Dur Hartt Diye Sokma

Dur Hartt Diye Sokma




🔞 TÜM BİLGİLER! BURAYA TIKLAYIN 👈🏻👈🏻👈🏻

































Dur Hartt Diye Sokma


                                               KİM BU EVİN SAHİBİ?

                       İki
perdelik çocuk oyunu

        Nalıncı
ile Padişah adlı Türk masalından oyunlaştıran

                    Miyase Sertbarut

                 (Bu oyun Devlet Tiyatroları repertuarına girmiştir.)

Odunlar, kütükler, kurumuş dallar,
yeşil çalılar, kayalar sahneye serpiştirilmiştir. Bir oyuncu genç bir çam,
diğeri yaşlı bir çınar rolünde sahnede kıpırdamadan dururlar. Nalıncı sahneye
girer. Omzunda birbirine iple
bağlanmış bir çift güzel nalın sarkmaktadır, yanı sıra bir balta ve elinde de
ip. Bir şey aramaktadır. Kuru bir kütüğü görür, alır, inceler, beğenmez.

NALINCI        : Bu olmaz! Bu
kütükten hiçbir şey olmaz!

Nalıncı kütüğü bırakır, ama
dikkatsizliğinden kendi ayakları üzerine düşürür ve acıyla ayağını ovuşturur.

NALINCI        :
Hayır hayır bundan iyi nalın olmaz! İnsanın ayağını çok acıtıyor!

ÇAM               : Ne dedi, ne dedi?

ÇINAR            : Bundan iyi nalın olmaz, dedi.

ÇAM               : Nalın mı? Nalın da neymiş?

ÇINAR            : Sen de hiçbir şey bilmiyorsun çam kardeş?

ÇAM                : Eee yaşım
senin kadar olsaydı, ben de her şeyi bilirdim.

ÇINAR            : Akıl yaşta değil baştadır.

ÇAM                :
Ee başım senin kadar olsaydı, ben de her şeyi bilirdim. Sahi? Ne arıyor bu
oduncu burada?

ÇINAR            : Oduncu değil o, nalıncı nalıncı…

ÇAM                :
İyi de nalını bilmeyen nalıncıyı ne bilir? Senin yaşında olsam bilirdim.

ÇINAR            : Akıl yaşta değil baştadır.

ÇAM                :
Söyler söyler bunu söylersin. Üff! Seninle konuşmak çok sıkıcı. Dur şu oduncuyu
bir şamarlayayım da eğlenelim.

Çam, bir dalı ile nalıncıya vurur.
Beklenmedik hareket üzerine nalıncı irkilir, sendeler, düşer. Kendisine çarpan
çam dalına bakar.

NALINCI        : Havada rüzgar da
yok, bu dal nasıl sallandı böyle!

ÇINAR            : Yaptığın pis bir şakaydı çam kardeş

ÇAM                : Akıl yaşta
değil baştadır.

ÇINAR            : Ne ilgisi var bu atasözünün konuyla?

ÇAM                :
Sen de yerli yersiz söylersin ya, belki benimki de uygun düşer diye söyledim.

NALINCI        :
Öyle güzel bir kütük bulmalıyım ki, kimsenin yontamadığı bir nalın yontayım
ondan. Prenseslerin, kraliçelerin ayaklarında sedefleriyle gümüşleriyle parıl
parıl parlasın. Gören o ayaklardan gözünü alamasın. Herkes “İşte desin, Nalıncı
Mehmet’in eseri bu!

ÇAM                :
Hah! Böylece tanışmış olduk Nalıncı Mehmet’le, ama çınar kardeş söyle hadi,
nedir nalın?

ÇINAR            : Mehmet Ağa’nın omzundan sarkan şeyi görüyor musun?

ÇAM                :
Evet bütün oduncularda var ondan, keskin, parlak, can yakan bir şey, onun
gövdemle tanışmasını asla istemem.

ÇINAR            : Canım baltayı demiyorum ben.

ÇAM                : Şu uzun ipi
diyorsan onunla da tanışığız uzun zaman önceden.

ÇINAR            : Hayır hayır, o da değil…

ÇAM                :
Kareli gömleğin adı nalın mı? Allah Allah demek gömlekler kütükten yapılıyor,
ben de pamuktan yapılır sanırdım…

ÇINAR             :
Ne gömleği! Omzunda asılı olan, hani gümüş işlemeli…

ÇAM                :
Aa! O takunyaların adı nalın mı? Neden nalın demişler ki? Takunya demek daha güzel,
yürürken “tak tak” ettiği için adı da yakışıyor. Nalın neymiş? Nal gibi!

ÇINAR            : Eh o da bir çeşit nal sayılır.

ÇAM                :
A! Ne ayıp sen şimdi insanları hayvan gibi mi görüyorsun? Nasıl söylersin bunu!
Yaşından başından utan!

ÇINAR            : Akıl yaşta değil baştadır.

ÇAM                :
Bak yine kullandın bu sözü. Sen her söylediğinde uyuyor da ben söyleyince neden
uymuyor?

ÇINAR            : Üzülme bir gün sen de uygun yerde söylersin.

ÇAM               : Demek Takunyacı Mehmet bu…

ÇINAR            : Hayır Nalıncı Mehmet …

ÇAM               : Canım ne fark eder, ikisi de aynı şey…

ÇINAR            : Ayağına giydiğinde aynı şeydir.

ÇAM                :
Başına takınca aynı şey değil mi? Takunyayı başa giyince takke mi diyeceğiz?

ÇINAR             :
Üfff! Ne zor anlıyorsun sen. Bu, adamın lakabı, yani takma adı… Nalıncı… Adamın
adı gibi bir şey olmuş nasıl değiştirelim?

Nalıncı bir kütüğün önünde durur. Dokunur,
şaşkınlıkla bakar, parmağıyla dokunup tadına bakar gibi yapar.

ÇAM               : Anlaşılan senin nalıncı çok aç, baksana kütüğü yiyecek.

ÇINAR            : Hayır kütüğü çok beğendi.

ÇAM                : Tamam işte,
beğendi ve yiyecek, ya sonra bizi de yerse.

ÇINAR            : Saçmalama, o bir nalıncı.

ÇAM               : Nalıncılar yemek yemez mi?

ÇINAR             :
Öfff be akılsızlığın da bu kadarı! O kütüğü işleyecek, yani ondan nalın
yapacak, onu daha iyi tanımak için de bütün duyu organlarını kullanıyor.
Kokladı, dokundu, tattı…

ÇAM                :
Ama işitme organını kullanmadı. (güler)
Çünkü bir kütük konuşamaz! Öyle değil mi? (Güler)

ÇINAR             :
Amma espri! Kendin söyle kendin gül. Kütüklerin ne zaman ne yapacağı hiç belli
olmaz. Bir bakarsın 20 yıl önce kesilmiş ve artık yalnızca kupkuru bir kütük
gibi görünen şey, yemyeşil bir filiz verip yeniden ağaç oluyor.

ÇAM                :
(Alaylı) Ya da senin gibi beş yüz
yıllık bir çınar bir anda kütük oluyor.

ÇINAR             :
(Öfkeli) Gevezelik yapma! Dinle,
nalıncı bir şeyler mırıldanıyor.

NALINCI        :
(Kütüğü okşayarak) Tanrım yıllardır
böyle güzel bir kütüğe rastlamamıştım. Ne ağacı olduğunu da anlamadım; çam değil,
çınar değil, kavak değil, köknar değil, incire hiç benzemez, dut desen, o hiç
değil. Böylesini ne gördüm ne işittim. Sanki dünyanın uzak bir köşesinden
yanlışlıkla buraya gelmiş gibi. Bununla yapacağım takunyaları saray hanımları
kapış kapış alırlar.

Nalıncı, omzundaki ipi kütüğe
bağlar ve şarkı söyleyerek kütüğü çeker.

Sabah. Nalıncının yoksul evi.
Çeşitli boylarda tahta parçaları, kesme aletleri, nalınlar… Bir tarafta ocak,
bir tarafta yoksul bir yatak. Oda dağınık. Kapının yanında nalıncının ormanda
bulduğu iri kütük. Nalıncı yataktan gerinerek kalkar. Açlığını midesini
ovuşturarak belli eder.

NALINCI     : Hiç
olmazsa rüyamda karnımı doyurabilseydim, ama bugün de aç uyandım. Acaba
çorbanın hepsini dün içmiş miydim?

Ocaktaki boş
tencereye doğru giderken ayağı yerdeki nalınlara takılır. Sendeler, düşer.

NALINCI     : (Nalını eline alıp sitem eder.) Ben seni
ne diye yonttum ha! Kütüklükten kurtul diye değil mi? Sen hâlâ kütük oğlu
kütüksün! Ocağa atıp yakardım seni, ama üstünde pişirecek bir patatesim bile
yok. Kızdırma kafamı! Şimdi pazara gidip bir çift nalın satarım, bir kilo
patates alırım, seni ocağa sürerim, sen kül olursun, patates lokum, ben de
karnı doymuş Nalıncı Mehmet.

Nalını ocağa doğru fırlatır. Sonra
kıyamaz, olduğu yerde sürünerek nalına gider.

NALINCI     :
Kıyamam sana, nasıl yakarım seni, bağışla beni. Onca emek ettim, onca ter
döktüm seni işlemek için. Nasıl kül ederim bir çift pembe topuk için ürettiğim
bu güzelliği.

Nalını çiftiyle birlikte kaldırıp
diğerlerinin yanına düzgünce koyar. Boş tencereye bakar.

NALINCI     :
Çorbayı dün gece bitirmişim demek ki. (Nalınlara
döner.) Bitirmiştim değil mi? Yoksa siz mi içtiniz? (Yaklaşır) Ne bu senin ağzının kenarındaki? Akşamki yoğurtlu çorba
bulaşığı mı? Hem çorbamı içersin gizlice, hem ağzını silmezsin öyle mi?

NALINCI     : ( Masadaki su testisine yürür.) Hiç olmazsa
suyla doldurayım karnımı. Ne demiş eskiler, iki su, bir ekmek eder. Bir çift
nalın ne eder peki? (Nalınlara) Bilmiyorsunuz
tabii, kimi nalın var ki bir kilo et eder, kimi var ki bir bütün kuzu eder,
kimi var bir teneke peynir, kimi de… (Kapının
yanındaki iri kütüğe yaklaşır. Kütüğü hayranlıkla okşar sever.) Kimi de
kimi de paha biçilmez şeyler eder. Saray hanımlarının ayaklarına yakışan bir
nalın, kimi zaman bir çuval altın eder. (Su
testisini kafasına diker. Boştur.) Su bile yok! Nalıncı Mehmet’in evinde su
bile yok! Öff öff en iyisi kendimi hemen pazara atayım, bir çift nalın satayım.
Parasıyla güzelce karnımı doyurayım. (Omzuna
birkaç çift nalın asar.) Suyumu alayım kuyudan, peynirimi koyuncu Hamza’dan,
ekmeğimi Gülsüm Bacı’dan… Sonra dönüp nalın yapmaya devam…

Nalıncı odadan çıkar. Kapının yanındaki
iri kütüğün çevresinde renkli sisler oluşmaya başlar, hafif gizemli bir müzik. Kütük
bir kapı gibi açılır. İçinden uzun saçlı, uzun renkli tül elbiseler içinde
güzel altı peri kızı çıkar. En son çıkan yedinci peri, hepsinden farklı giyinmiştir
ve kızların başı olduğu bellidir. Müzik eşliğinde dans ederler. Şarkı
söylerler:

Dans sürerken kızların başı üç kez
ellerini çırpıp müziği ve dansı durdurur.

PERİ KIZI    :
Hadi bakalım kızlar, buraya yalnızca gülüp oynamaya gelmedik! İşe koyulalım!
Her tarafı kırmızıyla donatalım.

Kızlar müzik eşliğinde dans ederek evi
temizleyip düzenlemeye başlar. Yatak örtüsü, masa örtüsü değişir, kırmızı
yepyeni örtülerle nalıncının evi bir anda güzelleşir. Peri kızı da ocaktaki
tencereye bir şeyler atmakta kepçeyle karıştırıp yemek yapmaktadır. Arada bir
koklar ve aldığı kokudan hoşnut kalır. Masa meyvelerle donatılır. Peri kızı
yeniden elini üç kez vurur.

PERİ KIZI    :
Kızlar! Kızlar! Hadi yeter bugünlük bu çalışma, eğer şimdi dönmezsek yuvamıza,
yakalar bizi Nalıncı Mehmet Ağa.

Kızlar birer birer kütüğün
kapısından içeri girerler, en son peri kızı da girip kapıyı kapatır. Bir süre
sonra nalıncı omzunda satamadığı nalınlarla süklüm püklüm eve girer. Elinde
evinin kocaman anahtarı vardır. Odanın halini görünce elindeki koca anahtarı
yere düşürür.

NALINCI     : Ay
aman, kimin evine girdim ben? Açlıktan evimi şaşırıp başkasının evine girdim
herhalde. (Eğilip düşürdüğü anahtarı
alır.) Bu anahtar benim anahtarım ama nasıl oluyorsa bu ev benim değil. Bu
meyveler, bu masa örtüsü, bu yatak... Kim bilir hangi zenginin evine girdim
ben? Yakalanmadan kaçayım hemen!

Nalıncı evden çıkar, evin
çevresinde telaşla koşturmaya başlar. Karşılaştığı iki komşusunu durdurur.

NALINCI     :
Komşular! Komşular! Ben evimi kaybettim! Evim yok, yer yarılmış gibi yok! Yerin
dibine girmiş gibi yok! N’olur bulun evimi!

1. KOMŞU    : Sen aklını mı kaçırdı
nalıncı! Ev kaybolur mu?

NALINCI    :
Ev mi kayboldu, ben mi bilmem, ama bu anahtar başkasının evini açıyor?

2.KOMŞU     : Hadi hadi eğlenme
bizimle! Yürü git evine!

NALINCI     :
(Ağlar) Giremem o eve, hırsız sanıp hapse atarlar beni! O ev benim değil ki…

İki komşu kollarından zorla
kaldırıp sürükleye sürükleye Nalıncı’yı evinden içeri atarlar.

1.KOMŞU     :
Hadi Nalıncı Mehmet, işte yıllardır oturduğun ev burası, eğlenme bizimle!

2.KOMŞU     :
Kaybolan evin değil, aklın! Kütüklerle konuşa konuşa aklını mı oynattın?

Komşular kapıyı kapatıp giderler. Nalıncı
ürkerek eşyalara bakar, dokunmaya çekinir.

NALINCI     :
Hey Allahım, ben şimdi ne yapayım? Bu ev benim değil. Ya şimdi ev sahibi
geliverirse... Amaaan neyse, gelirlerse bekçilik ediyordum derim. öldürmezler
ya…

Masadaki yemeklerin
tadına bakar. Her şeyin göz kamaştırıcılığından eli ayağına

NALINCI     :
Ne yaparım ev sahibi gelirse? Ya saklanırım bir yere ya kapıdan kaçar giderim.
Yemekler de ne güzel olmuş! (Bir köşedeki
nalınları fark eder.) Aaa! Nalınlar! Demek bu evin sahibi de nalıncı. Ama
böyle zengin bir adam, neden oturup ağaç yontsun ki… Mutlaka satın almıştır. (Yatağa yaklaşır. Yumuşaklığını kontrol eder.) Yatak
da nasıl yumuşak! (Esner) Uykum da
geldi, ama ya gece ev sahibi gelirse, beni kendi yatağında uyur bulursa, ne söylerim?
Ne derim ona? Beni komşular buraya zorla soktu, derim. Bekçiyim, derim. Hırsız
girmesin diye bütün gece bekledim, derim. Yastık da nasıl yumuşak! Sanki kuş
tüyünden… Birazcık uyuyayım bari, ses duyarsam fırlarım yataktan. (Yatar, bir sinek vızıltısı duyar, fırlar.)
Ev sahibi mi geldi acaba? ( Havada dönen
sineği gözüyle, kafasıyla takip eder.) Hey karasinek, evin sahibi sen
misin? Yoksa ev sahibinin sineği misin? Sineği geldiğine göre, ev sahibi de
çıkar gelir herhalde. Neyse gürültü duyar duymaz fırlarım ben yataktan. (Yatağa uzanır, gök gürültüsü duyar,
fırlar.) Bu da neydi böyle! (Tekrar
gök gürültüsü gelir. Nalıncı korkar.) Yoksa ben? Yoksa ben fırtınanın evine
mi girdim bilmeden! Az sonra doluyla yağmurla basarsa evi, sulara sellere atarsa
gövdemi!

NALINCI     : Yağmur
başladı, ama kapıdan giren yok. Bu ev fırtınanın da değil demek ki! Peki, kim bu evin sahibi? Öfff! Uykum da var,
biraz daha uyuyayım en iyisi

 Uyur, ışıklar kararır. Bir süre sonra
pencerede gün ışığı belirir. Nalıncı yatakta yavaş yavaş uyanma belirtileri
gösterir. Bir anda başka evde uyandığını anımsayıp fırlayarak yataktan kalkar.

NALINCI     :
Sabah olmuş! Ev sahibi gece gelmemiş demek ki, o gelmeden hemen fırlayıp
gitmeli.

Nalıncı gülünç hareketlerle pantolonunu
ayakkabısını telaşla düşe kalka giyer, kesici yontucu aletlerini alır, kapıdan
hırsız gibi kaçar gider. O gider gitmez yine kütüğün çevresinde renkli sisler
belirir. Hafif, gizemli bir müzikle kütüğün kapısı açılır. Peri kızları birer
birer çıkıp dans etmeye başlarlar. Şarkı söylerler:

Son çıkan peri kızı ellerini üç kez
vurur.

PERİ KIZI    :
Kızlar kızlar! Hadi evi silip süpürelim. Odayı baştan aşağıya yeşillerle süsleyelim.


Peri kızları, müzik eşliğinde dans
ederek kırmızı örtüleri kaldırıp yeşil örtülerle, tüllerle bütün odayı donatır
güzelleştirirler. Peri kızı da yine ocağın başına geçip bir yemek hazırlar.
Arada bir tadına bakıp nefis olduğunu belli eder. İşler bitince peri kızı ellerini
üç kez vurur.

PERİ KIZI    : Kızlar
kızlar, hadi artık yurdumuza dönelim. Nalıncı gelmek üzere yakalanmayalım
kendisine.

Kızlar girer
kütük kapanır. Az sonra Nalıncı Mehmet süklüm püklüm kapıya gelir,

kocaman
anahtarıyla kapıyı açar. Odadaki değişikliğe şaşarak yine kocaman

NALINCI     :
Bu sefer kimin evine girdim ben! Delirdim mi Tanrım! Her gün başka bir ev! Dün
kızıla boyanmıştı, bugün yemyeşil bir orman! Açlıktan hayal görüyorum anlaşılan.
Şu yeşil elmayı bir ısırayım, o zaman belli olur hayal mi değil mi bu yaşanılan?


Masaya yürür, ortadaki tabaktan
koca bir yeşil elma alır, irice bir parça ısırır.

NALINCI     : (Ağzı dolu) Öyle tatlı, öyle sulu ki... Besbelli
ki gerçek bir elma bu. İnsan, hayali bir elmayı hart diye ısırabilir mi? Ama
yine başkasının evi, başkasının elması...

Koşarak evden çıkar. Dışarıda karşılaştığı
komşularından yardım ister.

NALINCI     : Komşular, arkadaşlar!
Bana bir hal oldu, yine yitirdim ben evimi!

1.KOMŞU     : Ya Mehmet Ağa, sen
aklı başında bir adamsın, eğlenme bizimle!

NALINCI     :
Vallahi doğru söylüyorum! Evimin yerine başka bir ev gelmiş. Bu ev benim evim
değil!

2.KOMŞU     :Bu
ev kırk yıldır senin, hatta yüz kırk yıldır sülalenin evi, dalga geçme bizimle,
git nalınlarını yont yine.

NALINCI     :
Yalvarırım yardım edin bana! Siz ne biçim komşusunuz, dar günümde beni sokakta
mı bırakacaksınız? Hadi evimi bulun n’olur!

1.KOMŞU     : (İkinci komşuya işaretle) Hadi şunun evini
bulayım ben. (Olduğu yerde dönerek tekerleme söyler. Varsaydığı evleri parmağıyla
sayar)

(Parmağıyla yaptığı sayım sonunda nalıncının
kapısını işaret eder.) İşte! Gördün mü? Senin evin burasıymış. Hadi gir
evine.

NALINCI    : (Omuz silker.) Hayır! Orası benim evim değil.

2.KOMŞU     : Dur
bir de ben sayayım. (Olduğu yerde çocuk
gibi dönerek tekerleme söyleyip varsaydığı
evleri sayar.)

(Parmağı yine
nalıncının kapısında durur.) İşte senin evin!

NALINCI     :
Yok! Yok! O ev benim değil! Zaten sen de tekerlemeyi yok yok diye bitirdin. Benim
evim yok.

(İki komşu, nalıncının koltuk
altlarından tutup zorla kapıdan içeri iterler . Nalıncı korka korka eşyalara dokunur. Yatağa dokunur. Kazandaki
çorbanın tadına bakar.)

NALINCI     :
Kimbilir kimin evi! Çorba da sıcak… Ya şimdi çıkıp gelirse sahibi? Namusuyla, alın
teriyle para kazanan ben, bundan sonra hırsız diye mi anılacağım. Komşular da
bir tuhaf, başkasının evine beni zorla koydular. (Boşvermişçesine elini sallar.) Ne yapayım, ev sahibi gelirse, o
iki komşuyu gösteririm, bunlar beni zorla evin burasıdır diye içeri koydular
derim. (Yine çorbanın tadına bakar.)
Çorba da ne güzel olmuş, sanki dersin bir peri kızı pişirmiş. En iyisi karnımı
doyurup yatayım, sabah ola hayrola…

Çanağa koyduğu çorbayı içerken
ışıklar kararır. Tekrar yandığında yatakta uyanmak üzeredir. Esneyerek kalkar,
birden başka bir evde olduğunu düşünüp aceleyle toparlanır. Masadaki çanağı
görür, kazana bakar.

NALINCI:    Çorba eksilmemiş, demek ki ev sahibi gelmemiş. Bu işte bir iş
var

                       amma,
ne yapmalı da anlamalı. (Birden aklına bir
şey gelir.) En iyisi…

                       evet,
en iyisi öyle yapmalı.

Nalıncı kapıyı açar, çıkar gibi
yapar, ama çıkmaz. Tekrar kapıyı kapatıp bir eşyanın arkasına siner. Biraz
zaman geçer. Kütüğün kapısı açılır. Peri kızları müzik eşliğinde dans ederek
çıkmaya başlarlar. Nalıncı şaşkınlıkla onları izler. Kızlar nalıncıyı fark
etmezler. Dans ve şarkı başlar:

Peri kızlarının başı yine ellerini
üç kez çırpar.

PERİ KIZI    : Kızlar
kızlar! Haydi evi silip süpürelim, bugün de pembe örtülerle süsleyelim.

Kızlar müzikle dans ederek temizlik
yaparlar, pembe örtülerle bütün odayı donatırlar. Peri kızı da yine yemek
yapar. Peri kızı çalışmanın bitiminde, ellerini çırpar.

PERİ KZI      :
Hadi kızlar dönelim artık, işimiz bitti. Nalıncıya yakalanmadan gidelim şimdi.

Nalıncı köşesinden her şeyi anlamış
bir ifadeyle başını sallar. Kızlar birer birer kütüğe girip kaybolurlar. Son
olarak peri kızı tam girip kaybolacakken nalıncı kızı kolundan kavrar. Kütüğün
kapısını kapatır, gitmesine engel olur.

NALINCI     : İn misin cin misin?

PERİ KIZI    : Ne inim ne cinim,
peri padişahının kızıyım.

NALINCI     :
Beni deli ettin peri kızı, önce yaptığın işlerle, şimdi de güzelliğinle başımı
döndürdün. Eğer kabul edersen, evlenmek isterim seninle.

PERİ KIZI    :
Ben de seni sevdim Nalıncı! Dürüst, namuslu çalışkan adamsın, hem de pek
yakışıklısın, ben de eş olarak istemiştim seni, işte bunun için üç gündür değiştiriyorum
evini.

NALINCI     :
Dünyada benim gibi şanslı adam var mıdır acaba? Gönlümün güzeli tıpış tıpış
geldi kendi ayaklarıyla!

PERİ KIZI    :
Dünyada benden şanslı peri kızı var mıdır acaba? Kalbim bu dünyanın en dürüst
en çalışkan adamına ulaştı kolayca.

Birbirlerine sarılırlar. Işıklar
kararır.

Nalıncı, neşe içinde pazar yerinde
dolaşır. Nalın satmaya çalışır.

NALINCI     :
Nalınlarım var! Ayakta nasır yapmaz, bileği burkmaz! Mis kokulu ağaçlardan
sizler için yonttum ben. Haydi ağalar beyler, yok mu Nalıncı Mehmet’in
nalınlarından isteyen?

1.KOMŞU     : Ooo Nalıncı Mehmet,
bakıyorum peri kızını aldın alalı yüzün güleç.

2.KOMŞU     : Artık evini de
şaşırmıyorsun…

1.KOMŞU     :
Ama sana kötü bir haberim var Nalıncı. Padişah’ın veziri haber yolladı bu
sabah. Padişahımızın senden bir isteği varmış.

NALINCI     : (Sevinir.) Yoksa nalın mı isteyecek
benden? Tanrım sana şükürler olsun, sonunda saraya nalın yapan meşhur bir
nalıncı olacağım.

1.KOMŞU     : Dur nalıncı dur, iyi
haber demedim ki kötü haber dedim.

2.KOMŞU     :
Zaten saraydan iyi haber çıktığı görülmüş müdür? Ya vergiler artar, ya düğün
yemekleri için bedava aşçı bulaşıkçı aranır, ya da savaşa asker toplanır.

1.KOM
2 Yeni Videolar Sahneleri Tamamını Görmek Için Arkadaş!
Gilr Türbanlı Kalça - Hd Porno İzle Sikiş Videoları
X-Şehvetli - Tetti Dew. - Her Kız Modeli

Report Page