le

le

gah

Abi merhaba. Şu an bilgisayardayım, telefondan yazmak veya kayıt atmanın üzerinden kalkmam zor. Sana buradan bir şeyler yazayım istiyorum.

Şu an belim ağrıyor oturmaktan, tuvalet de ayı gibi var. Ama müzikle duygular öyle bir geldi ki, hepsine rağmen yazmam gerek. Kalktığım saniye kaybolma riski büyük. Hatta şu zırzeli girişler bile epey bir götürdü o duyguyu. Eğer bu satırları okuyorsan muhtemelen aşağıdaki paragraf hissi bir nebze olsun geri getirmiştir.

Bu hayat ne? Sorusu hakkında bir şeyler düşünmüştüm geçen hafta ama senle paylaşma fırsatı olmamıştı.

Nietzsche'nin güç istenci galiba bu sorunun cevabı. Ama tabii ki mesele neden ve nasıl bu cevabın olduğu.

Her şeye "tamam, ama bu olsa ne olacak? , bunun ne anlamı var" şeklinde yaklaşmak mümkün, bilhassa bazı ruh hallerinde, biliyoruz. Bu şekilde yaklaşmamız demek, o şeyi yetersiz bulduğumuzdan başka bir şey göstermiyor bir anlamda, evet.

Peki ne yeterli olurdu? Nasıl olsaydı yeterdi veya nasıl bir şey yeterdi? Diye sorunca da kendime, buna herhangi gerçek bir cevap gelemiyor.

Demek ki yetecek herhangi bir şey yok? Peki ama öyle bir şey yoksa, insan nasıl oluyor da olmayan bir şeyi isteyebiliyor? Olmayan şey istenmez ki?

"Arayıp sevdiğin şeyi bulmalısın" furyası kadar insan hayatını israf eden bir furya az bulunur bence abi. Bir kere sevgi, kurulan bir şey. İçimizde bir yerlerde saklı halde A kişisinin sevgisi kayıtlı beklemiyor ki. Önce A kişisini tanıyoruz, sonra A kişisine sevgi besliyoruz.

Ama her ne kadar A'nın sevgisi biz daha onunla tanışmadan içimizde hazır vaziyette beklemiyor da olsa, hazırda bekleyen bir şey var. O da "bir kişiyi" bulma duygusu.

Bu bir kişi de olur, "anlam" yaratacak başka şey de olur. Klasik, "bir şeyler eksik" duygusu bu. "Var olan şeyler cevap değil", "yeterli değil", "boş, anlamsız" duygusu. İşte bu duygunun doğurduğu 2 sonuç var günlük hayatımızda defalarca karşı karşıya geldiğimiz.

1'ncisi oyalanma. Kötü bir şey değil bence bu, bazen diğer her şeyden daha öğretici, insanı geliştiren, ona kendisini tanıtan bir şey.

2'ncisi de faaliyet. Mevcut durumla yetinmeyip, yeni durum bulma, yaratma ile sonuçlanan faaliyet.

Şöylece bir bakınca görüyoruz ki, bu 2 durum da netice itibariyle insanı güçlendiren, geliştiren şeyler.

Bu en temel "bir şeyler eksik", "anlam eksik" duygusu, isterse milyon kez açıklığa kavuşturalım yine gelip içsel dünyamızın merkezine oturuveren bu his, maddi veya mental olarak kendimizi aşmaya bizleri yönelten asıl şey de aynı zamanda. O yüzden ona güç istenci demek gayet mantıklı duruyor.

Kısa bir değerlendirme yaparak şunu diyebilirim abi: bu duygu, olgunun kendisi. Asla tatmin olmuyor gördüğümüz kadarıyla. Geçici olarak unutulması veya yatıştırılması mümkün, biriyle sohbette, uykuda, meditasyonda, kitapta, alkolde, gezintide vs. Ama tatmin olması, kendisiyle çelişmesi anlamına gelmesi demek, kendi tanımına ters bir durum. Eğer bir insan güç istenciyle (aşk acısı, başarısızlık, sosyal veya gündelik dertler) ile yanıp tutuşmuyorsa, o kişinin güç istenci tatmin olmuş değil, kişinin gündemine gelmemiş (kurulmamış) vaziyette beklemededir. Kişinin hedefine ulaşması güç istencini tatmin etmesi değil, öldürmesidir (%99,99 geçici olarak).

İntihar bile bunun faaliyete dönüşen bir sonucu. Şu anki kötü vaziyeti aşma istenci. İntihar eylemi "vaziyeti aşmamıza yol açacak şey" olarak algılandığı saniye, çok rahatça amaçlaşır.

Bir de küçük intiharlar var sanırım. Kendimizi değil de bazı hayallerimizi, fikirlerimizi öldürmek. Belki de büyük intihar, bunun abartılmasıdır, kim bilir..

Yani bu duygu 80 yaşında da, 90 yaşında da sık sık oluşabilir. Kişi bu duyguyu çözümlemiş de olabilir, onu tanımıyor da olabilir. İnsan nasıl griple yaşayan bir canlıysa bu duyguyla yaşayan bir canlı da. Biyolojik mekanizmasını bilmeksizin de grip olabiliyoruz.

Öyleyse bla bla bla gibi bir sonuç eskiden ne kadar cazipti lan, şimdiyse mide bulandırıcı geliyor. Grip olup tatil yapmayı, yatmayı seven biri de olabilir. Hatta mide bulandırıcı başka bir şey daha var. "Grip olmayı seviyorsan, grip olmalısın." Cevap: "Hayır kardeşim, olurum olmam. Ne diye beni ara sıra olunca sevdiğim bir olayı mutlaklaştırma stresine sokuyorsun, hem sevgimi hem olayımı öldürüyorsun?" değil mi abi? Yaşayıp gidiyoruz işte. Çözüm yok, ama çözümleme duygusu var, canlının güçlenmesiyle sonuçlanan. Doğal seçilimle kazanılması çok mantıklı gözüken. İşte bu da "çözümleme duygusunun nasıl bir şey olduğu" xd.

Report Page