12 Dk - Sır Saklamak

12 Dk - Sır Saklamak




🛑 TÜM BİLGİLER! BURAYA TIKLAYIN 👈🏻👈🏻👈🏻

































12 Dk - Sır Saklamak

Açığa çıkması istenilmeyip gizli kalması gereken şeylere sır denir. Her insan kendisine başkalarından daha yakın hissettiği kişileri dost edi­nir, onlarla daha samimi ilişkiler kurar. Başkalarına açmadığı sırlarını, dertlerini ve düşüncelerini onlara açar. Kendisine emanet edilen sırrı sak­lamak, karakteri mükemmel, dürüst ve soylu insanların işidir. Müminler kendilerinden olmayanları asla sırdaş edinmemelidirler. Zira onlar mü­minlere kötülük ve zarar vermeye çalışırlar. Hak Teala sırları de içine alan genel bir konuda "Verdiğiniz sözü ve yaptığınız andlaşmayı yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir" buyurmuştur.

Yapılan sözleşmelere, anlaşmalara, verilen sözlere ve vaadlere ria­yet edilmelidir. Bir kimsenin sırrını öğrenen, diğer bir ifadeyle kendisine bir sır emanet edilen kimse o sırrı saklayacağına dair söz vermiştir. O sırrı açıklamasına izin verilmediği sürece, hayatının sonuna kadar o sırrı saklamakla sorumludur. Özellikle aile içinde eşlere bu konuda büyük görevler düşmektedir. Eşler birbirlerinin sırlarını asla ifşa etmemelidir­ler. Efendimiz bununla ilgili olarak "Kıyamet gününde Allah Teala'ya göre en kötü insan, karısıyla mahremiyetini paylaştıktan sonra onun sır­rını ifşa eden kimsedir" buyurmuştur.

Efendimiz, birbiriyle hayatlarını birleştiren kimselerin aralarında ge­çenleri başkalarma anlatmalarım pek çirkin bulmuş ve bu hareketin Allah Teala'ya göre emanete hiyanetin en büyüklerinden biri olduğunu söyle­miştir. Bu sebeple Cenab-ı Hak, bir kadınla evlenip onunla en mahrem duygu ve davramşları paylaştıktan sonra aralarında olanı biteni, başkala­rına anlatmayı emanete hiyanetin en kötüsü olarak kabul etmiştir.

Kadın için de durum aynıdır. Onun da kocasıyla aralarında geçenle­ri başkalarma anlatması,  aynı şekilde emanete ihanettir.  Emanete hiyanet ise dinimizin şiddetle yasakladığı pek çirkin bir davranıştır. Ai­lenin mahremiyeti vardır. O sebeple teftişe müsait değildir. Olay, açık­lanması utanç verici veya çok özel bir sebebe bağlı olabilir. Bu mahremi­yeti ifade için "Kol kırılır yen içinde kalır", "Kirli çamaşırlar sokakta yı­kanmaz" denilmiştir. Karı koca arasındaki ilişkiler onlara bırakılmıştır. Kendileri açmadıkça başkaları aile sırlarını öğrenemezler. Kocasının maddi durumunu düşünmeden konu komşuda gördüğünü kendi evin­de de isteyen, dediği olmazsa hırçınlaşan, aile sırlarını olur olmaz kim­selere açan, sağda solda dedi kodu yapan kadınların bu yaptıkları bü­yük bir suçtur, sırrı yaymak, aile mahremiyetini deşifre etmektir. Hal­buki eşlerin karşılıklı haklarından biri, sırlarını başkalarına ifşa etme­mektir. İyi bir kadın da Allah'ın bu konudaki emirlerine boyun eğer, Al­lah'ın buyruğuna uyarak kocasına itaat eder. Ona karşı görevlerini yeri­ne getirir. Kocası evde bulunmadığı zamanlarda onun namusunu, malı­nı ve aile sırlarını korur.

Sırlar birer emanet olduğundan emanetlere hıyanet etmemek la­zımdır. Hele bu sırlar evlenme gibi hassas bir konuda ise daha da dik­katli olunmalıdır. Nitekim Ömer, kızı Hafsa dul kaldığı zaman onu Osman'a nikahlamayı teklif etti. Osman düşünmek için biraz süre istedi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra karşılaştıklarında şimdilik evlenmeyi düşünmediğini söyledi. Sonra Ebu Bekir'e rastladı. Ona da aynı şeyi tek­lif etti. O ise sustu, ağzım açıp da bir söz söylemedi. Bu sebeple ona Os­man'a gücendiğinden daha fazla gücendi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Hafsa'ya Resul-i Ekrem talip oldu. Kızını ona nikahladı. O sıralar­da Ebu Bekir'le karşılaştığında Ebu Bekir Ömer'e bu konuyu açtığında kendisine cevap vermeyişinin sebebini anlattı. Resul-i Ekrem'in Hafsa ile evlenmekten söz ettiğini, elbette Resul-i Ekrem'in sırrını ifşa edeme­yeceğini, onun Hafsa ile evlenmekten vazgeçmesi durumunda elbette onunla evlenmeyi kabul edeceğini söyledi.

Hafsa'nın kocası bir savaşta aldığı yara sebebiyle vefat edince dul kalmıştı. Ömer kızının iyi bir insanla evlenmesini arzu ediyor­du. Bir insanın ahlakından ve faziletinden emin olduğu kimselere kızıy­la evlenmelerini teklif etmesi asla yadırganmamalıdır. Ebu Bekir'in bu tavrı, İslami edeb açısından son derece güzel bir davranıştır. Bir kim­senin güvendiği bazı dost ve arkadaşlarına açtığı geleceğe dönük tasarı­sı, onlara emanet edilen bir sırdır. Hele bu sır biriyle evlenmek gibi has­sas bir konuya dair ise, onun izni olmadan bu tasarının başkalarına söy­lenmesi emanete hıyanet sayılır.

Ebu Bekir gibi sır konusunda titiz davrananlardan biri de Fatıma'dır. Fatıma bir gün Resul-i Ekrem'in hanımları ile birlikte oturduğu bir sırada yanlarına çıkageldi. Efendimiz onu görünce sevindi ve ona merhaba diyerek sağ yanma oturttu. Sonra kulağına bir şeyler fı­sıldadı. Bunun üzerine o yüksek sesle ağlamaya başladı. Onun aşırı üzüntüsünü görünce kulağına bir şey daha fısıldadı. Bu defa Fatıma güldü. Efendimizin kendisine ne söylediği sorulunca Fatıma babasınm sırrını kimseye söyleyemeyeceğini belirtti. Efendimiz vefat edince tekrar soruldu. Bu defa söyleyebileceğini ifade ederek, babasının yakın za­manda vefatı edeceğini kendisine haber verdiğini söyledi.

Sır saklamak, insanlarla düşüp kalkarak onların huylarını öğrenmek kişiye değişik tecrübeler kazandırır, Ömer bir gün bir adamla birlik­te oturuyordu. O esnada yanlarına bir başka adam geldi. Bunun üzerine Ömer ona sözlerini sağa sola taşıyanı sevmediklerini söyledi. Adam da kendisinin başkalarma haber götürmek için yanlarına gelip oturmadığı­nı söyledi. Ömer, öyle ise şu ve şu kimselerle oturmasını ve kendile­rinin sözlerini onlara nakletmemesini tenbih etti. Sonra yanındaki ensardan olan arkadaşına halkın kendisinden sonra kimin halife olaca­ğını söylediklerini, kimi uygun gördüklerini sordu. Ensardan olan adam muhacirlerden bir takım erkeklerin adını saydı, Ali'nin adını saymadı. Ömer, onlara ne oluyor da Ali'yi istemediklerini, halbuki onun aleyhle­rine olsa bile onları hak yol üzere tutmakta,onların en hayırlısı olduğu­nu söyledi. Ömer de yanında bulunan dinleyiciye, konuşulan si­yasi ve ciddi meseleleri başkalarma gidip anlatmamayı tavsiye etmiş, bu konuda takip edilecek yolu göstermiştir.

Başarıya ulaşmanın en önemli sebeplerinden biri sır saklamaktır. Efendimizin din ve dünya işlerinde kişinin başarıya ulaşması için gizlilikten faydalanmasını öğütleyen, her nimet sahibine hased edildiğini be­lirten ifadesi bu konuda ne kadar anlamlıdır!

İnsan sırlarını içinde sakladıkça, onlara sahip demektir. Fakat onları dışarıya ifşa ettiği zaman, bu hakimiyeti kaybeder ve onların dış tesirleri altına girerek bir nevi sırlarının esiri olur. İnsan kendi esrarını ifşa et­mekten kaçınması gereklidir. Bundan daha kötüsü başkasına ait esrarı yaymaktır. Çünkü bunda emanete hiyanet vardır. Bir de kötü niyetle olursa koğuculuk vasfını taşır. Bu iki yönden haram kısmına girer. O halde insan hem kendine ait olan esrarı, hem de kendine emanet edilen başkasına ait esrarı gizli tutmalı, başkasına yaymamalıdır.

Sır saklama hususunda titiz davrananlardan biri de Enes İbni Ma-lik'tir. Efendimizin yıllarca hizmetinde bulunan Enes bir gün çocuklarla oynarken Efendimiz onu yanına çağırdı ve bir yere gönderdi. Enes bu sebeple annesinin yanına geç döndü. Eve varınca annesi niye geç kaldı­ğını sordu. Resul-i Ekrem'in kendisini bir işe gönderdiğini söyledi. An­nesi onun ne olduğunu sorunca bunun bir sır olduğunu haber verdi. Bunun üzerine annesi Resul-i Ekrem'in sırrını kimseye anlatmamasını söyledi. Enes bu olayı anlattıktan sonra öğrencisi Sabit el-Bünani'ye bu sırrı kimseye açıklamadığını, eğer açıklayacak olsa onu Sabit'e açıklaya­cağını, ama ölünceye kadar bunu kimseye açmayacağını söyledi. Sabit Basralı olup tabiin neslinin tanınmış alimlerinden, Enes İbni Malik'in de önde gelen talebelerinden biriydi. Kırk yıl boyunca birbirlerinden ayrıl­mamışlardı.

Ebu Zer de aynı şekilde sır konusunda hassas davrananlardandır. Aneze kabilesinden bir adam Ebu Zer'e Şam'dan sürgün edildiği zaman ona Efendimizin hadislerinden bir hadisi sormak istediğini söylediğinde Ebu Zer, Efendimizin sırlarından değilse onu haber verebileceğini söy­ledi. Adam soracağı şeyin Efendimizin sırlarından bir sır olmadığını, kendisiyle karşılaştıkları zaman Efendimizin ashabıyla musafaha edip etmediklerini sordu. Ebu Zer de bu soruya Efendimizin her karşılaştı­ğında kendisiyle mutlaka musafaha ettiğini söyleyerek cevap verdi. 666 Abdullah İbni Cafer de bir gün Efendimizin kendisini bineğinin arkasına aldığını, kendisine bir sır verdiğini, onu insanlardan hiçbir kimseye söylemediğini belirtti.

Sır saklamakla ilgili olarak Amr îbni As da kalplerin sırların saklan­dığı yerler olduğunu, dudakların o yerlerin kilidi, dillerin de anahtarı olduğunu, herhalde insanlarm sırlarını saklamaları gerektiğini söylemiş­tir. Yine Amr îbni As sırrını hiç kimseye vermediğini, bunun için yayıl­masından dolayı da kimseyi ayıplamadığını, kendi sırrını korumakta kendisinin aciz kalırsa başkasının onun sırrını korumakta daha aciz ka­lacağını ifade etmiştir.

Kardeşlik bağlarını koruma şartlarından biri de arkadaşın sır ve mahrem olan hallerini yaymamaktır. En iyisi başkasına sır vermemektir. Ali insanın sırrının kendi esiri olduğunu, söylendiği zaman insanın sırrının esiri olacağını, insanın dili ile sırrını yayar da bundan dolayı başkalarını ayıplarsa, bu kimsenin ahmak olduğunu, asıl kendisini ayıp­laması gerektiğini, zira kendi sırrını tutamayanın sırrını başkalarının hiç tutamayacağını, başkasını ayıplamaya fırsat vermemek için insanm sır­rını hiç kimseye açmamasını, açıldığı takdirde de ihanet edilmemesi ge­rektiğini söylemiştir.

Bazı şeyler vardır ki mürüvveti zedeler. Şeref ve şana halel getirir. Bu gibi şeylerin gizli kalması gerekir. Böylesi sırları aklından zoru olan şahsiyet ve ahlak düşkünü kimselerden başkası ifşa etmez. Ancak, hak­sız yere kan döküldüğünü, ırza, mala ve cana tecavüz edildiğini gören kimselerin bu gördüklerini saklaması gerekmez. Bazen başkaları tara­fından bilinmesi istenmeyen şeyler olur. Bunlar özel sırlardır. İnsan, kendi sırlarını kimseye söylememelidir. Çünkü bu durumda onlar sır olmaktan çıkar. Huzeyfe, başkasının bilmediği şeyleri bilen sahib-i sır idi. Öyle ki, münafıkların ismini ve müstakbel hadiselerin birçoğunu bilmekte idi.

Sahibine zarar getirecek bir sırrı ifşa etmek doğru değildir. Ancak adam ölünce, sağlığında gizlenmesi gereken şeylerin ölen adam için bir zillet söz konusu olmazsa söylenmesinde bir sakınca yoktur. Gizli tu­tulması istenen veya açıklanmasından rahatsızlık duyulan sırları ifşa etmek caiz değildir. İki kişinin veya belirli sayıdaki bir topluluğun kendi aralarındaki konuşmaları, gizli tutulması gereken bir emanettir.

Muaviye, Velid İbni Utbe'ye gizlice bir söz söylemişti. Velid, eve ge­lince babasına emirul-mümininin kendisine bir söz söylediğini, onun kendisine söylediği bir sözü ondan gizleyeceğini sanmadığı için babası­na açmak istediğini söyledi. Babası Utbe, yanıldığını, o sözün kendisine söylenmiş bir emanet olduğunu, kendisine söylenmemesi gerektiğini be­lirtti. Velid, baba ile oğul arasında sır olmayacağını söyledi. Babası, ken­di sırlarının olmayacağını, fakat başkasının sırrının olacağını belirtti.

Herkes sır tutamaz. Sır tutmak, en ağır yüklerden biridir. Herkes onu taşıyamaz. Kimseye söylemeyeceğine söz veren nice insanlar bu ağır yükü taşıyamamış ve başkalarına söylemekten kaçınmamışlardır. Halbuki sır saklamanın verdiği gururu taşımak o sırrı söylemiş olmanın vereceği pişmanlığı yaşamaktan daha iyidir. Kendisine sırrını veren bir kişi sır verdiği dostuna değer vermektedir. O sırrı açığa çıkararak dos­tuna ihanet etmemelidir. Bu bakımdan "Söyleme sırrını dostuna, dostu­nun dostu vardır, o da söyle dostuna!" denilmiştir.

Bazı kimseler, herkesin bildiği bir hususu, görüştüğü kimselere bir sır olarak emanet eder, "bu husus aramızda kalsın, laf aramızda" der, bununla o kişilerin güvenini kazanmak ister. Hiçbir yarar ve haklı sebep yokken sırrını başka birine emanet eden, sonra da sırrının ifşa edilme­sinden yakınanlar bilmelidirler ki, kendilerinin saklı tutamadığı sırrı di­ğer biri de gizli tutmaz. Bunun için "Sırrını kendin muhafaza etmezsen, başkası onu nasıl muhafaza etsin?" "Sırrını sadece sen bil. Güvenilir kimseye emanet etme, sürç-i lisan edebilir, cahile emanet etme, ihanet edebilir." "Ketum, sır küpü ol." "Sırrını açma dostuna, dostunun dostu vardır, o da söyler dostuna. Sırrım verme sırdaşına, darılır bir gün kakar başına." "Söyleme sırrını kimseye yerin kulağı var." "Sağ eline verdiği­ni, soİ el bilmesin" denilmiştir.

Sırrını başka birine açmak zorunda kalan veya buna gerek gören kimselerin sırlarını emin kimselere vermeleri gerekir. Emin ve güvenilir kimseler, sırların mezarlarıdır. Oraya giren bir sır orada ölür, gömülür ve asla oradan bir daha çıkmaz. Sırra karşı durumunun nasıl olduğu so­rulan bir adamın bu soruya cevabı "Ben sırrın mezarıyım" demek olmuştur. Adamın biri dostuna bir sır verir. Sonra ona anlayıp anlamadı­ğını sorar. Dostu anlamadığını söyler. Adam öğrenip öğrenmediğini so­runca dostu unuttuğunu söyler. Demek ki sır emanet edildiği an unu-tulmalıdır ve emanet edene bile söylenmemelidir.

Efendimiz "Bir kimse din kardeşinin mahremiyetini örter ve gizler­se Allah da onun mahremiyetini örter" buyurmuştur. Yalan, günahtır. Sırrı ifşa etmekse daha büyük günahtır. İnsan böyle zamanlarda sıkıştı­ğında yalanı, sırrı ifşaya tercih eder. İslam tecessüsü, başkalarının mah­rem ve özel hallerinin araştırılmasını, öğrenilmesini, merak edilmesini yasaklamıştır.

Efendimiz, "Bir kişi, bir söz söylerken sağa sola bakınırsa bilin ki bu söz emanettir, sırdır." buyurmuşlardır. Sır saklamak bir erdemdir Sır saklamak, ketum ve ağzı pek olmak aslında, sabır, şükür, cömertlik, ce­saret gibi ahlaki bir erdemdir. Sır saklamamak ise ahlaki bir zafiyettir. Emanete hiyanet etmek nifak alametlerindendir.

Sır, emanetlerin başında gelir. Kendi sırrını saklı tutan bir müminin, din kardeşinin ve diğer insanların sırlarını saklı tutması ahlakın gereği­dir. el-Mecalis bi'1-emanet, sözü, "Bir mecliste söylenen sözler, emanet edilen sırlar olduğundan orada kalmalı, dışarıya taşınmamak ve sızdı-rılmamalıdır, anlamına gelir."

Her insanm kendine özel ve Allah Teala'dan başka hiçbir kimsenin bilmediği, en yakınlarına bile açmadığı bir takım sırları olur. Ketum kişi­ler için "Kan kussa kızılcık şerbeti içtim, der" denilmiştir. Onun bu tür sırlara sahip olması bazen yararlı, bazen gerekli, bazen da zorunlu olur. Başarılı olması ve kendisini koruması için buna ihtiyaç duyar, sır, başa­rının sırrı ve sebebidir.

Kısaca her ortamın bir sırrı vardır ve işlerin yolunda gitmesi için buna ihtiyaç duyulmaktadır. Bu sırların kısa, uzun ve çok uzun süre giz­li tutulması, bunları bilen kişilerin az veya çok olması, ihtiyaca göredir.

İşlenen günah, gizli tutulmakla birlikte günah olmaktan çıkmaz. Ahirette, gizli olarak işlenen ve sır olarak saklanan günahlar, bunları iş­leyenlerin önüne getirilip serilecek ve bunun hesabı sorulacaktır.

Ne var ki, bunları açıklamak günahı daha da ağırlaştırır. Efendimiz bu konuda "Açıktan günah işleyen ve işledikleri günahları açıklayanlar dışında bütün ümmetim affedilecektir." buyurmuştur. İnsan, geçmişte işlediği veya kimsenin görmediği yerde işlediği günahları, bunları sanki bir marifetmiş gibi pişmanlık hissetmeden, utanmadan ve sıkılmadan anlatırsa başkalarına kötü örnek olur, bu sebeple vebali daha da ağırla­şır. Bu sebeple işlenen günahların gereksiz olarak açıklanmaması lazım gelir. Efendimiz, Mekke'yi fethetme kararını ve bununla ilgili faaliyetleri büyük bir gizlilik içinde yürütmüş, bu durumu Mekke müşriklerine bil­dirmeye kalkışan Hatıb İbni Ebi Beltaa'nm bu tavrı, gizliliği ihlal etti­ğinden dolayı büyük bir infiale sebep olmuştur. Yine Efendimiz, hicretle ilgili planını da gizli tutmuştu. Onun hayatında sır ve gizliliğin büyük önemi vardı.

Ashab-ı kiram da aynı şekilde sır konusunda titiz davranırdı. Nite­kim Abbas, oğlu Abdullah'ı halife Ömer'in yaşının küçüklüğüne rağmen onu istişare meclisine aldığını görünce oğluna onun meclisle­rinde gizlice konuşulan bir şeyi dışarıya ifşa etmemesini tenbih etmiştir. Emanet edilen sırları, birbiriyle bozuştuktan sonra da korumak lazımdır. Çünkü sır, mutlak olarak korunması gereken bir emanettir.

İnsanın sahip olduğu ilim ve edep dostluğun değerini arttıran me­ziyetlerdir. Böyle bir dost bulunca insan sırrını ona açıp rahatlamalı ve işlerini ona danışıp doğru çözüm aramalıdır. Ama dostun cevaplandır­makta sıkıntı çekeceği soruları sormamak, kendisinin açmadığı sırlarını öğrenmeye kalkışmamak gerekir. Zira dostluğun gereği budur. Dost, dostunu sever, sevmediğini sevmez.

Allah'a en çok saygılı olan, onun uğrunda kılı kırk yararcasına her şeyi yerli yerince yapmaya çalışan bir peygamber böyle adaletsizlikle suçlandı. Halbuki o adaletin canlı bir örneği idi. Her hususta adil olma­ya, adaletin gereğini yerine getirmeye çalışırdı. Adil davranma konu­sunda hiçbir şeyden korkmaz, hiç kimseden çekinmezdi, insanları sev­mekle birlikte bu sevgisi adalet ölçülerine göre sınırlı idi. Özellikle ço­cuklar arasında adalet ve eşitliğe dikkat edilmesine büyük özen göste­rirdi. Sahabi Numan İbni Beşir bunun en önemli şahitlerinden biridir. Numan'ı bir gün babası Resul-i Ekrem'e götürdü ve elinin altında bulu­nan bir köleyi ona verdiğini söyledi. Resul-i Ekrem Numan'in babasına ondan başka çocuğunun olup olmadığını sordu. Babası başka çocukları­nın da olduğunu söyleyince Efendimiz bu defa ona Numan'a verdiği gi­bi diğer çocuklarına verip vermediğini sordu. Babası vermediğini söyle­di. Bunun üzerine Resul-i Ekrem o halde hibesinden dönmesini, kendi­sini bu işe şahit tutmamasını, çünkü kendisinin zulme şahit olamayaca­ğını söyledi. Ardmdan ona Allah'tan korkmasını, çocuklar arasmda ada­letli davranmasını hatırlattı. Efendimizin bu uyarısı karşısında Nu-man'ın babası hibesinden döndü ve oğluna yaptığı bağıştan vazgeçti.

Efendimiz insanlara bu şekilde adalet dersi verdi. Zulme, haksızlığa şahit olmayacağım söyledi. Babalardan çocuklar arasında eşit davran­malarını istedi. Adaleti, müminin ayrılmaz bir parçası kabul etti. Buna göre mümin Efendimizin yolunu tutarak adaletten ayrılıp zulme şahit olmamalı, aksine zulmü engellemeye, adaleti ayakta tutmaya çalışmalı­dır. Toplum kanayan bir yara gördüğü zaman içi sızlamak, aldırmadan geçip gitmek yerine onu dindirmek için mücadele vermeli, mazlumu elinden tutup ayağa kaldırmak için her türlü fedakarlığa göğüs germeli, zalimleri alkışlamaktan onlara destek olmaktan uzak durmalıdır. Adale­tin tesisi için verilen mücadele en büyük cihad sayılır ve bu uğurda ca­nını feda eden şehadet rütbesine erişir. Çünkü Allah adaleti emreder. Onun emri doğrultusunda mücadele eden en büyük mükafatı hak eder.

Sadece çocuklar arasında değil, eşler arasında da adalet ve eşitliğe dikkat edilmesi gerekir. Resul-i Ekrem Efendimiz kendisi eşleri arasında adalete çok dikkat ettiği gibi erkeklere de eşleri arasmda sürekli eşit Olgun ve tam bir mümin olabilmek için insanın din kardeşini sev­mesi, onların sevinci ile sevinip kederleri ile kederlenmesi şarttır. Çünkü bu birlik ve beraberlik bulunmazsa, İslam'ın hükümleri gönüllere indiri­lemez, aktif hale getirilemediği için de İslam ahlakı toplumda yaşana­maz. Yaşanamayınca da İslam gönüllere hakim olamaz, yeryüzünde var sayılmaz.

Müminler sevgi, merhamet, şefkat ve yardımlaşmada bir vücut gibi olmalıdırlar. İslam toplumu bir vücut gibidir; bir uzvun hastalığının bü­tün vücudu rahatsız etmesi gibi, bir müslümamn başına gelen bela ve musibetleri, bütün müslümanlar kendilerine dert edinmelidir. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz bu hususta "Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar" buyurmuştur.

Buna göre, müminler birbirlerini sevmeli, birbirlerine merhamet etmeli, acımalı ve birbirlerine şefkat edip yardımcı olmalıdırlar. Çünkü hem müslümanların salahı hem ümmetin fel
Porno Angell Summers Sert Madness
Classic Anal Sex From 1978
50 Attırma Derleme - Oral Seks, Pussyjob, Elle Sakso, Footjob, Yutmak

Report Page