Az Olgunlu Kadınlar
🔞 TÜM BİLGİLER! BURAYA TIKLAYIN 👈🏻👈🏻👈🏻
Az Olgunlu Kadınlar
“ÇOCUK DA YAPARIM KARİYER DE”
DİYEN KADININ ÇOCUĞU MU MUTLUDUR, KOCASI MI?
Ömür Gedik Hürriyet'teki köşesinde bugün "Çocuklarını dadıyla büyüten kadınlara karşıyım" diyen Cem Davran'a cevap vermiş. Özetle, kariyer yapan kadının çocuğunun daha mutlu olduğunu savunmuş. Kendisini ve kızını göz önünde bulundurarak verdiği bu yanıt, kendisi açısından doğru. Ama Bu ülede çalışan bütün kadınlar için geçerli mi acaba bu yanıt?
Kadınlar isterse kariyer de
yapar, çocuk da. Kariyer yapan kadınlar eminim ki, iş dışında kalan zamanlarını
çocuklarıyla kaliteli vakit geçirmeye ayırıyor, böylece hem çocukları hem de
kendileri mutlu oluyordur. Yine eminim ki, bu kadınların ev işleri konusunda
kendilerine full destek olacak ya çok becerikli kocaları, ya da bu işleri
yapacak yardımcıya verecek yeterli paraları vardır. Ya da İstanbul trafiğinde
her gün 4 saat vakit kaybetmiyorlardır.
Bir de şu açıdan bakalım olaya. Kadın
kariyer sahibi filan değil. İstanbul’da yaşayan ve çalışan milyonlarca sıradan
kadından biri. Aylık ortalama 1500-2000 TL maaş alıyor. İşe toplu taşımayla
gidiyor. Eviyle işyeri aynı yakadaysa günde 2 saatini, farklı yakadaysa 4
saatini yolda geçiriyor. 9’daki işine yetişmek için 7’de evden çıkıyor. Mesaiye
kalmasa bile 6’da işten çıkıp 8’de eve geliyor. Ki Türkiye’de işverenler para
ödemeden mesai yaptırmaya bayılır. Bu sıradan, çalışan kadın geliri sebebiyle
ev işlerine yardımcı tutamaz. Her işini kendisi yapar. Çocuğunu ayda 1000 TL
verip kreşe filan da yollayamaz. Ya annesine baktıracaktır, ya kayınvalidesine.
Bu demektir ki, el kadar sabi her sabah 6’da mesai yapar gibi annesiyle
birlikte yataktan kalkacak üstünü giyinip, anneanne ya da babaanne birinin evine gidecek.
Akşam annesi gelip alana kadar orada büyükannesiyle birlikte TV seyredecektir. Çocuk okula gidiyorsa; boynunda anahtar
taşımayı, okul dönüşünde tek başına eve gelip kapıyı kilitleyip oturmayı, kendi
yemeğini hazırlamayı, yağmurlu havalarda gök gürültüsünden korkmamayı öğrenecektir.
Akşam karı koca aynı anda bile
eve gelseler, koca TV karşısına geçer, kadın mutfağa gider, yemek hazırlar.
Sonrasında kadın masa toplar, bulaşık makinesi doldurur boşaltır. Çamaşır
yıkar, ya da toplar, ya da ütü yapar, sabahtan kalan dağınıklığı toplar. Ertesi
günün yemeğini pişirir. Gece 12 de yatana kadar kadın 1 dakika oturacak zamanı
zor bulur. Ama pratiktir. Takip ettiği diziyi ütü yaparken izler mesela. Çocuğunun
anlatacağı paylaşacağı bir şey varsa, bulaşık makinesini boşaltırken dinler,
akıl verir. Fasulye ayıklarken çocuğun ödevine yardım eder.
Bu döngü hafta sonu da aynen
devam eder. Zira hafta içi yetişmeyen işler, evin alışverişi, temizlik vs.
hafta sonuna kalır. Çocuk zaten devlet okuluna gidiyordur. Ve tek kurtuluşunun
iyi bir Anadolu lisesi ya da iyi bir üniversite kazanmak olduğuna iman
etmiştir. O yüzden spor, resim , müzik için harcayacağı zamanı dersanede test
çözerek geçirir. Anne babasını her zamanki gibi akşamdan akşama görür.
Bu evde ne kadın mutludur, ne de
çocuk. Bir tek mutlu kişi vardır; o da yegane sorumluluğu para kazanıp evini
geçindirmek olan ama, bu tek sorumluluğu da karısıyla paylaştığı için
hafiflemiş, keyfine bakan koca.
Ayşe Arman'ın Mimar Sinan Üniversitesi mezunu bir Türkolog olan Ali Canip Olgunlu ile yaptığı "Cami de biziz, kilise de... Sinagog da biziz, tapınak da" başlıklı röportajı ve röportaja yapılan yorumları okudum az önce. Her zamanki gibi bazı yorumlardaki, ırkçılık, dar görüşlülük kanımı dondurdu.
Kimi insanlar için anlamak, kabullenmek bu kadar mı zor; bu topraklarda yaşayan herkes Türk ve Müslüman olmak zorunda
değil. Kökeninin Türk olduğunu ispatlamak zorunda da değil.
14 bin yıldır medeniyet var bu topraklarda ve biz onların
torunlarıyız. 1071 de Malazgirt savaşını kazanınca mevcut halklar pılısını pırtısını
toplayıp gitti, Türkler de gelip onlardan boşalan yerlere yerleşti diye bir
durum yok. Türkler de geldi, mevcut
halkların yanına yerleşti. Kültürler birleşti.
Tabi ki yönetici sınıf Türkler olunca, Türkçe yaygınlaştı, ana dil
haline geldi ama yerleşik halkların dilleri de birden bire kaybolmadı ki.
Ailelerin içinde konuşulmaya devam etti, bir kısmı günümüze kadar geldi. Türk
kültürü baskın gelse de Anadolu’da o güne değin var olan kültürlerden
etkilendiler, tıpkı Müslüman olduktan sonra Arap kültüründen de etkilendiğimiz gibi.
Ermenistan sınırı açıldığı ve Ermeni televizyon kanalları Doğu
Karadenizde izlenebilir hale geldiğinde Hemşince bilen ( evet böyle bir dil
var) Hemşinliler fark etti ki Ermeniceyi anlıyorlar. Hemşinde bugün yaşayan herkes kendisini
Müslüman- Türk olarak tanımlar. Ama
Hemşince diye bildikleri dilin Ermenice’nin bir lehçesi olması şaşırtıcı mı?
Bence değil. Bu gerçek o insanlara bir hakaret de değil. Adı üstünde "gerçek" sadece.
Türk dili ve kimliği’nin yanında başka dil ve kimlikler
barındırmak, bizi ancak zenginleştirir. Hain yapmaz. Hain diye vatanını, milletini satana,
çocuklarının geleceğini türlü çeşit yöntemle çalana denir. Hain diye, kişisel
çıkarlarını ülkesinin çıkarlarının üzerinde tutana denir. Hain diye, geleceği düşünmeden bu ülkenin
kaynaklarını bugünden har vurup harman savurana denir.
Bu konuda başkaca da ne denir bilmiyorum!...
“- Bahane aramayın. Bulmak çok kolaydır! “Çok yorgunum, uyumaya ihtiyacım var, çalışmak zorundayım” gibi cümleleri söylemek kolay, egzersiz yapmak zordur. Kendinizi kandırmayın.”
Osman Müftüoğlu, yazısında böyle demiş. Yaza hazırlanmak niyetine giren okuyucularına öğüt verirken; “ 8 bardak su için, öğünlerinizi yarıya indirin, aktivitenizi artırın” demiş. Sonra da eklemiş; “- Bahane aramayın. Bulmak çok kolaydır! “Çok yorgunum, uyumaya ihtiyacım var, çalışmak zorundayım” gibi cümleleri söylemek kolay, egzersiz yapmak zordur. Kendinizi kandırmayın.”
Bunu okuyunca birden kendimi savunma ihtiyacı hissettim. Ve Osman Müftüoğlu’na bir günümü özetleyip, egzersiz yapacak zaman ve enerjiyi nasıl bulacağımı sormak istedim;,
Çalışan bir kadınım, bir Eşim ve iki çocuk sahibi bir anneyim.
Günüm saat 6.00 da henüz 15 aylık olan oğlumun uyanması ile başlar. Altını değiştirir, sütünü içirir ve tekrar uyuturum. Uykuya dalması biraz zaman alır genellikle. Bu arada eşim de uyanır hazırlanır ve işe gider. Hızlıca duş alırım.
Saat 7.00 de 11 yaşındaki kızımı uyandırırım. O hazırlanırken, kahvaltısını hazırlarım. Kendim hızlıca giyinirim.
7.40 da kızımın okul servisi gelir. Onu uğurlarım. Oğlumu eve gelen teyzesine emanet eder ve ben de evden çıkarım.
9.00-18.00 arası işteyim. Son derece yoğun, stresli ve yorucu bir işim var. Hep zamanla yarışmak, hiç hata yapmamak ve hep kazanmak zorundayım. İşyerinde sürekli müşterilerle muhatabım, ya da dışarıda yeni müşterileri ziyaret etmek durumundayım. Her gün ortalama 30 müşteriye hizmet vermeli, min. 5 müşteriyi ofisinde ziyaret etmeli, en az 1 tanesini bizimle çalışmaya ikna edip, işi hakkında araştırma yapıp, ort. 15 sayfalık bir rapor yazmalıyım.
Evim ve iş yerim İstanbul’un ayrı yakalarında olduğundan trafik arkadaşım gibidir. Akşam trafiği sabaha göre daha acımasızdır. Sabaha göre 1 saat daha uzun tutar beni. Durumuna göre eve 20.00 – 20.30 arasında varırım.
Hızlı bir şekilde elimi, yüzümü yıkar ve yemek hazırlarım.
21.00’de akşam yemeğine otururuz. Yemekten sonra masayı toplar, bulaşıkları makinaya yerleştirir ve mutfağı toparlarım.
22.00’de kızım yatmaya hazırlanırken ödevlerini kontrol ederim.
22.15 de oğlumun altını değiştirir, pijamalarını giydirir, akşam sütünü verir, yatırırım. Şanslıysam, babası ile oynadığı oyun yeterli gelir ve benimle oynamaya kalkmadan uykuya dalar.
23.00 de ertesi günün yemeğini hazırlamaya başlarım. Çünkü işten eve geldiğimde yemek pişirecek zamanım olmaz.
00.30 gibi işim biter. Ertesi gün giyeceklerimi hazırlarım ve 1 gibi yatarım.
Sayın Hocam , bana egzersiz yapacak zamanı nasıl yaratabileceğim hususunda öneride bulunmanızı rica ediyorum. Zira ben tembellik ediyorum ve bir türlü o zamanı yaratamıyorum.”
Refahın artması için çalışan kadın oranının artması, bunun için de gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğinden bahsetmişsiniz.
Yazınızı tam da Vatan Gazetesi’nin yaptığı kadınlara yönelik bir anketin sonuçlarını okuduktan sonra gördüm.
Anketin sonuçları çok çarpıcıydı. Mesela çalışan kadınların %70 i kazançlarını eşlerine teslim ediyorlar. Bekarların da %50 si gelirlerini ailelerine veriyor. Bir başka bakış açısıyla boğaz tokluğuna çalışıyor bu kadınlar. Anket sonuçlarında yer almıyordu. Ama çalışan kadınlara "eşiniz ev işlerine yardım ediyor mu" diye sorulsaydı. Eminim %80'inin cevabı "hayır" olurdu. Yani, ülkemizde çalışan kadın çift mesai yapıyor. Yine anket sonuçlarına göre bu kadınların yarıdan fazlası SSKsiz çalışıyor. Bu ne manaya geliyor biliyor musunuz? Patronun dayattığı ağır koşullara katlanmak zorundasınız. Bu kadınlar her an kapının önüne konma tehdidiyle, günde 10-12 saat, haftada 6 gün çalışıyorlar. Hiç bir sosyal güvenceleri olmadığından, bayram tatili haricinde yıllık izin de kullanmıyorlar. Zaten izinleri olsa ne olacak, evde onları bekleyen, ev işi, koca, çocuk üçgeni kalan bütün boş vakitlerini doldurmaktadır. Bu koşullarda kadınların çalışma hayatına katılması, refahın değil, kadın sömürüsünün artmasına yarar ancak.
Ve hep unutulan göz ardı edilen çok önemli bir mesele daha var. Çalışan kadınların çocukları! Tek başlarına büyüyorlar. Çiçeği bile tek başına bıraksanız, bozulur. O zavallı çocuklara ne olduğunu, sokakları dolduran başıboş, eğitimsiz ve işsiz, genç , güruha bakarak tahmin edebilirsiniz.
Türkiye’de çalışan kadın oranını artırmadan önce, sosyal koşulların iyileştirilmesi, kayıt dışı işçi çalıştırılmasının önlenmesi, haftalık çalışma saatlerinin, yıllık izin kullanımlarının düzenlenmesi, istedikleri takdirde, part time çalışma imkanlarının sağlanması ve çocuklar için ücretsiz kreşler temin edilmesi lazım.
Ama tabi bütün bunlar yapıldığında Türkiye'deki işçilik maliyetleri de Avrupa düzeyine çıkar ve o zamanda Avrupa’nın fason üreticisi olma avantajını kaybediveririz ki; Ne iş adamları ne de devletteki ilgili merciler böyle bir duruma sıcak bakmaz.
Bu yüzden boşuna kadın çalışan oranının artışını destekleyen yazılar yazmayınız. Kadının sömürüsünün artışına hizmet etmiş olursunuz.
Fransa senatosu onayladı ya, soykırım yoktur diyeni hapse atma yasasını. Bizim gazeteler vaveyla koparıyorlar. Şöyle rest çekmişiz, böyle beyanat vermişiz.
Madem bu kadar ateşli savunacaktın kendi halkını, hakkını; bugüne kadar aklın neredeydi?
Yılmaz Özdil’in kalemine sağlık. Bugün döktürmüş yine Hürriyet’deki köşesinde . Özetle “Bunca yıl bu meseleyi bilmezden geldik, gözlerimizi yumduk, bu yüzden ne işin aslını astarını öğrenebildik, ne de eloğluna hakettiği cevabı verebildik” diyor.
Doğru söylüyor her zamanki gibi. Dokuz köyden kovulmayı hakkederek!...
Evet niye öğretilmez Ermeni meselesinin aslı astarı bize? Halbuki güç bilgiden gelir.
Bilen, niye boyun eğsin, ya da “sen Cezayir’de yaptıklarına bak” diye beyanat verip de Cezayir tarafından “bizi bu işe bulaştırmayın” diye susturulsun.
Üniversitede yabancı hocalarımız vardı. Bir gün bir tartışma çıktı sınıfta, Ermeni meselesi üzerine. Arkadaşlar kızıyorlar, yok öyle bir şey diyorlar ama Amerikalı hocaya ağzının payını verip susturamıyorlar. Ya ingilizceleri yetmiyor, ya bilgileri. Nüfusu milyonlardan yüzbinlere inen Kızılderililere yapılanlar gündeme getirildi, ama “konuyla ilgisi yok” deyip geri püskürtüldü. Hırsımızdan neredeyse ağlayacağız. Benim söyleyecek çok şeyim var, ama kendime güvenip çıkamıyorum ortaya. Bir arkadaşım “O zaman savaş zamanıydı, Ermeni çeteler de Türk Köylerini basıp Türkleri öldürdü, demek ki biz de karşılık vermişiz, buna savaş denir, soykırım denmez” dedi. Amerikalı hoca hemen itirazını koydu. Kanıt istedi. Belge istedi. Tarih kitaplarında niye yazmıyor dedi.
Haklıydı. Bunlar bizim eksiklerimizdi. Bu meseleyi biz ancak reddettik, ya doğruysa korkusundan araştırmak yerine, başımızı kuma gömmeyi tercih ettik. Etkiye karşı tepkiyle hareket ettik, Ermeniler gibi aktivist olamadık.
Okuldaki tartışmaya dönersem, benim korkumu yenip ağzımı açmamla son buldu. Büyük dedemle, büyük ninemin öksüz ve yetim olduklarını, birinci dünya savaşı ve kurtuluş savaşı süresince göçebe yaşadıklarını; Çünkü Ermeni çetelerinin yaşadıkları köyü basıp yaşlı bebek demeden herkesi camiye doldurup yaktıklarını ya da kurşuna dizdiklerini anlattım.
Katliamdan kaçıp saklananlar korkularından yayan göçe kalkmışlardı. Eli silah tutan erkekler zaten cephedeydi. Kadınlar, yaşlılar ve çocuklar ise yeni baskın olur korkusuyla kah gündüz saklanıp, gece yol alarak, kah güvenli buldukları yerlerde bir müddet konaklayarak yıllar süren bir yolculukla İzmit’e kadar gelmişlerdi. Ninemin anlattığına göre, İzmit civarına vardıklarında demişler ki; “Savaş bitti. Atatürk isteyenleri vapurla memleketlerine gönderiyor.” Benim dedem ve ninem (ki çocukmuşlar hala o dönem) dönmüşler. Ama dönmeyip İzmit, Adapazarı, Düzce civarına yerleşen binlerce Karadenizli ve Kafkasyalı var. (Dedemin amca oğlu da yerleşenler arasında. Torunlarıyla hala görüşürüz. Soyadlarımız aynıdır.) Bu illerde Laz, Gürcü, Çerkez, Abaz nüfusunun yoğun olma sebebi budur. Ermeni çetelerinden kaçıp göç etmişler ve sonra da geri dönmeyip, bulundukları yere yerleşmişlerdir.
Tarihse bu da benim aile tarihimdi. Hatta bir coğrafyanın tarihiydi. Kanıt da vardı, tanık da. Bundan sonra Hoca başka bir şey diyemedi. Konuyu kapattı. Bir daha da açtığını duymadım. En azından bizim sınıfta.
Biz hep böyle yaptık işte. Birisi sorduysa, ezberlediğimiz cevabı verdik. İkna ettik, edemedik. Ama o anda kaldı. Ermeniler gibi yaygara koparmadık. “İhanet ettiğin, arkadan vurduğun komşunun, kestiğin, yaktığın, kurşuna dizdiğin bebelerin, gencecik kızların, uşakların hesabını ver bakalım demedik. Elimizde hem kanıt, hem tanık varken, sustuk. “Söz gümüşse, sükut altındır” diyerek sustuk. Belki de ülkenin başka taraflarında, tehcir sırasında bir benzerinin onlara da yapıldığını bildiğimizden, utandığımızdan sustuk. Ama karşımızdakilerin kendi ellerindeki kana rağmen, utanmaz olduğunu unuttuk.
"Aşk gerçekten bu kadar yıkıcı mı?" diye başlık atmış Ayşe Arman yazısına. Sonra da Fatma ile Ahmet’in hikayesini anlatmış.
Ben de soruya soruyla karşılık vereyim; Peki, aşk her şeyi affeder mi?
Özlem Tekin’in kulakları çınlasın, bu şarkısı meşhur olduğunda arkadaş ortamında en çok tartıştığımız konu buydu: “Aşk her şeyi affeder mi, ya da affettirir mi?”
Bence, aşk ne her şeyi affeder, ne de affettirir. Bunun aşkla değil o kişinin karakteriyle ilgisi vardır.
Dürüst, sağlam karakterli bir insan aşka sığınarak Fatma’nın yaptıklarını yapabilir mi? Ne kadar aşık olursa olsun. Kimseyi düşünmese de yavrusunu düşünür. Geleceğini düşünür. Cana kıyma hakkımızın olmadığını düşünür.
Aşkı için savaşır, acı çeker, sabreder. Ama kişiliğinden ödün vermez. Burada kastettiğim gurur değil. Yanlış anlamayın. Aşkta gurura ben de inanmam. Aşk için gerekirse, sevgilinizin ayaklarına kapanabilirsiniz. Burada kast ettiğim onur. Sizi, siz yapan değerler. Sağlam karakterli bir insan, aşkın onurunu çiğnemesine ve onu insanlıktan çıkartmasına izin vermez.
AA yazısında Fatma’nın karakterinden bahsetmiş zaten; “Ama deli, zapt edilemeyen tay gibi, başına buyruk, dediğim dedik.” Bence bu davranış bencil, kendini dünyanın merkezi sanan insanların tarzıdır. Kendi mutluluğundan ve isteklerinden ötesini ne görebilir, ne düşünebilirler. Onlar için elzem olan o anki arzuları ve istekleridir. Gerisi önemli değildir.
Yoksa adam gibi konuşup anlaşmak, boşanmak varken, niye sevgilisini cinayete teşebbüs ettirsin ki. Ama bekleyemez, boşanmayı bekleyecek sabrı yoktur, beklerken acı çekmeye niyeti de yoktur. Her şey hemen olmalıdır. Bütün engeller, hemen ortadan kalkmalıdır. Oysa beklemek acı demek, belki vicdan azabı demek, sabır demek, sıkıntı demek. Bencil insanların bunlara tahammülü yoktur. O sadece mutlu olmalıdır.
Böyle insanlar, sadece kendi isteklerini bilirler, yaptıklarından ötesini görmek istemezler. Ve sonunda işte böyle cezalarını bulurlar.
Haa, cezasını bulur da akıllanır mı, dersiniz? Sanmam!. O hala kadere, şanssızlığına, duruma uyanan polislere, işi yüzüne gözüne bulaştıran sevgilisine filan kızıyordur. Olan sadece, bu kadının çocuğu, kocası, ailesi olma bahtsızlığına uğrayanlara olur.
Allah geride kalanlara sabır versin.
Resim Penceresi teması. Blogger tarafından desteklenmektedir.
Adım sevinç genç görünümlü bir kadınım beni cinsel ilişkiye doyuracak erkekler ile görüşmelere çıkmak istiyorum,ama erkeklerin sahiplenme duygularından nefret ediyorum.Bu yüzden kendime Mersin jigolo üyesi beyler arıyorum.
Ücret olarak devamlı görüşeceğim için az bir meblağ verebilirim,istediğim özellikler iyi bir performans kadın dilinden anlama,karizmatik beyleri bekliyorum.Seksi bir hatunum erkeğimi mutlu etmesini bilirim.Doyum noktası cinsellikte çok önemli diye düşünüyorum
Alt kısıma numaranızı bırakınız beğendiklerime geri dönüş yapacağım lütfen kendinizi tanıtan mesajlar yazınız daha biografisini anlatamayan bir adam benimle görüşmek istemesi çok komik.
Erkek Arayan Bayanlar Mersin Bayan Arkadaş Ara iyi günler ben Sultan 31 yaşındayım Mersinde yaşıyorum. Eşi yönünden aldatılmış bir kadınım fakat eskiye sünger çekip tekrar… Merhaba adım Deniz 29 yaşındayım anne okulu öğretmeniyim Mersinde yaşıyorum 162 boyunda 56 kg bir kızım ne evlilik ne nışanlılık geçmedi başımdan… Merhaba adım Emine 29 yaşındayım Mersinde yaşıyorum Dış ticaret mezunuyum çalışıyorum
pandemi kısıtlamalar derken çok yalnız kaldım ya daima tıpkı utanma… Gününüz aydın olsun. Merhaba dost sitesi adım Gaye 32 yaşındayım Mersinde yaşıyorum zor vakitler geçirdim fakat bitti bundan sonra daha güçlüyüm ve mutluyum… herkese merhaba adım Nimet 32 yaşındayım acemi jigolo olarakmersin kayıt yaptırarak sizde mature jigolo yapabilirsiniz, Ama ben dost olmak istiyorum ilk olarak. Vardır tabi de bana denk gelir mi o mühim.
Bir önceki ilanımız kilis jigolo ilanı okumanızı tavsiye ederiz
Türkiye geneli binlerce olgun bayan mature bayan ciddi jigolo sitelerinden erkek kiralamak isteyen azgın bayanlar sitemize kayıt olmaktadır.Türbanlı dullar olgunn bayanlara ulaşmak çok kolay.Sizlerde mature…
Deli dolu seviyeli kaliteli bir kadınım Nazan ismim,Van da oturuyorum Genel Muhasebeciyim,Van jigolo arıyorum yaşı sorun değil her yaştan olabilir tek istediğim gerçek bir performans,Eşim…
iyi günler Bartın jigolo Arıyorum Beyler Aslen Kürt kökenli bir bayanım ben Dilşah Bartın da oturuyorum,Bartın partner arıyorum bakımlı, temiz, dürüst ve evli olmayan bir…
Selam beyler adım Serpil Burdur ilinde ikamet eden bir bayanım,Cinsel ilişkiye girmeyi çok seviyorum,mutlu olmak için buradayım,benim gibi düşünen kendini bilen partner adaylarımın telefonlarını bekliyorum,burdurda…
epostamı yanlış yazdım.Doğrusu: bnlove-001@hotmail
merhaba hanım efendi ben hijyene önem veren birisiyim mersinde yaşıyorum sex için yaratıldıgımı düşünüyorum açıkçası bana eross diyebilirsiniz teşekkür ederim iyi günler
Sarışın İstanbulda yaşıyorum. Adım emre 31 yaşında 171 boy 70 kilo atletik vucuda sahibim. Avrupa yakasi olursa sevinirim. Anadoluya da gecerim. Minimum iki sast sevisebilirim. Yetrki ara beni canim
Merhaba ben volkan yaş 23 mersinden evli dul kendini yalnız hisseden bayanlar
Mrb HanımEfendi Bende Mersinden Mehmet 25 yaşındayım Görüşmek İsterseniz Görüşebilir
Ben iddali bir jigolo degilim ama degisiklik bana ii gelicek paranizida istemiyorum
Mail adresimle faceme bak begenirsen mesaj atarsin ilk bulsma benden 😉
slm görüşelim ücret fazlada önemli değil bu işi severek yapıyorum
ne dengesiz bi dünya yarabbim dışarda bir sürü erkek biz kadınlar için can a
Cıplak Tırevesti Porno
Vintağe Seks Filimlerini Izle
Eş Cinsel Porno Filimleri