Dinleri süleymancılık İmanları para, has huyları Gasp, Meslekleri Dilencilik olan Süleymancıların İçyüzü

Dinleri süleymancılık İmanları para, has huyları Gasp, Meslekleri Dilencilik olan Süleymancıların İçyüzü



Süleymancılar

(En az fetöcüler kadar zararlı ve zehirli bir başka 'cemaat' olan süleymancılar, dinimize ve ülkemize yıllardır sinsice zarar vermeye devam ediyor. Bu cemaatin ismini duyan olmuştur, çoğu zaman kuran kursu adı altında kapı kapı gezip halkın cebindeki parasını gasp eden ve bunu kendi imamlarının ihtiyacı için kullanmakta sakınca görmeyen, kendilerini halktan üstün görüp, 'biz halkın en üstünüyüz diğer insanlar bize hizmet için yaratıldı' diyerek adeta yahudi zihniyeti ile düşünen bir topluluk olan, düşünce ve giyiniş 'tarz' larında farklılıklar gösteren bu sözde cemaat de tıpkı fetöcülerin halkı himmet adı altında halkı kaz gibi yolduklari gibi, o saf sadece kuran öğrenmek niyetiyle kurslarına gelen çocuklar üzerinden halkı kaz gibi yoldular ve yolmaya devam ediyorlar. Başta faiz olmak üzere diğer dini hükümleri menfaatleri doğrultusunda görmezlikten gelip ülkemizde müslümanların faizle alış veriş yapmalarına bir bakıma önayak olmuşlardır, bu konuda kendi din ve tüzüklerine göre fetva verererek Türkiye darülharptir faiz alınabilir diyerek, hem millete hemde seçilmiş hükümete kafir demeye cüret etmişler ve faizi meşrulaştırmak için gayret göstermişlerdir. Diğer bir meslekleri gaspcılıktır onlarda tıpkı fetöcüler gibi insanların mallarını devletin camilerini halkın parasını zorla gasp etmişlerdir bunların örnekleri saymakla bitmez. Siz zaten onları giyinişlerinden ve diğer ehli sünnet Müslümanlardan farkını görürsünüz eğer onlardan degilseniz. Küfür tek millettir! Ey değerli din kardeşim lütfen gözünü aç , bu din ve vatan bölücülerine geçit verme bu din ve vatan kolay kazanılmadı, görüyorsun 15 temmuz gecesi nice evlatlatimızı toprağa verdik bunlar da ve bunun gibi dinine ve vatanina ihanet eden bölücüler hiç bitmez her fırsatta işgal için hazır dururlar, fakat sen dinini öğrenirsen Vatanına sahip çıkarsın, "İmansız Vatan, Vatansız İman muhafaza edilmez! " Allahü teâlâ bu hainlere fırsat vermesin.


Dinde tefrika çıkarıp, bölücülük yapmakla; İslâm dini’ni bırakıp, kurdukları süleymancılık dinine sapmakla büyük bir zulüm yapmışlardır.

Kendilerine tâbi olanları süleymancı yapmakla, pansiyonlarına aldıkları talebelere süleymancılığı aşılamakla, bir çok kimseleri Allah yolundan çevirmektedirler.

İslâm dininde fâiz ve fâizciler hakkında açık ve kesin Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler olduğu halde fâiz almaktadırlar ve fâizin helâl olduğunu savunmaktadırlar.

Ve dördüncü olarak da, barındırdıkları bir kaç talebeyi alet ederek halkı soymakta, haksız yere insanların mallarını ellerinden almaktadırlar.

Âyet-i kerime’lerle bunları kıyasla, kararını ver!

Simâlarına dikkat ederseniz, sûretlerinin altındaki siretlerini görmüş olursunuz. Ne olduklarını kolayca anlarsınız.

İslâm dininden ayrılarak Süleymancılık dinini kurdular. İslâm dinini tahrif etmeye ve bu sahte dini yerleştirmeye çalıştılar.

Bunlara karşı savaş açtığımız için, bu sahte dini çökertmeye gayret ediyoruz.

İcraatlarına dikkat edin, hiç çalışmadıkları halde nasıl israf içinde yaşıyorlar.

Hangi parti iktidara gelirse ona sırtını dayıyorlar. Yaptıkları gasblardan ötürü, herhangi bir durumda sıkıştıkları zaman, hemen dayılarına müracaat ediyorlar takibat olduğu yerde kalıyor.


Dinleri #süleymancılık İmanları para, has huyları Gasp, Meslekleri Dilencilik olan #Süleymancıların İçyüzü


Hani o Mercedes arabalarla sanayi çarşılarını, fabrikaları dolaşıp, dükkân dükkân gezip, halkı kaz yerine koyup yolanlar?

Hani o ev ev, tarla tarla dolaşıp fındık, mısır, buğday ve buna benzer ürünleri arabalarla toplayanlar?

Bütün bunların hepsini İslâm dinini âlet ederek, İslâm dini namına yapıyorlardı. Halkı nasıl soyuyorlardı ve yoluyorlardı? Gayeleri, dinlerini kuvvetlendirmek ve ceplerini doldurmaktı.

“Süleymancı yetiştiriyoruz.” demiyorlardı da: “İnançlı talebe yetiştiriyoruz.” diyerek kandırıyorlardı. Halk da onları müslüman talebe yetiştiriyor zannediyordu.

Üstelik talebeleri salıverip ev ev, dükkân dükkân dilendirirlerdi ve bu topladıklarını da kendi aralarında taksim ederlerdi. Bu soydukları, yoldukları kazlardan elde ettikleri madde ile de altlarına Mercedes arabalar çekerlerdi. Dünyalığınızı aldıkları gibi, dininizi de imanınızı da alıyorlardı.

Çünkü bunların dinleri Süleymancılık olduğu gibi, imanları para, has huyları da gasp idi.

Oysa ki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’de şöyle buyurmaktadır:

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için kıyamet günü büyük bir azap vardır.” (Âl-i imran: 105)

Hani o halkın yardımı ile yapılan câmiler, Kur’an kursları ve hayır müesseseleri?

Hileyle derneklerin idare heyetine girip, çoğunluğu elde ederek câmileri olsun, Kur’an kurslarını olsun, hayır müesseselerini olsun gasbederlerdi. Halkın yardımı ile yapılan binaları üzerlerine geçirip tapularını alırlardı. Bu onların has huyu idi.

Bu gasplarından bir tanesini gözler önüne sereyim, siz bin tanesini düşünün.

1970’li yıllarda Bornova’lı müslümanlar bir dernek kurarak tam teşekküllü yatılı bir Kur’an kursu inşa ettiler.

Bilâhare hayırsever bir müslüman Bornova’nın merkezinde iki dönüme yakın arsasını “Kur’an kursu talebelerinin barınması için üstüne bina yapmak” üzere bağışta bulundu. Yine hayırsever vatandaşların yardımıyla bu arsanın üzerine üçer katlı iki büyük bina yapıldı. Talebeler bu binalara yerleştirilerek rahatça öğrenim görmeleri sağlandı.

Diğer taraftan süleymancılar bu binaları ele geçirmek için plânlar yaptılar. Kendilerinden olan kişileri derneğe üye kaydettirdiler. Bir de kendilerinden olan bir öğretmeni de resmi kanaldan Kur’an kursuna tayin ettirmeyi başardılar. Sinsice heyete giriyorlar. Heyette çoğunluğu elde ettiklerinde hemen orasını benimsiyorlar ve rahatça gasbediyorlar.

Bir yıl sonra yapılan dernek seçiminde çoğunluğu sağlayarak derneğin yönetimini ele geçirdiler.

Bu arada kendilerine âit Kur’an kursunu Bornova’ya naklettiler. Bir taraftan da binaların tapularını kendi adamlarının üzerine geçirmek için teşebbüse geçtiler. Tapu dairesinde bazı kişileri elde ederek, sahte belgelerle binaların ve arsanın tapularını resmen kendi adamlarının üzerine geçirdiler, binalara sahip oldular.

Bu oyunlardan haberi olmayan diğer dernek üyeleri ise Kur’an kursunun resmî bir hüviyet kazanması için Bornova Müftülüğü’ne devretmek istediler. Çünkü 1980’den itibaren yatılı Kur’an kurslarının yönetimi ve denetimi müftülüklerce yapılmaya başlanmıştı.

Bu defa, süleymancı olan yeni idareciler binaların kendilerine ait olduğunu, kimsenin buraya karışamayacağını ileri sürerek binaları derhal boşaltmalarını müftülüğe bildirdiler. Bunun üzerine müftülük ve diğer dernek üyeleri mahkemeye başvurarak dâvâ açtılar.

Süleymancılar kendilerini haklı çıkartmak için bazı nüfuzlu kişileri devreye koydular, mahkemede ellerindeki tapuların kendilerine âit olduğunu ispat ederek dâvâyı kazandılar. Mahkeme de binaların onlara âit olduğunu ve tahliyesinin gerektiğini müftülüğe tebliğ etti. Bunu fırsat bilen süleymancılar yağmurlu ve fırtınalı bir günde binalarda ne kadar resmi Kur’an kursu talebesi varsa eşyaları ile birlikte dışarı attılar. Hatta zâtî eşyalarını ve talebelere âit Kur’an-ı kerim’leri pencerelerden dışarı attıklarına bütün mahalle sakinleri şahittir.

Müftülük derhal polis getirip tahliyeyi durdurmak istediyse de ellerinde mahkeme kararı olduğu için, gelen polisler hiçbir icraat yapamadan geri döndüler.

Bu acıklı manzara karşısında o zamanki Bornova müftüsü ve diğer halk gayr-i ihtiyarî ağladılar. Herkesin tüyleri ürperdi. Atılan eşyaları toplayıp zavallı kurs talebelerini geçici olarak başka bir binanın bodrum katına yerleştirdiler.

Süleymancılar ise gasbettikleri o binaları yurt binası yaptılar. Hâlen o binaları kendi arzuları doğrultusunda pansiyon olarak keyfi kullanıyorlar. Bu ise halkın yaptığı Kur’an kursu idi ve burada kendilerinden olmayanları içeriye sokmuyorlar.

Hatta o binaların ön kısmı mahalleye ait cami idi, mahalle sakinleri orada talebelerle birlikte namaz kılarlardı. Minaresi şimdi bile durmaktadır. O cami olan kısmı bile zaptettiler, kimseyi almıyorlar.

Kendilerinin hiçbir katkıları olmadığı halde, halkın yaptırdığı binaları gasp suretiyle üzerlerine geçirdiler.

Şu yaptıkları hareketin ahkâm-ı ilâhî’ye uyan hangi tarafı var? Bir tarafta emanete hıyanet var, bir tarafta gasp var. Asıl mühim olan İslâm kültür mevzuatını iptal ettirip, camiyi ve talebeleri boşaltmak, camiye cemaati almamak, camiden talebeleri atmak.

Bunu bir kâfir yapmaz. Fakat bunlar bunu kendi dinleri olan süleymancılığa göre yaptılar.

Adapazarı Büyük Söğütlü Kur’an kursunu süleymancılar nasıl ele geçirdiler?


Söğütlü halkından olan ve dernek yönetiminde çalışan üç kişiyi maddi menfaatlarla önce kendilerine meylettirip elde ettiler. Sonra bu kişiler aracılığı ile kendilerinden olan adamları derneğe üye yaptılar. Çoğunluğu sağlayınca da Söğütlü halkından olan üyeleri âidatlarını ödemediler diye üyelikden sildiler.

Daha sonra kongre yaptılar. Köy halkından olup, Kur’an kursu için canla başla çalışan kişileri “Sizin üyeliğiniz silindi” diye kongreye almadılar. Kendi kaydettikleri üyelerle seçim yaparak hem yönetimi hem kursu ele geçirdiler, daha sonra da kurs binasının tapusunu üzerlerine aldılar.

Size numune için birkaç yer veriyoruz. Fakat dikkat edin, araştırın. Her memlekette süleymancılık dinini kurdukları yerde bu gasp mevcuttur. Araştırın bulacaksınız.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Şerler ve fesadlar olacak. Kim birlik içinde olan bu ümmetin içinde tefrika çıkarmak isterse, kim olursa olsun kılıçla boynunu uçurun.” (Müslim)

“Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım.” (Müslim) buyuruyorlar.

 

Almanya’dan bir mektup:

“Biz burada 1977 yılına kadar senelerdir ne cuma namazı kılabiliyorduk, ne de ezan sesi işitebiliyorduk. Çünkü yerimiz yoktu. Nihayet 8-10 arkadaş bir araya gelerek Friedrichshafen ve civarında yaşayan müslümanlar için bir cami açmayı plânladık. Bir tüzük hazırlayarak resmi makamlara başvurduk. İsteğimiz kısa zamanda kabul edildi.

Hemen kiralık bir yer bulduk. Gece gündüz çalışarak camiyi faaliyete geçirdik. Çalışmalarımız hızla ilerliyordu. İki ay gibi kısa bir zamanda altıyüz kadar üyemiz oldu. Civardaki Türkler akın akın camiye gelmeye başladılar. Camimize iki de minibüs aldık. Uzakta bulunan müslüman ailelerinin çocuklarını Kuran-ı kerim öğrenmeleri için toplayıp camiye getiriyorduk. İşçiler arasında hafız olan arkadaşlar cumartesi ve pazar günleri gönüllü olarak çocuk okutuyorlardı. Bu mutluluk, bu birlik ve beraberlik altı ay sürdü. Yapılan bir hata yüzünden cami elimizden çıktı.

Şöyle ki:

Sonradan süleymancı olduğunu öğrendiğimiz kişiler gelerek Köln’de bir İslâm Kültür Merkezi kurulduğunu, camiyi bu merkeze bağlarsak Türkiye’deki Kuran kursları gibi bu merkezin her şeyi idare edeceğini söylediler. Biz de buna inandık, tekrar kendi hazırladığımız tüzüğü merkeze gönderdik. Böylece camimiz bu merkeze bağlanmış oldu.

Yalnız iş bizim bildiğimiz gibi çıkmadı. Köln’den camimize hoca yolladılar. Bizleri ve caminin yapılmasında emeği geçen arkadaşların hepsini yavaş yavaş uzaklaştırdılar, süleymancı adı altında kendi adamlarını yerleştirdiler.

Arkadaşlarımız yapılan faaliyetler hakkında bu hocalara hesap sormaya gittiklerinde: ‘Bize hesap soramazsınız, burası İslâm Kültür Merkezi’dir, burada Kur’an okunmaktadır.’ diye cevap veriyorlardı. Bir ara caminin kapısına: ‘Üye olmayan camiye giremez!’ diye yazı yazmışlardı. Cami için aldığımız iki minibüsü de sattılar, kimse hesap soramadı.

Çeşitli zamanlarda vermiş oldukları vaazlarda: ‘Kestiğiniz kurbanların derilerini bize vermezseniz kurbanınız kabul olmaz.’ diyorlar. ‘Süleymancılar yüzde ikiyüz daha iyi müslümandırlar.” diyorlar. ‘Memlekete yatırım yapıyorsunuz, ellibin mark kredi çekiyorsunuz, bir onbin mark kredi çekip de bize verseniz!’ diyorlar. Fâizin haram olmadığını savunup, Müslüman kardeşlerimizi fâize teşvik ediyorlar. Onlara üye olmayan müslümanlardan birisi öldüğü zaman cenazeyi bile hazırlamıyorlar. Para veren kişilere karşı daha hürmetli davranıp etrafında pervaneler gibi dolaşıyorlar.

Nihayet cami elimizden çıkınca ikinci bir cami için teşebbüse geçtik. Çalışmayan büyük bir fabrika vardı. Sahibini bulduk, durumu kendisine arzettik. Kendisi zaten yetmişsekiz yaşında idi. Bütün dinleri incelemiş. İslâm’a da meyilli olduğu için iki milyon mark yapan yeri bize bir milyon marka verdi, ayrıca ikiyüzellibin markını da almadı, câmiye bağışladı.

Yediyüzellibin markın ikiyüzbinini peşin olarak anlaştık, kalanını da ayda yedibin mark olarak takside bağladık. Bu anlaşmadan sonra dörtyüzellibinini peşin vermek istedikse de, anlaşmamız böyledir diye üzerini geri çevirdi.

Daha sonra oraya her türlü müştemilâtı içinde olan çok güzel bir cami yaptık.”

Kardeşler!

Bunları İslâm Kültür Merkezi sandılar. Cami, minibüs ellerinden gidince, İslâmî faaliyet durunca, o zaman anlaşıldı ki, meğer burası İslâm değil de isyan, kültür değil de küfür merkezi imiş. İsyan küfür merkezine, İslâm Kültür Merkezi adını koymuşlar. İşte deliller.

Şimdi şu kâfir dediğimiz Alman’ın İslâm’a yaptığı hizmete bakın, bir de İslâm perdesi altında süleymancıların yaptıkları icraatlara, gasp ve soygunlara bakın!

Ey müslüman! Buradan da mı uyanmıyorsun?

Alman’ın yaptığı mı İslâm’a uygun, bunların yaptığı mı İslâm’a uygun? Hükmünü siz verin!

İslâm adı altında federasyon kurmuşlar, İslâm’ın ismini âlet ediyorlar, gasp ve soygunlarını bu isim altında yapıyorlar.

Yaptıkları icraatlar kâfirin icraatından da yahudinin icraatından da beter! Almanlar yardım ediyor, süleymancılar gasbediyor.

Bir kardeş “Süleymancıların İçyüzü” kitabını okuyor. Senelerden beri Süleymancılar’a büyük hizmeti geçtiği için itimada şâyan olması sebebiyle bütün yurtları ona tapulamışlar.

Kitabı okuyup hakikati görünce, daha doğrusu imanını kurtarmak için süleymancılardan nedamet etmiş, sonra elindeki bütün gayrimenkulleri resmi mercilere aktarmıştır.


Kitap broşürümüzü alıp okuyan bir vatandaşımız, bize gönderdiği imzalı mektubunda, süleymancılar hakkında mühim sözler sarfettiği için yayınlıyoruz:

Gizli raporlarda şöyle bir yazı okuduk: “Amaçları” başlığında; “Süleymancılık vasıtasıyla teşkilâtlanarak ve buna siyasi bir veçhe vererek, Türkiye’deki idâri mekanizmaya hakim olmaktır. Memleketi Kur’an kurslarında yetiştirdikleri süleymancılık ordusu ile ele geçirmeyi plânlıyorlar.” diye bahsedilmektedir.

Görüldüğü gibi bu ordunun İslâm’la bir ilişkisi yoktur. Kendi dinlerine göre bir teşkilattır.

“Türkiye’de Yıkıcı ve Bölücü Akımlar” adlı kitabı tetkik etmemle içinde şunları gördüm. Süleymancılık dininden şöyle bahsediliyor:

“Yapılan tahmin ve istihbarat değerlendirmesine göre Türkiye’de üçyüzbin süleymancı vardır. Bunlar silahlı cihad için emir beklemektedirler.


Bize bağlananlar cennetlik, bağlanmayanlar dalâlettedir ve cehennemliktir, derler. Bazı yerlerde dikiş-nakış, halıcılık, arıcılık ve daktilo kursları olarak teşkilatlanırlar.

Süleymancı büyüklerden başkasına itaat ve hürmet edilmeyeceğini, fâiz alınabilir dedikleri gibi rüşvetin de işlerinin yolunda gitmesi için verilebileceğini söylerler.” denmiştir. (sh. 33)


Hazret-i Allah’ı Şikayet Edenler;


Kitaplarımızdaki Hazret-i Allah’ın hükümleri karşısında put gibi kesilenler çareyi Hazret-i Allah’ı şikâyet etmekte aramışlardır:

Birçok yerde meydana gelen şikâyet hadiselerinden bir tanesini ibret nazarlarınıza arzediyoruz.

Kemalpaşa Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği adına Başkan Mevlüt Uzun, vekili Av. Fatih Öndin vasıtasıyla Kemalpaşa Cumhuriyet Savcılığı’na Âyet-i kerime’lerin hükümlerini çürütmeye çalışarak suç duyurusunda bulunmuştur. Savcılık ise daha önce İstanbul DGM’nin vermiş olduğu beraat kararını gerekçe göstererek tekrar bir kamu dâvâsı açmak lüzumu görmemiştir.

Suç unsuru olarak “Âyet-i kerime”leri göstererek Hazret-i Allah’ı şikâyet etmeye cüret edenlerin Kemalpaşa Cumhuriyet Savcılığı’na verdikleri “İhbar ve şikâyet dilekçesi”nin bazı bölümlerini yayınlıyoruz:

 

"

2- Kitap ve Broşürde Yer Alan Tahrik ve Tahkir İfadeleri:

.......

B- Kitabın arka kapağında: “Yok eğer faizi terketmezseniz bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu biliniz.” (Bakara suresi. 279) şeklindeki ayet meali verilmiş ve şöyle devam edilmiştir. “Hz. Allah ve Rasulüne alenen harp ilan eden bu kafirlere hala siz harp ilan etmeyecek misiniz? Kanlarınızı emen bu yılanların başlarını ezmeyecek misiniz?

C- Aynı isnat ve tahkir ve tahrikler kitabın 26. sahifesinde (“Ey Müslüman! Sana yakışan dinini ve vatanını bu sahtekarlardan.... CANIN PAHASINA DA OLSA KORUMAKTIR ... Ey Kardeş, Bu kafirlerle mücadele ederek nefsini Allah-u Tealaya sat ve şu ayeti kerimedeki müjdeye nail ol. “Şüphesiz ki Allah yolunda savaşıp düşmanını öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Allah cennet kendilerinin olmak karşılığında satın almıştır”.)(Tevbe suresi ayet 111)

.......

G- Kitabın birçok yerlerinde yukarıda sayılan grupların zikredilen birçok ayeti kerimeleri inkar ettikleri belirtildikten sonra “Süleymancıları Allahü Tealanın dinden çıkardığını, islam dini ile hiçbir ilgileri olmadığını... (s.7) Allahu Teala kulluğundan Rasulullah aleyhisselam da ümmetliğinden çıkarmış oldu. (s.8) Yani Cenabı Hakk Habibi Ekremine de tard etmesi için emir vermiş oluyor. “... Hz. Allah kulluğuna Rasulü Ekrem Efendimiz de ümmetliğine kabul etmiyor nasıl daireye İslamda olabilirler. (s 89) “Allahü teala onları kulluğundan tard etmiş Habibi ekremine de tard etmesi için emir buyurmuş (s.107) “Sizin elinizde Hz. Kuran var iken onlarla savaş yapabilirsiniz. Ta ki iman edip bu ayeti kerimelere boyun eğinceye kadar savaşınızı yürütün.” (s.125) denilmektedir.

.......

2- HUKUKİ VASIFLANDIRMA VE TİPE UYGUNLUK DEĞERLENDİRMESİ

Bu ilmi açıklamalarla tesbit edilen madde kapsamları ve verilerin ışığında yukarıya pasajlarını aktardığımız fiillerden hangilerinin, hangi suçları teşkil ettiğini belirleyebiliriz.

Şöyle ki:

A- Kitapta varsayılan “Süleymancılığın” ve kişilerin haklarında söylenen

a- İslam dininden sapmak küfre düşmek suretiyle yeni bir “din ve sapık inançlar” ihdas etmiş oldukları,

b- “Allaha ve Rasulü’ne harp ilan etmiş..” mealindeki ayetlere inanmadıkları varsayılan “Bu kafirlere karşı müslüman halkımızın savaş açmasını” onların “Ta ki iman edip bu ayeti kerimelere boyun eğinceye kadar savaşın yürütülmesi”nin istenmesi

c- “Ey müslüman! sana yakışan can pahasına da olsa dinini ve vatanını bu sahtekarlardan korumaktır. Bu kafirlerle mücadele ederek nefsini Allah-u Teala’ya sat... “düşmanını Allah yolunda öldüren ve öldürülen...” şeklindeki öldürmeye ve ölmeye kadar varacak tahrikler.

.......

Zira bu olayda sanıklar kitapta ve broşürde tahkir, tezyif ve tahrik edici bütün sözlerine ve fiilerine mesnet olarak; -sanki Ayeti kerimeler bugün var sayılan süleymancılar ve diğer gruplar için nazil olmuşlar gibi- Kuranı kerim ayetlerini göstermekte ve müslüman halkımızın din ve iman his ve heyacanlarını azim ve ısrarla derinden harekete geçirmeye çalışmaktadır...

 


Hazret-i Allah’ı şikâyet eden küfrünü ilân edenlere biz:

“Bunlar küfre kaymıştır.” dedik de siz inanmazdınız.

Kitaplarımızın ilk çıktığı andan itibaren, her baskısında, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na, Emniyet Müdürlüğü Basın Bürosuna ve diğer mercilere gönderilmiştir. Alındığına dair olan bu belgeyi de yayınlıyoruz.


 

Süleymancılar’ın açtığı bir dâvâda mahkemeye verilen savunma yazısı aşağıya alınmıştır:

 

BORNOVA 2. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ’NE

Sunulmak Üzere

ADAPAZARI ASLİYE CEZA MAHKEMESİ’NE

 

Dosya No: 1994/663

KONU: Yazılı Savunmamızın Sunulmasıdır.

Dinleri Süleymancılık, İmanları Para, Has Huyları Gasp, Meslekleri de Dilencilik Olan Süleymancıların İçyüzü isimli kitap tarafımdan yazılarak Hakikat Neşriyat tarafından kanuni şartları yerine getirilerek neşredilmiştir.

Bu kitabın 30,31,32. sahifelerinde bahsedilen Bornova Kur’an Kursu binasının Süleymancılar tarafından gasbedilmesi olayında müşteki vakfın adı geçmemektedir ve esasen bu vakfın arkasında Süleymancıların olduğu tarafımızdan bilinmemektedir.

Şahitlerle ispat edeceğimiz gibi, halktan toplanan paralarla yapılan Bornova Kur’an Kursu binası, kendilerini Süleymancı olarak tanıtan kimseler tarafından çeşitli aldatıcı yollar kullanılarak icra marifetiyle boşaltılmış ve içinde Kur’an okuyan çocuklar ve diyanetin resmi kursu bir cuma günü cuma vaktinde eşyaları ile birlikte sokağa atılmışlardır.

Bir müslüman, Kur’an-ı Kerim okuyan, ezberleyen çocukları nasıl barındığı binalardan sokağa atabilir, hem de bunu İslâm dini adına nasıl yapabilir? Bunu yapabilen kimseye müslüman denebilir mi?

Şimdi kitaba alınan Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lere kısaca bir göz atalım:

“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)

“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim o halde benden korkun.


Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.

Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak.

Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller.” (Mü’minun: 52-56)

Süleymancıların ve bütün bölücülerin İslâm ile ilgilerinin olmadığını bu Âyet-i kerime’ler göstermektedir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde: “Ayrılık yapan bizden değildir.” (Münavi) buyurarak ayrılık yapanları ümmetliğe kabul etmiyor.

Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde:

“Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna diğerleri hep ateştedir.


-Onlar kimlerdir yâ Resulellah?


Benim ve ashabımın yolu üzerinde olanlardır.” (Ebu Dâvud) buyurulmaktadır.

Süleymancıların İçyüzü adlı kitabımızın 128 ve 129. sahifelerinde aynen şu beyanlarımız yazılıdır.

“İslâmmış gibi gözüküyorsunuz ve fakat din-i İslâm’a hainlik yapıyorsunuz. Ya bu Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerine bir bir cevap vereceksiniz, veya Allah-u Teâlâ’nın hakkınızda verdiği hükmü kabul edeceksiniz.”

“Ya bu Âyet-i kerime’lere iman edeceksiniz, müslüman olacaksınız. Ya da küfrünüzü ilân edeceksiniz.”

“Bu kitaptaki Âyet-i kerime’ler sizin kâfir olduğunuzu ispat ediyor. Kâfir değiliz derseniz, kâfir olmadığınıza dair delil istiyoruz.”

Bizim bu beyanlarımıza karşılık Süleymancılar ne yaptılar?

Hiçbir bölücü Süleymancı bu açık fermân-ı ilâhiye’yi nazar-ı itibara almadı. Bu Âyet-i kerime’ler bütün bölücülerin içyüzünü ortaya çıkarıyor diye, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne şikâyet ettiler. Kemalpaşa Cumhuriyet Savcılığı’na verdikleri şikâyet dilekçesinde Âyet-i kerime’lerin hükümlerini çürütmeye çalışarak suç duyurusunda bulundular. Suç unsuru olarak Âyet-i kerime’leri gösterdiler. Bu şekilde Hazret-i Allah’ı kullarına şikâyet etmekle; kitabın 5. baskısında geçen “Hazret-i Allah’ı şikâyet eden kızıl kâfirler.” sözünü hak ettiler.

Hazret-i Allah’ı şikâyet etmeleri kâfir olduklarına dair en güzel bir delil değil midir? Hiç müslüman olan Yaratanını kullarına şikâyet edebilir mi?

Bu sapıklara Allah-u Teâlâ buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor:

“İnsan, bizim kendisini kerih bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki o apaçık bir hasım kesilmektedir.” (Yasin: 77)

“Kahrolası insan! Ne kadar da nankör. Onu yaratan hangi şeyden yarattı? Onu nutfeden yaratıp merhalelerden geçirerek şekil verdi. Sonra ona tutacağı yolu kolaylaştırdı. Sonra da onu öldürür ve kabre koyar. Daha sonra dilediği zaman onu tekrar diriltir.” (Abese: 17-22)

Talimatla ifademizin alınması sırasında müşteki vakfı temsil ettiğini söyleyen İstanbul Barosundan avukatları Tahsin Erdinç “Kitapta yazılı ve doğrudan doğruya müvekkilimi hedef alan Ayet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerin 1400 sene önce Peygamber Efendimiz’e nazil olduğu şekil ve zamanındaki manalarını tereddütsüz kabul ediyorum ancak Ayet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerin müvekkilim vakfı tekfir eder gibi sunulmuş olmasını kabul etmiyorum.” demiştir. Bu sözü kıyamete kadar baki ve her devrin insanını kucaklıyan Kur’an-ı kerim’e karşı küfür değil midir?

Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler 1400 sene önce gelmiş ve fakat hükümlerinin kıyamete kadar baki olduğunu yine Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerden anlıyoruz. Bu hükümleri Süleymancılar değil hiçbir fert değiştiremez. Ya tevbe edip pişman olacaklar, ya da küfürlerini ilan etmiş olacaklardır.

On yıldan beri ekte takdim ettiğimiz “İlâhi Görüş Birliği’ne Dâvet” isimli kitabımız ile, her zaman ve her fırsatta Süleymancılar’ı ve bütün bölücüleri din-i İslâm’a toplamak için Âyet-i kerime’ler ve Hadis-i şerif’ler ile davet ettiğimiz ve birleşmeyenler hakkında büyük cezalar olduğunu bildirdiğimiz halde, pişman olup tevbe etmeleri bir yana Hazret-i Allah’ı ve Hazret-i Kur’an’ı hedef alarak küfürlerini ilan etmektedirler. Oysa “Yaratmak da emretmek de Hazret-i Allah’a mahsustur.” (A’raf: 54)

Hazret-i Kur’an değil Süleymancılar’ı, kıyamete kadar gelecek bütün bölücüleri açık açık beyan eder. Her zaman diyoruz, ya bu Âyet-i kerime’lere cevap verin veyahut kâfir olduğunuzu kabul edin. Bizim hedefimiz şu veya bu vakıf değil, yalnızca kendilerine Süleymancılık ismini takan ve saf müslümanları aldatanlardır. Her şehirde ve her köyde gasbettikleri bir çok binalar var. Yalnız Adapazarı’nda 3 cami gaspettiler. Bir çok yurtları var. Kitabın 134-138. sahifelerinde örnekleri yazılıdır. Gasbedilen binalar vakıflarına maledilmiyor. Şahıslara tapulanıyor. Kendi beyanlarına göre yıllık 1.5 trilyon gelirleri var. Villaları, pansiyonları var. Bunlar nereden elde edilmiştir. Meşru yollardan elde ettiklerini ne ile ispat ederler? Ya gasptır, ya da dilenmek sureti ile elde edilmiştir.

Süleymancılar’ın İslâm ile ilgilerinin olmadığını kitapta yazılı Âyet-i kerime’ler göstermekte ve bu Âyet-i kerime’ler bütün bölücüler ile birlikte Süleymancılar’a da hitap etmektedir.

Görüldüğü gibi bütün beyanlarımız hep âyettir, hadistir. Her zaman ifade ettiğimiz gibi ancak Kelâmullah’a iman edenlerdenim. Herhangi bir cevap da ancak âyet ve hadisi muteber tutarım. Zira Süleymancılar’ın dinini ve kitabını inkâr edenlerdenim. 26.9.1994

Saygılarımla

Ömer Öngüt

Eki: İlahi Görüş Birliğine Davet

(Altıncı baskı. İstanbul 1994)

 

Bu Mahkemenin Beraat Kararı da aşağıdadır.

 

Hazret-i Allah’ı, Resulullah Aleyhisselâm’ı ve Kelâmullah’ı mahkemelere veren süleymancılar, Adapazarı’nda açmış oldukları dâvâyı da kaybetmişlerdir.

Birçok mahkemeden beraat edilmiş olup, son mahkeme, Yargitay kararını arz ediyoruz:


Bunca mahkemeleri kaybettiklerinden ötürü kin ve nefretlerini, fitne, fesat çıkartarak iftira atarak ortaya koyuyorlar.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzaklarını bozuyordu. Allah tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır.” (Enfâl: 30)

Daha evvel bahsettiğimiz gibi bunlar gerçekten Hizbülvahşetten daha tehlikelidirler, dinimizin ve vatanımızın düşmanıdırlar.

Zira devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan.


HAKİKAT İLE DALÂLETİ BİLMEMİZ LÂZIM

 

Sual: #Süleymancılar doğru yolda mıdır?”

Cevap: Hayır.

Sual: “Doğru yolda olmadıkları nasıl bilinir?”

Cevap: Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)

Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz Hakk’ı tebliğ ettikleri, hakikata çağırdıkları topluluklara:

“Sizden buna karşılık hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım âlemlerin Rabbine aittir.” demişlerdi. (Şuarâ: 109)

Onlar topladıklarını zevk ve safâ yolunda süse ve lükse harcarlar.

İsraf ise haramdır.

Âyet-i kerime’de:

“Yiyin için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” buyuruluyor. (A’raf: 31)

Talebeleri âlet ederek topladıklarını kendi arzuları istikametinde harcadıkları için, emanete hıyanet etmiş oluyorlar. Bu ise münafıklık alâmetidir.

Hadis-i şerif’te:

“Münafıklık alâmeti üçtür. Söylediği zaman yalan söyler, vâdederse sözünü yerine getirmez, kendisine bir şey emanet edildiği zaman ona hıyanet eder.” buyurulmaktadır. (Buhârî-Müslim)

Sual: “Onlara yardımda bulunmak caiz midir?”


Cevap: Hayır.

Sual: “Niçin caiz değildir?”


Cevap: Hazret-i Allah ve Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- ile harp ettikleri için.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Fâsıka ihsan eden kimse İslâmiyet’in yıkılmasına yardım etmiş olur.” buyuruyorlar. (Münavî)

Hatta tevbe edip rücu etmedikçe kız da alınıp verilmez.

Sual: “Şu halde daire-i saâdette midirler?”

Cevap: Hayır.

Sual: “Ne ile ispat edersiniz?”

Cevap: Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle.

Aslında hiçbir bölücünün daire-i İslâm’da olmadığını şu Âyet-i kerime’ler açıklamaktadır:

“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.


Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.

Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak!

Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller.” (Müminun: 52-56)

“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)

Hadis-i şerif’te ise:

“Ayrılık yapan bizden değildir.” buyuruluyor. (Münâvî)

Bu Âyet-i kerime’lere ve Hadis-i şerif’lere göre Hazret-i Allah kulluğuna, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de ümmetliğine kabul etmiyor. Nasıl daire-i İslâm’da olabilirler?

Allah-u Teâlâ bölücüler hakkında hükmünü vermiş, âkıbetlerini açık olarak beyan etmiştir:

“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.


Eğer belirli bir süre için Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hemen hükmedilerek iş bitirilmiş olurdu.” (Şûrâ: 14)

“İşte bundan ötürü sen onları tevhide, birliğe davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma.


Ve de ki: Allah’ın indirdiği Kitab’a inandım, aranızda adalet yapmakla emrolundum.

Allah bizim de Rabbimiz sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize sizin işledikleriniz size aittir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar. Dönüş de ancak O’nadır.” (Şûrâ: 15)

Görülüyor ki Hazret-i Allah birleşmeyi emrediyor, bölücülüğü de şiddetle yasak ediyor. Emr-i İlâhî çiğnendiği için, dinde ayrılık yapmanın suç ve cezası çok büyüktür.

Sual: “Süleymancıların lideri durumundaki Kemal Kacar’ın bir gazetede “Faiz alınabilir” şeklinde bir beyanı var.” (Bakınız: 7.12.1989 tarihli Tercüman Gazetesi)


Cevap: Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’lerinde fâizi şiddetle yasaklamıştır:

“Fâizi yemeyiniz!” (Âl-i İmran: 130)

“Fâiz yiyenler ‘Fâiz ticaret gibidir’ dedikleri için kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmış gibi ihtiyaçlar içinde kalkacaklardır.


Oysa Allah alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir ve fâizcilikten vazgeçerse, geçmiş günahları kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah’a aittir.

Kim de tekrar fâize dönerse onlar cehennemliktirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Allah fâizle kazanılanı eksiltir, bereketini tamamen giderir. Sadakası verilen malları ise artırır. Allah küfrân-ı nimette bulunan günahkâr hiç kimseyi sevmez.” (Bakara: 275-276)

“Ey iman edenler! Allah’tan sakınınız. Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer fâiz almaktan tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Böylece ne kimseye haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (Bakara: 278-279)

 

Fâizciler hakkında buyurulan hem lafzî hem de mânevî bu şiddetli tehditler, hemen hemen hiçbir tahrim âyetinde yer almış değildir.

Hazret-i Allah’a ve Resulü’ne harp ilân etmiş olan bu gibi kimseler en şiddetli bir dil ile lânetlenmişlerdir.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise fâizin her çeşidinin günahını otuzaltı zinâya eşit saymıştır.

Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:

“Allah fâizi yiyeni, yedireni, şahitlerini ve kâtibini lânetlemiştir.” (Tirmizi)

“Fâiz yiyenlerle zekât vermeyenleri cehennem ateşi ile müjdele.” (Münâvî)

Hazret-i Allah’ın hükmü bu. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in emri de bu. Onların kitabı başka mı?

Kemal Kacar bu Âyet-i kerime’leri inkâr ettiği için, otomatikman küfre kaymıştır. Kendisi küfre kaydığı gibi, ona tâbi olanlar da küfür batağına kaymıştır.

Sual: “Memleketimizin dâr-ül harp olduğunu söylüyor. Doğru mudur?”

Cevap: Hayır. Burası İslâm diyârı olduğu için dâr-ül harp olamaz. Helâli helâl, haramı haram bilmek gerekir. Kimse helâli haram, haramı helâl yapamaz.

Dar-ül harp demekle Kur’an-ı kerim’in hükmünü kaldırmak istiyorlar. Madem ki dar-ül harp diyorlar, neden harp açmıyorlar? İslâm diyarıdır. Çünkü hükümet erkânı ve milletin çoğunluğu, elhamdülillah yüzde doksandokuzu müslümandır. O hâlde nasıl dar-ül harptir diyebiliriz? Temsil olarak Almanya’yı ele alalım. Bu kadar Müslüman Türk işçisi çalıştığı halde; İslâm diyarı mıdır? Küfür diyarı mıdır?

Elbette küfür diyarıdır. Niçin? Bütün hükümet erkânı ve milletin ekserisi gayr-ı müslim olduğu için. Burada haramı haram, helâli helâl bilmek gerekir. Allah-u Teâlâ’nın haram kıldığı haramdır. Harama helâl demek küfürdür. Üstelik dar-ül harptir diyenler, bütün hükümet erkânına ve millete de küfür damgasını vuruyorlar da, şu Hadis-i şerif’in kapsamına girdiklerinin farkında bile değiller.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Bir kimse müslüman kardeşine fısk ve küfür isnad etmesin. Zira o kimsede bu haller yoksa, sözler sahibine döner.” buyuruyorlar. (Buharî)

Onlar yalnız kendilerini müslüman zannediyorlar ve her bölücü de bunu bahane ederek halkı kendine çekip-çevirmeye çalışıyor. Bu suretle din kardeşliğini, İslâm birliğini, güzel vatanımızı paramparça yapmak istiyorlar. Parçalamak isteyenleri değil suçlamak, elimizden gelse elini ve dilini uzatanları hemen men ederiz.

Biz bunu daha evvel de izah etmiştik. “Ben, hükümet Hazret-i Allah’ın bütün emirlerine uyuyor demiyorum. Hükümeti medih ve müdafaa etmiyorum. Maaş da almıyorum. Sadece fitne ve bölücülük edenleri nifaktan ittifaka davet ediyorum.”

Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:

“Sizden bir kimse çirkin bir iş görürse onu eliyle derhal değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse dili ile değiştirsin. Buna da gücü yetmezse bari kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” buyurmuşlardır. (Müslim)

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden göz yumarsa, biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık o onun ayrılmaz bir arkadaşıdır. Hiç şüphesiz ki şeytanlar o insanları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin hidayete erdirilmiş olduklarını zannederler.


Nihayet o bize geldiği zaman der ki ‘Ey şeytan! Keşke benimle senin aranda gün doğusu ile batısı kadar uzaklık olsaydı. Ne kötü arkadaşmışsın sen.” (Zuhruf: 36-37-38)

Gerçek mânâda bütün bu sözlerimiz, bilmeyerek bir bölücü grubun içine girip hakikat zannıyla çalışan temiz ve nezih kardeşlerimize izah ve ikna maksadıyla söylenmiştir.

Yarın huzur-u ilâhiye çıktıklarında büyük vebal altında kalıp şiddetli azap göreceklerinden, vicdanımızdan kopup gelen hislerimizi beyan ediyoruz.

Sual: O halde memleketimiz Dar-ül İslâm mıdır?


Cevap: Dar-ül İslâm’dır denilebilmesi için ilâhi hükümlerle hükmetmek şarttır. Bir hükümet erkânı bu hükümleri değiştirmeye ve azınlıkta olan küfürü savunanları kaldırmaya gücü yetmezse Dar-ül İslâm’dır denilemez. O halde nedir? Dar-ül harptir denilemediği gibi Dar-ül İslâm’dır da denilemez.

O halde ne yapmamız lâzım? Bunu bizzat Allah ve Resulü’nden öğrenelim.

Bir Hadis-i kudsi’de şöyle buyuruluyor:

“Ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Sizi idare edenlerin sahibi ve meliklerin melikiyim. Onların kalpleri benim kudret elimdedir.


Eğer kullar bana itaat ederlerse, ben de onları onlara rahmet kılarım, merhamet ve şefkatle muamele ederler. Yok eğer kullar bana isyan ederlerse ben de onları onlara belâ ederim. Kalplerini kin ve gazapla onlara çeviririm. En kötü azap ile azap ederler.

Binaenaleyh sizi idare edenlere karşı sövmekle, bedduâ etmekle meşgul olmayınız. Fakat nefislerinizi beni zikretmekle, bana dua ve tazarru ile meşgul ediniz. Böylece ben de onların hakkından gelirim, sizi onların şerrinden korurum.” (Mişkât-ül Mesabih: 3721)

Bugün müslümanların eziyet altında oluşu, sefahat ve kabahat içinde oluşlarından ileri geliyor. Eğer biz samimi olarak Hazret-i Allah’a sığınsak, Hazret-i Allah onlara bu fırsatı vermez. Sefahat içinde yaşadığımız için başımıza bu haller geliyor. Biz bu hale suçumuzdan ötürü düşmüş oluyoruz. Bu felâketleri kendi elimizle hazırlamışızdır.

Bir insanın kendini beğenmesi veya haset etmesi ilâhi emirleri dinlememek olacağından helâkine vesile olur. Halbuki Hazret-i Allah:

“İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız.” buyurmuştur. (Mâide: 2)

O halde Allah-u Teâlâ muhakkak iyilikte birleşmeyi emir buyururken, bizim Allah ve Resulü’nde birleşmemiz mi daha hayırlıdır? Yoksa her bir bölücüye ayrı ayrı tâbi olup, paramparça olmamız mı? “Elbet birliktir” diyeceksiniz. O halde davet ediyoruz. İç ve dış düşmanlarımıza karşı koyabilmemiz için. Zira devlet ittifaktan, devletsizlik ise nifaktan doğar.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:

“Bir mümin diğer mümin kardeşi için birbirine kenetlenen tuğlalar gibidir. Birbirinden kuvvet alır.” buyuruyorlar. (Münâvi)

Bir Ayet-i kerime’de de:

“Allah ve Resulü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ve zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider.” buyurulmuştur. (Enfâl: 46)

Aslında fâiz alan, kumar oynayan, içki içen, tesettüre riayet etmeyen bir kadın, bunlar haramdır diyemez. Niçin? Kendisi yaptığı için.

Aslâ kimseye garaz ve düşmanlığımız yoktur. Sorulan sualleri Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle cevaplandırmak zorundayız.

Daha evvel de söylediğimiz gibi, biz Hazret-i Allah ve Resulü’nden mâdâ kimseden çekinmeyiz. Hüküm Hazret-i Allah ve Resulü’nündür. Mahlûkun da hiçbir hükmü yoktur, sözleri de muteber değildir.

Bölücüler gaye ve menfaatları uğruna halkı etraflarına toplayabilmek için, nefse cazip gelen şeyleri ortaya atarlar. Böylece Din-i Mübin’imizi paramparça yapıp zayıf düşürürler. Bunların cihadı İslâm dini’ni tahrip ve tahrif etmektir. Bunlar cep cihatçısıdır, cihadı ceplere açmışlardır.

Biri çıkar “Cuma kılınmaz!” der. Öbürü “Faiz alınabilir.” der. Diğeri “Zekâtı bize verin” diyerek fakirin kapısını kapatır. Öteki “Bugün hacc emiri olmadığı için yapılan hacc sahih değildir.” der. Bir başkası kumar oynar, kumarın câiz olduğunu söyler. Bir diğeri “İçki hakkında kesin âyet yoktur.” der. Kimi de tesettürün Kuran-ı kerim’de olmadığını iddia eder. Kimisi “Refahtan başka İslâm yok.” der. Kimisi “En büyük benim.” der, büyüklük taslar.

Ve buna mümasil Hazret-i Kur’an’ın birçok ahkâmını esasından çıkarmaya, içten içe yıkmaya çalışırlar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“İnsanlar kabul edip girdikten sonra, Allah’ın dini hakkında tartışmaya girişenlerin iddia ve delilleri, Rableri katında hükümsüzdür.


Onlara bir gazap vardır ve çok çetin bir azap da onlar içindir.” buyuruyor. (Şura:16)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Şüphesiz bu ilim, (Tefsir ve hadis gibi mühim ilimler üzerine kurulmuş olan fer’i ve şer’i hükümler) dininizdir. Böyle mühim bir emri alacağınız kimselere dikkat ediniz.” (C. Sağir)

“Bir kimse ilmi olmadan Kur’an âyetlerine mânâ verirse cehennem ateşinden kendisine yer hazırlasın.” (Münâvi)

“Kur’an âyetlerine kendi reyi ile mânâ veren kimse cehennemden kendisine yer hazırlasın.” (Münâvi)

Bu gibi kimseler İslâm göründüklerinden, tahripleri dış düşmandan daha büyüktür ve daha tesirlidir.

Müminun Sûre-i şerif’inin 53. ve 54. Âyet-i kerime’lerinde beyan buyurulduğu üzere süleymancıların bu gibi yanlış fikirleri kendi kitaplarına göredir. Bunlar Ahkâm-ı İlâhî’yi hükümsüz hale getirmeye çalışıyorlar, kendi hükümlerini Ahkâm-ı İlâhî yerine koymak istiyorlar. Buna rağmen hiç kimseden de tepki yok. Bunun içindir ki cidden büyük bir gadab-ı ilâhî’ye uğramaktan korkuyoruz.

Kurtuluşu arayanlar Hazret-i Allah ve Resulü’nün emirlerine dikkat etsinler. Zira yetmişüç fırka olduğuna göre, o bir fırkayı bulmak gerçekten kolay değil.

Süleymancılar Adapazarı’ndan iki kardeşe “Biz imamız, içtihadımız var, cevap vereceğiz.” demişler. Onlar da “O ancak Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’i esas tutar, lâfa itibar etmez. Böyle bir deliliniz varsa cevap verin.” karşılığını vermişler.

Onlara deyin ki; bütün insanlar, cinler ve melekler dahi Allah-u Teâlâ’nın bir tek Âyet-i kerime’sine karşı çıksalar hükümsüzdür. Çünkü hüküm vermek yalnız Allah-u Teâlâ’ya âittir, mahlûkun hükmü yoktur.

Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:

“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah’a mahsustur. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben ancak O’na güvenirim ve yalnız O’na sığınırım.” (Şûrâ: 10)

“Doğrusu birçokları bilmeden hevâ ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar.” (En’am: 119)

“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?

Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız.” (Secde: 22)

Hazret-i Allah’ın Âyet-i kerime’lerine karşı gelmek fakihlik değil fâsıklıktır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Gerçekten herşeyin bir esâsı vardır. Bu din-i mübinin esası ise fıkıh ilmidir. Binaenaleyh ahkâma bağlı bir fakihin vücudu, şeytan için bin âbidin vücudundan ağırdır.” (Tirmizi)

“Allah-u Teâlâ bir kimsenin hayrını murad ederse, o kimseyi dini meselelerde âlim eder.” (Buharî)

“Allah-u Teâlâ’nın emir ve yasaklarını ulemâ ve fukahâdan öğrenmek her bir müslümana farzdır.” (Münavî)

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyururlar ki:

“Ben size Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bir şey haber verdiğimde onu bir hakikat olarak kabul ediniz. O’nun dilinden yalan uydurmaktansa gökten düşerek ölmem bana daha hoş ve sevimli gelir. Ancak harp gibi hayırlı bir hile olursa, onun için söyleyeceğim sözler müstesnâ. Çünkü harp hiledir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den kulağımla duydum şöyle buyurdular:

“Âhir zamanda yaşları küçük, tecrübeleri kıt, aklını kötüye kullanan bir zümre yetişecektir. Onlar, iyiler gibi peygamberin tebliğatından, Âyet ve Hadis’ten bahsedeceklerdir. Fakat onlar, tıpkı okun hedefi delip geçtiği gibi İslâm’dan hemen çıkıvereceklerdir. İmanları boğazlarından ileri geçmez.


Siz onlara nerede rastgelirseniz hemen öldürünüz. Zira bunları öldürene kıyamet gününde sevap vardır.” (Buharî, Tecrid-i sarih: 1472)

Ebû Said-i Hudri -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Sizin aranızda öyle zümreler türeyecektir ki; siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri yanında kendi iyi işlerinizi küçük göreceksiniz. (Yani onların yaptıkları işler dıştan sizinkinden üstün gibi görünecektir.)


Onlar Kur’an da okuyacaklar. Fakat Kur’an(ın feyzi) onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar, okun sahibi (avı delip geçen) okunun demirine bakar, (kana benzer) bir şey göremez. Sonra ağaç kısmına bakar, bir şey göremez, yelesine bakar, orada da bir kan izi göremez. Daha sonra (acaba ava dokunmadı mı?) şüphesiyle, kirişe gelen ve fok denilen çatal yerine bakar, orada da bir iz göremez.” (Buhârî-Tecrid-i Sarih: 1783)

Zan, nam, makam ve menfaate taptıkları için dinden kaymışlardır.

İşte bu Hadis-i şerif’ler “Âlimim” diye, “Fakihim” diye geçinen bu gibi fâsıklar hakkındadır.

Bir Âyet-i kerime’de de:

“Sen Allah de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar.” buyuruluyor. (En’am: 91)

Siz gerçekten süleymancılığı bırakıp hidayete mazhar mı olmak istiyorsunuz, yoksa Allah-u Teâlâ’nın buyurduğu gibi dalâlet batağında yüzmek mi istiyorsunuz?

Umarım bu kadar açık Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerden sonra şuurlu bir müslüman süleymancı olamaz.

Kendilerini haklı zannediyorlarsa, her Âyet-i kerime ve her Hadis-i şerif’e cevap vermek zorundalar. Nasıl ki biz Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle onları tenvir ediyorsak...

Doğru ise kabul edip hidayete ersinler, değilse cevap versinler. Fakat asla lâf kabul etmeyiz.

Bu bölücüler Müminun sûresi 53. Âyet-i kerime’si mucibince kendi kitaplarına dayanarak Hazret-i Allah’ın âyetlerine cevap vermekle Hazret-i Allah ve Resulü’ne karşı mı çıkacaklar? Yoksa dinden kaydıklarını kabul mü edecekler?

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman onların imanlarını artırır ve yalnız Rabblerine tevekkül ederler.” buyuruyor. (Enfâl: 2)

Neden bunların kalpleri titremek şöyle dursun, kılları kıpırdamıyor? Ruhları öldüğü için... Ruhları öldü, işleri bitti. Artık onlar duymazlar.

Biz sadece Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a ücretsiz davet edenlerdeniz. Hiç kimseye garazımız, düşmanlığımız olmadığını söyleriz. Fakat kimsenin küfrüne rıza gösterenlerden de değiliz. Eğer bu müdahalemiz olmasaydı, Allah-u Teâlâ’nın hükmünü hafife alanlar gibi olurduk.

Ey halk! Siz susuyorsunuz. Amma küfre rızâ gösterdiğinizin farkında bile değilsiniz. Acaba bu vebâlin altından nasıl kurtulacaksınız?

•••

Sık sık sorulan bir sual var. “Müslüman olan küfürle itham edilebilir mi?”

Cevap:

Allah-u Teâlâ Müminun Sûresi 52-56’ncı, En’am Sûresi 159’uncu, Şurâ Sûresi 14’üncü Âyet-i kerime’leri ile kulluğuna; Resulullah Aleyhisselâm “Ayrılık yapan bizden değildir.” Hadis-i şerif’i ile ümmetliğine kabul etmediği halde, siz bu bölücüleri bize kabul ettirmeye mi çalışıyorsunuz?

Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a harp ilân etmiş olan bu fâsıklar hakkında bunca Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif var iken, hangi Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’i yersiz buldunuz ki, bunu soruyorsunuz? Bütün bunları hafife alıyorsunuz. Veyahut bu Âyet-i kerime’lere imanınız yok mu?

Oysa Âyet-i kerime’de:

“Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!” buyuruluyor. (A’raf: 54)

Bütün insanlar, cinler ve melekler dahi bir Âyet-i kerime’sine karşı çıksalar hepsi kâfir olurlar. Onlar ise bunca Âyet-i kerime’lere karşı çıkıyorlar da hâlâ İslâm gözü ile bakıyorsunuz.

Doğrusu büyük bir gaflet! Yetmişüç fırkadan yetmişikisi cehenneme böyle gidecek.

Kemal Kacar’dan 6 sayfalık cevap gelmiş. Hangi Âyet-i kerime’ye cevap veriyor? Hiçbir Âyet-i kerime yok.

Elhamdülillahi Rabbil-âlemin; Dinim İslâm, Kitabım Hazret-i Kuran, Peygamberim Muhammed Aleyhisselâm’dır. Eğer o da müslümansa Hazret-i Kur’an’la ve Hadis-i şerif’le cevap versin.

Biz süleymancılık kitabına inananlardan değiliz. Hazret-i Allah ve Peygamber Aleyhisselâm’ın kitabına iman ettiğim için bütün beyanlarım Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’tir

Bakınız.

http://www.hakikat.com/dergi/105/bsyz10506.html

Bakınız.

http://www.hakikat.com/dergi/110/bsyz11007.html

Bakınız

http://www.hakikat.com/dergi/112/bsyz11202.html

Bakınız

http://www.hakikat.com/dergi/102/bsyz10205.html

Bakınız

http://www.hakikat.com/nur/risaleler/suleym/sul6.html

Bakınız

http://www.hakikat.com/dergi/105/bsyz10506.html


Hüküm Hz.Allahındır..


Kemal Kaçar'ın Tercuman gazetesine verdigi faiz ile ilgili beyanati (7.12.1989) ile Hz.Allah ve Resulune harp ilan etmistir..

Zira Allahu Teala Ayeti Kerimesinde 

“Ey iman edenler! Allah’tan sakınınız. Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer fâiz almaktan tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Böylece ne kimseye haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (Bakara: 278-279)

 buyurmaktadir..

Zan degil Hz.Allahın ve Resulullah s.a.v. Efendimizin hükmü geçerlidir

Gerisi boş..

Burada bir eser var..Bu eseri neşreden zatı muhteremin eserlerine bakalim hep Ayeti kerime Hadisi şerif ile mühürlüdür.

Yanlıştır diyerek konuşanlar bu beyanlar karşısında Ayeti kerime ile Hadisi şerif ile konuşsunlar.

yoksa geri kalanı kabul edilmez..cevap verilmez

Yaradana isyan yolunda yaratığa itaat edilmez

Report Page