2019

2019

هارون

İşbu yazı Harun Ünal'ın konu hakkındaki makalesinden özetlenmiştir.

Zühre Kıssası ve Sıhhat Durumu

Acluni’nin Keşfu’l-Hafa isimli eserinde de aşağıdaki değerlendirmeleri görüyoruz. Bu eserde konu ile ilgili yer alan baştaki ifadeler tıpkı Sehavi’nin el-Makasıd eserindeki gibidir. Buna dikkat çektikten sonra konuya geçebiliriz:


“Âdem (a) yeryüzüne indirilince, melekler dediler ki: A!.. orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek bir yaratık mı var edeceksin? Oysa bizler hamdinle seni tesbih ve takdis edip duruyoruz.’ dediler. Allah da kendilerine: ‘Sizin bilmeyeceğiniz şeyleri herhalde ben bilirim.’ dedi.4


Bu defa melekler dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz Sana karşı Âdemoğullarından çok daha itaatkârız.” Allah da meleklerine şöyle buyurdu: “O halde melekler arasından bana iki melek çağırın da bakalım hele bunlar ne yapacaklar?” buyurdu. Melekler de: “Rabbimiz! Harut ile Marut var ya!” dediler. Bunun üzerine Yüce Allah bu iki meleğe, yeryüzüne inmelerini buyurdu ve her ikisini de insani özelliklere sahip iki insan şekline soktu. Bu arada Yüce Allah, Zühre yıldızını onlar için, insanlar arasında en güzel bir kadın şekline getirdi. Yeryüzüne inen Harut ile Marut adındaki bu iki melek gidip o kadınla beraber olmak istediler.


Kadın da o ikisine, “Önce siz şu kelimeleri söyleyerek Allah’a ortak koşun, siz o kelimeleri söylemedikçe Allah adına yemin olsun ki ben sizinle beraber olmam.” diye reddetti. O iki melek de: “Allah adına yemin olsun ki biz ebedi olarak asla Allah’a ortak koşmayacağız” dediler. Bunun üzerine kadın onların yanından ayrılıp gitti. Daha sonra yeniden dönüp o meleklerin yanına geldi. Fakat bu defa kadının kucağında bir çocuk vardır. Melekler yine onunla yatma teklifinde bulundular. Kadın da onlara: “Allah adına yemin olsun ki siz bu çocuğu öldürmedikçe ben sizinle beraber olmam” dedi. Bu defa melekler de: “Allah adına yemin olsun ki biz asla hiçbir zaman bu çocuğu öldüremeyiz.” dediler.


Daha sonra kadın, yeniden dönüp gelir. Ancak bu defa kadının elinde içki dolu bir kadeh/şişe bulunmaktadır. Yine o iki melek o kadınla beraber olma teklifinde bulundular. Ancak kadın: “Hayır, vallahi olmaz. Meğer ki siz şu içkiyi içerseniz, o takdirde dediğinizi yaparım.” der. Her iki melek de içkiyi içerler ve sarhoş olup kendilerinden geçerler. Bu arada kadınla ilişkiye girerler, çocuğu da öldürürler. Meleklerin akılları başlarına geldiğinde, kadın onlara: “Allah adına yemin olsun ki her ikiniz de daha önce sizden yapmanızı istediğim ve fakat sizin kaçındığınız o şeylerin hepsini yaptınız. İçkiyi içip sarhoş olunca, benimle ilişkiye girdiniz, çocuğu öldürdünüz ve Allah’a da ortak koştunuz” dedi.


Bu olay üzerine her iki melek, dünyada azap görme ile ahirette azap görme konusunda muhayyer bırakıldılar, seçim hakkı onlara verildi. Onlar da ahiret azabını değil, dünya azabını seçtiler.


Aclunî’nin ilgili eserini tahkik ve taliklerle hazırlayan Şeyh Yusuf b. Mahmud el-Hac Ahmed, 2871 numaralı bu kıssanın 2871 numara ile verilen dipnotunda şu ifadelere yer vermektedir:

“Merfu bir rivayet olarak bu, asılsızdır, bu manada bir hadis değildir. Esasen bu hadisin sahih olmadığının sebebi de el-Ferac b. Fudale’dir veya bu kişiden bu kıssayı alıp rivayet eden Süneyd b. Davud’dur.”

Şeyh Yusuf olarak ben de bu kıssa ile ilgili olarak diyorum ki: “Derviş el-Hut el-Beyrutî’nin Esna’l-Metalib isimli eserinde söylediği gibi hadis, oldukça birbirine yakın tariklerle farklı yollardan rivayet olunmuştur. Derviş el-Hut diyor ki: “Şihab İbn Hacer Heysemi bu rivayetle ilgili olarak; kıssanın sıhhat noktasından ilim ifade eden ve bilgi ortaya koyan farklı geliş yolları bulunmaktadır. Çünkü kıssa Ahmed b. Hanbel, İbn Hibban ve Beyhakî gibi zatlar tarafından sahih isnadlarla rivayet olunmuştur.”

Fahruddin Razi, Beyzavi, Ebu’s-Suud ve Hazin gibi tefsir bilginleri ise “Bu kıssanın muteber bir nakil yoluyla sabit olduğu vaki değildir, sabit olmamıştır. Bu konuda sahihtir, diye gelen nakillere dayanıp güvenmemek gerekir. Çünkü bu rivayetler, sonuç bakımından varıp Yahudilere dayanmaktadır. Kaldı ki rivayetler akıl ve nakil bakımından da çelişki gösteren rivayetlerdir, akla da nakle de aykırıdırlar.” demektedirler.

Hafız İbn Kesir, Bakara Suresi, 102. ayetiyle ilgili olarak tefsirinde diyor ki: “Hadis dönüp dolaşıp nihayetinde geliyor ve Ka’bu’l-Ahbar’da noktalanıyor. Onun da dayandığı yer İsrailoğullarına ait kitaplar ve kaynaklardır. Allah en iyisini bilir.”5

Hafız İbn Hacer de Fethu’l-Bari adlı eserinde: “Harut ve Marut ile ilgili kıssa, hasen bir sened ile İbn Ömer’den gelmektedir. Nitekim Ahmed b. Hanbel bunu Müsned kitabında zikretmiştir. Taberî de bu kıssanın geliş yollarını ortaya koyma konusunda bayağı çaba göstermiştir. Kıssa ile alakalı olarak topladığı rivayetlerin, tüm geliş yolları açısından hepsinin bir arada birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde kıssanın temel bir tutarlı tarafı, bir aslı olduğunu göstermektedir.” diye açıklama yapmaktadır.

Gerçi Kadı İyaz ve ona tabi olanlar gibi bazı kimseler, bu kıssanın batıl olduğunu söyleseler de kıssanın bir dayanağı vardır. Daha sonra Askalani sözkonusu el-Feth kitabında diyor ki meselenin özeti şudur: “Allah, melekler arasından bu iki meleğe, onları insan suretine sokarak şehvet özelliğini verdi. Bu, o iki meleği imtihan etmek içindi. Allah her iki meleğe de yeryüzünde hüküm verme, yargılama görevini yükledi. Böylece iki insan suretinde ve insanda olan nefsanî özelliklere sahip olarak yeryüzüne indiler, yeryüzünde bir müddet adaletle hükmettiler. Daha sonra güzel bir kadın başlarına musallat kılınarak yoldan çıkmalarına sebep kılındı. Bu yüzden insani özelliklere sahip olan Harut ve Marut adlarındaki bu iki melek cezalandırılıp tutuklandılar. Nihayet her ikisi de Babil’de bir kuyuda baş aşağı olmak üzere asılı vaziyette cezalandırıldılar.”6

Görüldüğü gibi Askalani olayın doğru olduğunu kabul etmekte ve bunun doğruluğunu kabul etmeyen Kadi İyaz gibilerinin görüşlerini de batıl addetmektedir. Askalani, rivayetin dipnotunda verdiğimiz kaynakta -ki bu kaynak Buhari’dir- Resulullah’a (s) büyü yapıldığını ifade eden hadisi aktarırken, orada bu olaya da yer verip kendisi yorum ve açıklama yapmaktadır. Fakat bu kıssanın, var olan hadislere ve hadislerin sıhhat noktasındaki değerlendirmelerine rağmen kabul edilebilir bir tarafı bulunmamaktadır.

Beyhaki’ye göre de hadis, Resulullah’a varmamakta ve fakat sadece Ka’bul-Ahbar’da son bulmaktadır. Bu nedenle o da sıhhati konusunda bir bakıma kuşkularını haklı olarak göstermiş olmaktadır.

Görüldüğü gibi burada da uydurma olan bu kıssanın doğruluğu, birçoklarınca kabul görür gibidir. İbn Hacer Askalani gibi biri bile böyle söyleyebilmektedir. Ama kıssa Kur’an gerçeğine aykırıdır, akla ve nakle de aykırıdır.7

İbn Hibban’ın da sahih olarak kabul ettiği bu rivayeti İbnu’l- Cevzî, el-Mevduat adlı eserinde rivayetin uydurma olduğunu belirterek zikretmiştir. Şuayb el-Arnavut da diyor ki: “Bu hadis, isnad yönünden zayıf ve metin bakımından ise batıl olan bir rivayettir.” Şuayb’ın dediği gibi bu hadis, uydurmadır, batıldır, aslı olmayan, akla ve Kur’an gerçeğine de aykırı olan bir rivayettir. Ancak işin üzen yanı Suyuti’nin, İbn Hacer’in, İbn Hibban’ın hadisi sahih kabul etmeleridir. Nitekim Aclunî ve benzeri kimselerin de bu konuda fazla açıklama yapmaksızın, adeta sahih kabul edenlerden yana bir tavır sergilemeleri, ilim adına yakışır bir şey değildir. Sonunda bunlar da insandırlar, kendilerine vahiy geliyor da değildir, bu nedenle yanılmaz da değillerdir. Kaldı ki bu ve benzerleri bazen kendi eserlerinde, kendileriyle çelişen hükümler ve ifadelere imza atmışlardır. Bu durumu Suyutî’de de görmek mümkündür.

Bu konuda şu noktaya dikkat çekmemiz gerekir: İslam âlimleri arasında, görüldüğü kadarıyla öteden beri bir teslimiyetçi durum ve ürkek bir hal bulunmaktadır. “Filan ilim adamı, şu kadar eser vermiş, ün salmıştır, gerçi birtakım düşüncelerinde yanlışlıklar ve sakatlıklar görülse de benim onlara itirazım halinde, onlar karşısında sadece gülünç konuma düşerim. Çünkü halk onları öyle kabul etmiştir. O halde benim de ses çıkarmamam ve gerektiğinde de onların yanlışlarına doğruluk onayını vermem daha iyi olur!” şeklinde düşünerek üzerlerine düşeni yapmamışlardır. Yapanlar da birçok iftiralara maruz kalmışlardır. İşte bir ilim adamı, hele bu kimse bir Müslüman ilim adamı ise her şeye rağmen gerçeği, bilebildiği ve elde ettiği bilimsel veriler ışığında, Kur’an, sahih Sünnet ve akıl süzgecinden geçirerek gereken itirazlarını ve kanaatlerini ortaya koymalıdır. Gerektiğinde tenkitlerini de yapmalıdır. Halktan çekinme ve kınanırım endişesiyle susmayı ve yanlışları onaylamayı yeğleyenler ya Allah’tan korkmuyorlar ya da dünyalık çıkarları için hakkı feda eden ve inkâra yönelen Yahudi hahamlarından çok da adi bir konuma düşmüş olurlar.

İşte bu kıssa da kim ne derse desin, adı ve unvanı ne olursa olsun, onların bunu tasvipleri, olayın doğruluğunu gerektirmez. Nitekim daha önce de İmam Suyutî (rh) hakkında ilim sahiplerini ne dediklerini dile getiren ilim adamlarının değerlendirmelerine, kitaplarımızda yer vermiştik. Bir örnek olsun diye bir aktarımda bulunalım. Bir rivayetle alakalı olarak İmam Suyuti şöyle diyordu: “Bu hadisin, isnadı gün gibi aşikâr da olsa, bunu kabul etmemiz asla mümkün değildir.” Evet, böyle bir cesareti göstermek gerekir. Orada böyle diyen bir Suyuti ve benzerleri, burada da bu hadisin şu veya bu tarikleri sebebiyle sahih olduğunu söylemelerine karşın, bizde, “Bu rivayetin isnadı gün gibi açık olsa bile, bunun doğru olarak kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur.” demekteyiz. Gerçeği en iyi bilen de elbette Yüce Allah’tır.


İbn Kesir (rh)21 bizim de bazılarını aktardığımız birçok rivayete tefsirinde yer verdikten sonra şu özeti sunuyor:

“Harut ile Marut kıssası hakkında Mücahid, Süddî, Hasan Basrî, Katade, Ebu’l-Aliye, Zuhrî, Rebi’ b. Enes, Mukatil b. Hayyan ve daha başkaları gibi adlarını sayamadığımız Tabiun alimlerinden rivayetler yapılmıştır. Bu arada gerek mütekaddimîn yani çok önceden gelip geçen âlimlerden gerekse müteahhirîn, daha sonradan gelen âlimlerden olan müfessirlerden olsun birçokları bu kıssa ile ilgilenmişler ve eserlerine almışlar, haklarında görüş beyan etmişlerdir. Özetle demek gerekirse konu hakkında verilen tüm bilgi ve haberler, detay açısından varıp İsrailoğullarına dayanır. Oysaki konu hakkında sahih ve muttasıl olarak Resulullah’a (s) varıp dayanan bir isnadı yoktur. Kaldı ki Resulullah’ın (s) haber verdiklerinin tamamı, vahye dayanır. O, hakkında vahiy gelmeyen bir konuda söz söylemiş biri olmadığı gibi söyleyecek biri de değildir.

Görünürde Kur’an’ın olayı sevki, aktarması, herhangi bir şekilde bıkkınlık veren bir uzunlukta olan bir kıssa olmadığı gibi, fazla bir açıklamaya da gerek duyulmaksızın kısa ve özet bir bilgi verilmiştir. İşin iç yüzünü, hakikatini de ancak Yüce Allah bilir.”22

Kadî İyaz da (rh), Harut ile Marut hakkında şu bilgilere yer veriyor: “Konu hakkında haber ehlinin/tarihçilerin anlattıkları ve müfessirlerin aktardıklarına, Hz. Ali ile İbn Abbas’ın verdikleri haberlere yani o iki meleğin kadına karşı olan sevgileri, Allah’ın o iki meleği o kadınla imtihan etmesi, yaptıklarından ve işledikleri suçtan ötürü, sözkonusu iki meleğin cezalandırılmaları ve sihir/büyü hakkında gelen bilgilere göre, bilmelisin ki tüm bu rivayet ve haberlerle ilgili olarak Resulullah’tan (s) sahih olsun, sakim olsun hiçbir şey rivayet olunmuş değildir. Gelen haberlerin tamamı, kıyas yoluyla olan şeylerden ibaret bulunmaktadır.

Bunlardan Kur’an’da yer alanlara gelince, manaları hakkında aslında müfessirler anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Kaldı ki bu haberlerin bir kısmı, Selef alimlerinin birçoğu tarafından inkâr edilmiş, herhangi bir kabul görmemiştir. Aslında bu haberler Yahudi kitaplarından ve kaynaklarından ve onların iftira ve uydurmalarından alınmıştır. Kaldı ki konuya dair ilk ayetler, konunun delilleri olarak bu meseleyi dile getirmiştir. Burada Hz. Süleyman’a iftiralar var ve onun tekfir edilmesi var. Zaten kıssa çok büyük ve iğrenç bir durumu da içermektedir. İşte biz konu hakkında size bilgi sunacak ve ayette sözkonusu edilen anlaşılması zor gibi görünen problemlerin üzerindeki perdeyi de Allah’ın izniyle kaldıracağız.”23

Kadî İyaz bunları söyledikten sonra yapılan iftiraları ele alıyor ve bu iftiraların asılsız olduğunu dile getirmiş oluyor.

İbn Atıyye de kıssa hakkındaki rivayetleri anlattıktan sonra diyor ki: “Bu rivayetlerin tamamı zayıftır. Haktan uzaktır. İbn Ömer’in aleyhinde olarak onun adı kullanılmak suretiyle bu rivayetlere yer verilmiştir.24


_______________

4- Bakara, 2/30

5- Ayetle ilgili geniş araştırmamızı aşağıda, bu konu içerisinde göreceksiniz.

6- İbn Hacer Askalani, Fethu’l-Bari, Tıp, 47, h:5763, 3/2557–2558

7- Bütün bu farklı değerlendirmelerle ilgili kaynaklar, maddenin baş tarafında dipnotta gösterildi. İsteyenler o kaynaklara da bakabilirler.

21- Biz, İbn Kesir’in sözkonusu ayetle ilgili olarak yer verdiği rivayetlerin tamamını almadık. Çoğu tekrar mahiyetinde olduğu için buna gerek duymadık. Bu arada her ne kadar İbn Kesir’in tefsirinden alıntı yapıp sadece onu burada zikretmiş isek de konu hakkında, Taberî, Tantavî, Kurtubî, S. Kutub, Menar ve benzeri onlarca tefsirde konuyu araştırdık. Nitekim Keşşaf,Fethu’l-Kadir tefsirlerine, Fahruddin Razi, Alusî, Zuhaylî gibi zatların tefsirlerine de başvurduk. Elmalılı ve Mevdudî’nin tefsirlerine de başvurduk. Ancak hemen hepsinde rivayetler aynı noktada düğümlendiğinden ve hepsi de nerede ise aynı rivayetlere yer verdiklerinden ötürü, burada sadece İbn Kesir tesirine yer vermiş olduk. Bu arada İbn Aşur’dan da yararlandığımızı belirtmeden geçmeyeceğim. Ayrıca İbn Aşur tefsirinden de önemine binaen örneklere yer vereceğiz. (Harun Ünal)

22- İbn Kesir, Tefsir, 1/249-250

23- Kadî İyaz, eş-Şifa Bi Tarifi Hukuki Mustafa”, 2/853-859.

24- İbn Atıyye, el-Muharreru’l-Vecîz, 1/420


Report Page