanın dışında içeride de onlara zulüm üzerine zulüm yaşatıyorlar…
Bugün bu yazıyı yazmamın sebebi maalesef sosyal medyada gördüğüm bir çığlıktı.
Benim minik, 8 yaşındaki yavrumla aynı isimde olan, 5 yaşındaki Mahir’in çığlığı…
Üzülerek söyleyeceğim ama Mahir annesine şöyle haykırıyordu ağlayarak “Anne beni saymasınlar, çok erken kaldırıyorlar”
Evet, bu cümle annesi Emine Kul ile 24 Kasım’dan beri Şakran Cezaevi’ndeki, sabah kontrollerinde sayımlara katılan 5 yaşındaki Mahir’e ait.
Dışarda ise ailesinin desteğine muhtaç 2 çocuk daha var !
Yerin dibine batsın sizin yalanlarınız ve insanlığınız !
Allah aşkına kıyılırmı bu çocuklara ?
Olay bununla bitmiyor bu meş’um süreçte çocuklarımız neler çekmediler ki, Meriç’te boğulan Feridun, babasını göremeyen, tedavisi yapılması gerekirken pasaportu verilmeyen Karaefe Ahmet, hepsine karşı insanlık suçu işlediler.
Bu çocuklarımıza yapılan herşey tek kelime ile işkence…
Bu ve benzeri kuzularımız Türk Zulüm Tarihi’ne birer kara leke olarak geçerken, Günümüzün Kara Sevdalıları’nın ise asla unutup, duâlarından eksik etmeyeceği sembol isimler oldular…
Kim bilir daha bilemediğimiz ne kadar acı hikayeler yaşanıyor…
Daha bugün benim de tanıdığım Manisa Eşrafı’ndan 84 yaşındaki Nusret Muğla kaldığı cezaevinde koronodan ötürü vefat etti…
Yine çok iyi tanıdığım, tanımakla şerefyab olduğum 80 yaşındaki Yusuf Bekmezci Ağabey haftalardır yoğun bakımda…
Ne bebek, ne beli bükülmüş ihtiyarları dinlemiyor kilitlendikleri zulme devam ediyorlar.
Affınıza sığınarak bir daha zikredeceğim ülkemizde bir devlet terörü, topyekün bir soykırım ve işkence yaşanıyor.
Geçmişten beri değişen hiç birşey yok, her taraftan mazlumların ah-ı enîni yükseliyor…
Garip olan o ki işkence yapan, işkenceden hüküm giymiş insanlar, televizyonlarda bilirkişi edâsıyla oturup göğüslerini gere gere yaptıklarını anlatıyor.
Bazılarının vicdanlarında ufacık kıpırdanmalar görünse de gelecekleri adına iyi birşey söylemek mümkün değil, işkenceciler vazgeçseler, pişman olsalar ne olacak ? Mahşer meydanında dibine, sonuna kadar daldıkları kul hakkı ile Rabbimiz’in karşısına çıkacaklar.
Bazıları ise mel’un vazifelerinden ayrılırken aflarını isteyip, gasbettikleri kul haklarının helâli için helallik talep ediyorlar hem de utanmadan.
Küçük Mahir’in ve diğerlerinin yüreğimizi yakan çığlığının yanına bir ayet bırakarak işkencecileri uyarıp bitireyim fakat anlayacaklarını zannetmiyorum…
Çünkü onlar kör, sağır ve dilsiz görünüyorlar…
Rabbimiz Buruç Suresi 10.ayette şöyle buyuruyor ; Şübhesiz ki mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara işkence edip de, sonra tevbe etmeyenler yok mu, işte onlar için Cehennem azâbı vardır, hem onlar için (bu dünyada da) yangın azâbı vardır (ki o ateş, kendilerini de yakmıştır ! )
Bu dönem çok sözü, çok yazıyı şu nidâ ile bitirmek zorunda kaldım, özür dileyerek yine aynı şeyi yapmak zorundayım ;
Get real time update about this post categories directly on your device, subscribe now.
Please enter your username or email address to reset your password.


© CopyLeft 2022, Kodlama ve Yazılım YazıPortal
Bir rüya görürsün, rüya değil kabustur uyanmak istersin, bir de öyle rüyalar var ki keşke hiç bitmese ya da gerçek olsa dersin. Yaşam da tıpkı bu uyku halleri gibidir. Bazen kabus bazen de rüya olur. Kimi zaman da sadece uyursun.

Ülkecek zor zamanlardan yani kabus anlarından geçiyoruz. Çokta uzadı bu kabus. Hani derler ya “bıçak kemiğe dayandı.” Diye. Birileri gelse de bu kabustan uyandırsa bütün ülkeyi.

“Şehirlerin en önemli yerlerinden birisi de çöplükleridir. Çöplüklerin şehirler için gerekli değil, bu kadar önemli olduğu hiç aklınıza geldi mi? Bir büyük şehir çöplüğünü görünceye kadar bunu ben de bilmiyordum. Bir çöplük, bence bir şehir demektir.

İstanbul güzel şehir, alımlı şehir. İstanbul’un bir havasına, tadına giren bir daha onun havasından, tadından çıkamaz. İstanbul’un boy boy, renk renk resimleri yapılmıştır yıllar boyu… Fotoğrafları çekilmiştir. Üstüne şiirler yazılmıştır. Ben size söylüyorum ki, bunların birçoğunu gördüm, okudum, hiçbir şey, hiç kimse İstanbul’u çöplükleri kadar anlatamadı bana. Kirli mi İstanbul, çöplüğü kokar, leş gibidir. Kokusu burnunun direğini kırar… İstanbul daha mı temiz, kokusu daha az gelir. İstanbul mis kokulu mu, kokusu mis gibi kokar çöplüklerinin. Çöplük de mis gibi kokar mı diyeceksiniz? Kokar kokar, bana inanın…”

Rahmetli Yaşar Kemal’in ‘KALEMLER’ öyküsünden. Her okuyan benim gibi mi düşünür bilmem? Ama ben bu öyküyü ne zaman okusam bir şehrin yaşamı çöplükleri üzerinden bu kadar güzel mi anlatılır? Diye düşünürüm. İstanbul’un çöplükleri ve bu çöplüklerde bulunanlar… “Çöplükler, şehirlerin tıpıtıpına aynasıdır… Bir şehir pisse, aşağılıksa, kalleşse, merhametsizse, o şehrin çöplükleri bin misli daha pis kokar. Leş gibi… İstanbul şehrinin çöplüklerine martılar konar, çöplüğün üstü apak olur. Ve bu murdar çöplük martıdan gözükmez olur. Haa, bir de renk renk kalemler çıkar İstanbul çöplüklerinden… Altın yüzük çıktığı da olur.” Diye anlatır üstad. Bende bu şehrin yaşamı ülkenin yaşamı, çöplükleri de zihinsel yapıları olur. Çöplüklerinde bulunanlar ise o zihinselliğin eyleme dökülmüş halidir. Kalemleri ise, bu kirli, kokuşmuş zihinlerin eylemlerini bağıran kişilerdir. Öylesine renklidirler ki; her inançtan, her dilden, her milletten insanlardırlar.

“Nasıl yaşıyorsanız öyle yönetilirsiniz.”

Çöplüklerle yaşamak zorunda değiliz. Bu ülkede kötülük var, ölüm var, zulüm var. Neden diye sorarsanız zihinleri (çöplükleri) kirli insanlar hüküm sürdükleri içindir. Kirli zihinlerinde ne varsa onu muhalif olanların, sesini çıkaranların üzerine boca ederler. Onları bu kirlilikle boğmak isterler. Kimse pis kokuyorsunuz, kirlisiniz demesin diye herkesi bu kirlilikle tehdit ederler. Hele bir de bunu misk-i amber kokusu gibiymiş diye anlatmıyorlar mı? Çıldırası geliyor insanın.

Bu kirliliğe az ya da çok bulaşanlar var. Onlar, yani nemalananlardır, çöplüklerin leş kargalarıdırlar. Çöplükleri gördükleri halde sessiz kalıyorlar ya da abanıyorlar. Belki korkudur, belki de bu kirlilikle midelerini doyurdukları için, sanki bu pis koku yokmuş gibi davranıyorlar. Hatta daha fazla çöp biriksin istiyorlar. Biriksin ki onlara da daha fazla pay düşsün. Ya hiçbir şey alamayanlar onların sessizliğine ne demeli? Tıkamışlar kulaklarını, kapamışlar gözlerini; görmüyorlar, duymuyorlar. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” havasındalar. Sanki her şey yolundaymış gibi davranıyorlar. Hatta bazen duydukları çığlıklara kızıp “susun” diye bağırıyorlar. Öldürse de
Amdan Candan Sikiş
Türk Gaylar Sikişiyor Videosu
Cepten Sikiş Izlet

Report Page